hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow

    CHP oybirliğiyle yüksek mahkemeye gitti

    CHP oybirliğiyle yüksek mahkemeye gitti
    expand

    Bugün olağanüstü toplanan CHP, askere sivil yargı yolunu açan düzenlemeyi oybirliğiyle Anayasa Mahkemesi'ne götürme kararı aldı. CHP lideri Deniz Baykal, yasanın askeri yargıyı vesayet altına alma girişiminin sonucu olduğunu belirterek, "Türkiye'de askeri vesayet sorunu yok, Tayyip Erdoğan vesayeti var" dedi.

    CHP Grup Başkanvekili Kemal Anadol, 5918 sayılı "Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"un, "Asker kişilerin sivil mahkemelerde yargılanmasını" öngören hükmünün iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemli dava dilekçesini, saat 16.00'da Anayasa Mahkemesi Başkanlığı'na sundu.

    Kemal Anadol, yasanın "Gece yarısı operasyonu"yla TBMM'den geçirildiğini savunarak, düzenlemenin Anayasa'nın 145. maddesine açıkça aykırı olduğu sonucuna vardıklarını söyledi.

    Anadol, bu başvuru ile CHP'nin 23. dönemde 33. davasını açmış olduğunu belirtti. Değişikliğin yargıyı kaosa sürüklediğini, bilgi kirliğiyle kamuoyunun yanıltıldığını öne süren Anadol, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, "Mutabakatımız vardı, önergenin altında imzaları var" dediğini aktardı.

    Kemal Anadol, "Buradan ilan ediyorum; önergenin altında bir tek CHP milletvekilinin imzası varsa ben milletvekilliğinden istifa edeceğim. O da Başbakanlığı bırakmaya hazır mı? Hazır değilse niye gerçek dışı beyanlarla kamuoyunu yanıltıyor" diye konuştu.

    Başbakan Erdoğan'ın, "Baskına hazır değillerdi, uyudular" dediğini ileri süren Anadol, "Madem anlaşma vardı, orada uyuma olur mu? Orada baskın olur mu? Birbirleriyle çelişen, kendi kendini yalanlayan bir takım sözcüklerle kamuoyu bir bilgi kirlenmesinin içine sokulmak isteniyor" dedi.

    "Külliyen yanlış"


    CHP Grup Başkanvekili Anadol, Hükümetin bu değişikliği AB katılım ortaklığı belgesinin gereği olarak yapmak zorunda olduklarını söylediklerini ifade ederek, "Külliyen yanlıştır" dedi.

    2008 yılı AB katılım ortaklığı belgesinden yargı sistemiyle ilgili bir bölümü okuyan Anadol, belgeye göre Adalet Bakanı ve müsteşarının Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'ndan (HSYK) çekilmesi, Adalet müfettişlerinin HSYK emrinde olması gibi düzenlemeler yapılmasının gerekli olduğunu kaydetti.

    Anadol, "Evvela bu demokratikleşmeyi sağlayalım, sahte demokrasi kahramanlarına söylüyorum; bu değişikliği sağlayalım. Yargıyı gerçekten bağımsız hale getirelim. Ondan sonra yapılacak düzenlemeleri, üniversitelerin, yüksek yargı organlarının baroların ve siyasi partilerinin katılımıyla Türkiye'yi ilgilendiren bu önemli konularda mutabakat sağlamaya uğraşalım. Adalet Komisyonundan bile kaçırılan, kendi Milli Savunma bakanlıklarından kaçırılan bir gece yarısı önergesi ile iyi niyetli olmadıklarını ortaya koymuşlardır. Bu nedenle biz bu önergeden çıkan kaosu önlemek için, açık bir Anayasa ihlalini önlemek için bu davayı açtık. Mesele, yargının bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü meselesidir. Askeri vesayet söz konusu değildir. Vesayet vardır. Sayın Başbakan Türkiye'yi vesayeti altına almaya çalışıyor. Medyasıyla, yargısıyla her şeyiyle Türkiye'yi vesayet altına almak istiyor. Askeri yargıyı da vesayet altına almak istiyor. O nedenle Anayasa Mahkemesi'ne gittik" dedi.

    Dilekçeden...

    Askere sivil yargı yolunu açan düzenlemenin iptali istemiyle açılan davanın dilekçesinde, anayasanın, askeri mahkemelerin görev alanına ilişkin yaptığı görevlendirme hükmü yürürlükte iken, yasa koyucunun bir yasa ile ve söz konusu Anayasa hükmünü değiştirmeksizin yeni bir düzenleme yapmasının, Anayasanın 145. maddesi ile bağdaşmayacağı savunuldu.

    CHP'nin olağanüstü grup toplantısında oy birliğiyle aldığı karar sonrasında hazırlanan dilekçede, 5918 sayılı "Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"un, askerlere sivil yargı yolunu açan 7. maddesi ile değiştirilen "halinde" ibaresi ile geçici 1. maddedeki, 5271 sayılı Kanunun 250. maddesinde yapılan değişiklik hükümlerinin yürürlüğüyle ilgili düzenlemenin iptali ve yürürlüğünün durdurulması istendi.

    Dilekçede, yapılan değişiklik sonucu, "...savaş ve sıkıyönetim hali dahil askeri mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır" hükmünün, "... savaş ve sıkıyönetim halinde askeri mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır" olarak değiştirildiği belirtildi.

    Asker kişiler tarafından askeri mahallerde işlenen veya asker kişilerce askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işlenen devletin güvenliğine, anayasal düzene, milli savunmaya karşı suçlar gibi kimi suçların da (sıkıyönetim ve savaş hali hariç) artık sivil savcılar tarafından soruşturulmasına ve sivil ceza mahkemelerce yargılanmasına imkan tanıdığı hatırlatıldı.

    Böyle bir düzenlemenin, anayasanın "Askeri Yargı" başlıklı 145. maddesine açıkça aykırı olduğu savunulan dilekçede, 145. maddede askeri mahkemelerin asker kişiler bakımından görev alanının belirtildiği vurgulandı.

    Askeri mahkemenin görevleri

    Anayasanın 145. maddesinin birinci fıkrasında, asker kişilerin, asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakma görevini açıkça askeri mahkemelere verdiği belirtilen dilekçede, şu görüşlere yer verildi:

     "Anayasanın tartışmasız bir kesinlikle yaptığı bu görevlendirme hükmü yürürlükte iken, yasa koyucunun bir yasa ile ve söz konusu anayasa hükmünü değiştirmeksizin, asker kişileri, asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işleyebilecekleri Türk Ceza Kanununda yer alan suçlardan dolayı soruşturma ve yargılamalarının askeri yargı organlarının görev alanı dışına çıkarılması sonucunu verecek bir düzenleme yapması, Anayasanın 145. maddesinin birinci fıkrası ile bağdaşmayacağı gibi anayasanın bizzat kendisinin düzenlediği bu nedenle yasa koyucuya bırakmadığı bir alanda, düzenleme yetkisinin Anayasanın 6. maddesinin ikinci fıkrasına aykırı bir biçimde yasa koyucu tarafından kullanılması anlamına geleceği ortadadır."

    Dilekçede, Anayasa'nın 145. maddesinin 4. fıkrasında, askeri yargı organlarının kuruluşunun, işleyişinin, mahkemelerin bağımsızlığı, hakimlik teminatı gibi işlerin askerlik hizmetinin gereklerine göre kanunla düzenleneceği ilkesinin yer aldığı hatırlatıldı. Anayasa Mahkemesi'nin 11 Aralık 1990 tarihli kararına da yer verilen dilekçede, bu kararda yüksek mahkemenin, Anayasa'nın 145. maddesinde askerlik hizmetinin gereklerine ayrıca yer verilmesini, "askerliğe ilişkin yerleşmiş gelenek ve göreneklerin ve bu suretle kurulmuş olan düzenin bozulmadan korunması amacının bir sonucu olarak gördüğü" belirtildi.

    Dilekçede, "İptali istenen düzenleme, bir anlamda askeri yargı alanını yeniden belirlerken Anayasanın 145. maddesinin dördüncü fıkrasında askerlik hizmetlerinin gereklerini gözeten bir ayrıma yer verdiği de söylenemez" denildi.

    "Hukukun temel ilkelerine de aykırı"

    İptali istenen düzenlemenin hukukun temel ilkelerine uygun olduğunun da söylenemeyeceği ifade edilen dilekçede, "hukukun temel ilkelerine göre, sonra çıkarılan kanun, önceki kanunla çelişkili bir hüküm taşıyorsa, önceki kanunun zımnen yürürlükten kalkmış olacağı" hatırlatıldı.

    Ancak, bir konuda hem özel kanunda hem genel kanunda farklı düzenlemeler varsa, önceki, sonraki kanun ayrımına bakılmadığı ve özel kanunun uygulandığına işaret edilen dilekçede, 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu'nun, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununa göre özel bir kanun olduğu ifade edildi. "Hukuk devleti adı verilen yönetim biçiminin temel niteliklerinden birisinin de hukuki güvenlik olduğu" belirtilen dilekçede, bunun da hukuki belirlilikle sağlanabileceği kaydedildi.

    Dilekçede, "Birbiriyle çelişkili hükümlerden oluşan bir hukuk düzeninin ise hukuki belirlilik ve hukuki güven yaratamayacağı ve hukuk devleti ilkesine uygun bir yönetim biçimi getiremeyeceği açıktır. Bu bağlamda, askeri ve sivil yargı organları arasında görev uyuşmazlığı yaratan veya görev belirsizliği sonucunu doğuran iptali istenen düzenlemenin de, hukuki belirlilik ve hukuki güven sağlayamayacağı ve hukuk devleti anlayışı ile bağdaşmayacağı ortadadır" denildi.

    "Yürürlülük tarihinde devam eden soruşturmalar"

    Kanunun Geçici 1. maddesindeki "...ve 250'nci" ibaresi ile bu kanunla yapılan değişiklik hükümlerinin yürürlüğe girdiği tarihte devam etmekte olan soruşturma ve kovuşturmalarda da uygulanacağının hükme bağlandığı anımsatıldı.

    İptali istenen bu ibarenin, ceza yargılaması hukukun vazgeçilmez bir prensibi durumunda olan "tabii hakim (doğal yargıç)" ilkesine aykırı olduğu ifade edilen dilekçede, Anayasa Mahkemesinin bazı kararlarında da belirtildiği gibi "doğal yargıç" ilkesinin, "yargılama makamlarının, suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana gelmesinden sonra kurulmasına veya yargıcın atanmasına engel oluşturduğu, sanığın veya davanın yanlarına göre yargıç atanmasına olanak vermediği" kaydedildi.

    İptali istenen bu düzenlememin, "doğal yargıç" kavramına aykırı bir düzenleme getirdiği ve Anayasanın 2. maddesiyle bağdaşmadığı ifade edilen dilekçede, şu görüşlere yer verildi:

    "Kaldı ki, hukuk devletinde asıl olan adil, düzenli ve güvenilir yargılamadır. Yasalarda birbiri ile çelişkili görevlendirmenin olması, bu prensipleri ortadan kaldıracağı gibi yargılama makamları arasında olası yargılama sürecine ilişkin görevde ısrarcı olunması halinde birbiri ile çatışan iki yargı kararının ortaya çıkması söz konusu olabilir. Anayasanın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesinin ihlali söz konusu olabileceğinden düzenleme bu haliyle de Anayasanın 2. maddesi ile bağdaşmamaktadır."

    Dilekçede, "hukukun temel ilkelerine ve Anayasa hükümlerine açıkça aykırı olan iptali istenilen kuralların uygulanması durumunda, sonradan giderilmesi olanaksız durum ve zararlar doğabileceği" belirtilerek, bu nedenle iptali istenen düzenlemelerin yürürlüklerinin durdurulması da istendi.

    Her iki durumda da yargılanan kişiler açısından "anayasaya aykırılık nedeniyle sonradan giderilemeyecek durum ve zararlar ortaya çıkacağı" savunulan dilekçede, toplumsal yaşam bakımından da hukuk düzeninden beklenen hukuki güven ve belirliliğin zedeleneceği öne sürüldü.

    Baykal toplantı öncesi konuştu

    Genel merkezdeki toplantı öncesi kameraların karşısına geçen CHP lideri Genel Başkanı Deniz Baykal, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün söz konusu yasayı onaylarken anayasaya aykırılık konusunda hiçbir şey söylememesinin 'manidar' olduğunu söyledi.

    Baykal, "Cumhurbaşkanı'nın, anayasaya aykırılık konusunda değerlendirme yapmaması, herhalde anayasaya aykırı olmadığı konusunda söyleyecek bir söz bulamamış olmasındandır. Bu anayasaya uygun olduğunu savunacak söz bulamaması, anayasaya aykırılık konusunda, anayasamızın cumhurbaşkanına emanet ettiği büyük görevi yerine getirmediği gerçeğini bizim görmemize de engel değildir" dedi.

    "TBMM Başkanı 'haberim yok' diyor"

    "Kamuoyunda 'geceyarısı baskın yasası' olarak nitelendirilen bu yasanın bir maddesinin tartışma yarattığını söyleyen Baykal, yasanın diğer maddelerinin mutabakatla, işbirliğiyle, ilgili kurumların desteğiyle yasalaştığına işaret etti.

    "Ama büyük dönüşümü gerçekleştirdiği iddia edilen o madde gece yarısı, aniden bir önerge üzerinden, genel kurulda müzakere edilmeden yasaya yerleştirildi. Birden bire sabahleyin herkes, neyin yapıldığını, yeniden keşfetmek durumunda kaldı" diyen Baykal, tarihi denilen düzenlemenin TBMM Anayasa, Adalet, AB Uyum komisyonlarında, Genel Kurul'da müzakere edilmesi gereken, bu komisyonların, genel kurulun, bilgisinden, dikkatinden, irdelemesinden bilinçli şekilde kaçırıldığını savundu.

    "Baksaydınız, inceleseydiniz" eleştirilerinin tartışılabileceğini ifade eden Baykal, "Bu kadar önemli bir düzenlemenin, bir rastlantı sonucu gece yarısı olup bittisiyle yasalaştırılmış olduğunu düşünmemizi, kimse bizden beklemesin. Burada bir iyiniyet eksikliği, açık bir gizleme gayreti, kamuoyundan kaçırılmak kararlılığı ve tertibi, net bir şekilde görülmektedir. TBMM Başkanı, 'benim haberim yok' diyor. Bu kadar önemli bir yasayı TBMM gerçekleştiriyor ama bundan Meclis Başkanı'nın, komisyonların, muhalefet partilerinin haberi yok" dedi.

    "Darbe girişimini önlemek için değil... O zaten TCK'da var..."

    Söz konusu yasanın darbe girişimlerini önlemek için getirilmiş bir düzenleme olduğununun doğru olmadığını söyleyen Baykal, "TCK'da, darbe yapanların, sivil mahkemelerde yargılanmasına yönelik düzenlemeler vardır. Darbe girişimlerinin, normal mahkemelerde yargılanması önünde bir engel yoktur, darbe bir suçtur, askeri bir suç değildir. Genel ceza kanunu kapsamı içinde suçtur. Darbeyi, sivil mahkemeler önlüyor" dedi.

    Baykal, "İkinci aldatmaca; bu kanun anayasaya aykırı değildir. Bu kanuna çok önem verdiğinizi biliyorum. Bu anlayışınızın, gerçekleri görmekten sizi alıkoyacak kadar sizi şaşırtmış olması, gerçeklere bu kadar ters düşme yeteneğinizin, bu kadar yüksek düzeye çıkmasına şaşırmamak mümkün değil. Akıl, izan, mantık var. Aklı, fikri olan anayasayı eline alır, 145. maddeyi okur. Kapsamlı, ayrıntılı düzenleme... Aklı başında bütün anayasacılar, bu anayasayı değiştirmek isteyenler dahil, iktidarın bu projelerine destek vermek niyetinde olanlar dahil, içlerinde bir miktar hukukçuluk kalmışsa, bu konuda ya susuyorlar veya açıkça, dolaylı itiraflarda bulunuyorlar" diye konuştu.

    "Külliyen yalan"

    Baykal, TBMM Genel Kurulu'nda yasaya yönelik verilen iki önergeyi, "iki vuruş, iki darbe" diye nitelendirerek, tartışılan bu önergenin yanı sıra düzenlemenin görülmekte olan davaları da kapsamına da alacağına yönelik ikinci bir önerge verildiğini söyledi.

    Baykal, iki önergenin de anayasaya aykırı olduğunu, ikinci önergenin anayasanın "tabii hakim" ilkesine aykırılık taşıdığını ifade etti.

    "Düzenlemenin, AB'nin talebi doğrultusunda yapıldığı' söylemeni, "üçüncü karartma" şeklinde değerlendiren Baykal, bunun "külliyen yalan olduğunu" kaydetti.

    "AB'nin talebi yok"

    AB'nin, askerlerin askeri mahkemede yargılanmaması yönünde hiçbir talebi olmadığını belirten Baykal, bu konuyla ilgili Katılım Ortaklığı Belgesi, AB İlerleme Raporlarındaki ifadeleri aktardı.

    Deniz Baykal, "darbeyi önleme yasası" sözünün, "boş bir safsatadan ibaret" olduğunu öne sürerek, "Bu girişim ne anlama geliyor, arkasında ne var? Anayasaya aykırı... AB'nin talebi değil. Ama olağanüstü heyecanla, olağanüstü tertipler gerçekleştirerek, bu konuda bir gayret sergileniyor. Bunun anlamı nedir?" diye sordu.

     "Yargı son dönemde en büyük tahribata uğramıştır" diyen Baykal, bir hakimin "üzerimde kurumsal baskı var" gerekçesiyle davadan çekilmek istediğini anımsattı. Baykal, "Hangi kurum bu baskıyı yapıyor? Kanarya Sevenler mi bu baskıyı yapıyor? Nereden geliyor bu baskı, kurumsal baskı...? O 'kurumsal' yerine, benim teklifim, resmi kelimesini koyup öyle okumaktır" diye konuştu. Baykal, buna sessiz kalınmasının, demokrasi duyarlılığıyla bağdaşmayacağını söyledi.

    "Vesayet arayışı"

    Baykal, "Tıpkı medyada olduğu gibi, yargıda da bir vesayet anlayışı, yargıyı vesayet altına alma anlayışı, açık bir siyasi gerçek olarak önümüzde duruyor. Bu son yasa, iktidarın, vesayet altına almayı başaramadığı bir alanda vesayet arayışının bir ifadesidir. Yoksa, bağımsız yargı, asker ya da sivil, doğru işlesin, bu konuda engeller kaldırılsın, buna katkı yapalım anlayışıyla ilgili olduğunu düşünmek mümkün değildir. Bu vesayet arayışının, askeri yargıya da sıçratılmak istenmesidir. Sivil yargıda belli bir ölçüde vesayet tesis edilmiştir. Çok açık bir gerçek. Yargı bağımsızlığının bulunmadığı, herkesin ifade ettiği bir gerçektir"  dedi.

    Yasanın, Anayasa'ya aykırı olmasına rağmen bazı çevrelerin, CHP'nin konuyla ilgili Anayasa Mahkemesi'ne başvurmaması için ısrarcı olduğunu ifade eden Baykal, "Bu yasa Anayasa'ya aykırı. Ama çok ilgi çekici bir tablo var. Türkiye'de Başbakan dahil, pek çok yazar, düşünür, demokrat, aydın, 'aman Anayasa Mahkemesine gitmeyin' diyor. Anayasa Mahkemesi'ne gitmememiz gerektiği konusunda pek çok çevre olağanüstü yüksek gayret sarf ediyor. Bunun altında ne yatıyor? Bunun, Anayasa'ya aykırı olduğu gerçeği var. Onlar da biliyorlar ki Anayasa'ya aykırılığı ortaya çıkacak. Bir demokrat, hukuk devletine saygısı olan bir insan, yüzü kızarmadan, Anayasa'ya, aykırı olduğu iddia edilen bir kanunla ilgili olarak 'aman Anayasa Mahkemesi'ne gitmeyin' diyen bir anlayışın, hukukla, demokrasiyle ilişkisi nedir?" ifadesini kullandı.

    "Darbe mutlaka gece yarısı gelir diye birşey yok"

    CHP Genel Başkanı Baykal, darbe girişiminin suç olduğunu vurgulayarak, kimsenin, darbe yapmanın serbest bırakılmasından yana olmadığını belirtti.

    Türkiye'de sivil ve askeri yargının, darbeyle savaşmak için donanımlı olduğunu dile getiren Baykal, "Eksik varsa, daha da destekleyelim. Ama olay, o değil. Darbe, mutlaka bir gece yarısı, sabaha karşı gelir diye bir şey yok. Darbe bir süreç. Darbeyi sadece askerler yapar diye de bir şey yok. Darbeyi siviller de yapar. Faşizm, askeri kurumların, sivil kurumlar üzerinde tahakküm ve vesayet kurduğu bir rejim olmak zorunda değildir. Darbeler bir süreçtir, o süreç başlar, bir süre sonra siz kendinizi bir bakarsınız, darbenin kurbanı olarak buluverirsiniz. Bu bir süreçtir, o süreç şekillenirken farkına varmazsınız, hatta destek olursunuz" diye konuştu.

    ****

    Gül'ün, yasayı onaylarken bazı mütalaalar ifade etmekten uzak duramadığını ifade eden Baykal, "Halbuki, doğruca hiçbir şey söylemeden imzayı atabilirdi. Zaten sonuç budur. O ifade edilen, mütalaaların hukuki bir anlamı, değeri yoktur. Cumhurbaşkanı'nın görevi, önüne gelen yasayla ilgili irdeleme yapmak değil, uygun görmüyorsa, bir daha düşünülmesi için iade etmektir. Ya da uygunsa, uygun olduğunu ifade edip, onaylamaktır" diye konuştu.

    Cumhurbaşkanı Gül'ün, yasayı onaylarken bazı konularda düzenleme yapılmasında yarar gördüğünü belirtmesinin ilk kez rastlanan "tuhaf bir durum" olduğunu savunan Baykal, "Bazı sorunlar yaratacaksa, o sorunların çözülmesi için 'bunları da çözün, öyle gönderin' diye, Meclise iade etmesi daha doğru olmaz mıydı?" diye sordu.

    Baykal, "Ne yazık ki Anayasamızın öngördüğü Anayasamızın beklediği işlevi yerine getirecek bir cumhurbaşkanlığına olan ihtiyacımız, devam ediyor. Bu ihtiyaç, son seçimde karşılanamamıştır. O seçimde CHP'nin izlediği tutumun önemi, haklılığı öyle zannediyorum ki, bugün o noktada haklılığımızı göremeyen vatandaşlarımız tarafından da teslim edilecektir. Bir siyasi hareketin çekirdeğinden, bir cumhurbaşkanı olursa, o cumhurbaşkanı, o siyasi çekirdeğin uzantısı konumunda kendisini kabul etmekten kurtulamayabiliyor" dedi.

    "Onun sonucu olarak da anayasamızın beklediği tarafsız cumhurbaşkanlığı işlevi, Hükümete gerektiği zaman, 'dur yanlış yapıyorsun' diyebilecek bir cumhurbaşkanlığı konusu boşlukta kalıyor" diyen Baykal, "Üstelik öyle anlaşılıyor ki, bu kanunun yanlışlarını Sayın Cumhurbaşkanı da görmektedir. Ama gördüğü halde o yanlışları ifade edebilecek tarafsızlığı ne yazık ki sergileyememiştir" şeklinde konuştu.

    "Bu sese kulak verin"


    Herkesin, yasanın yanlışlığını gördüğünü, buna tepki göstermesi gerektiğini vurgulayan Baykal, bunun görev olduğunu söyledi.

    CHP'ye oy veren, vermeyen herkesin, uyarılarını, özen, dikkat ve vicdanın sesiyle dinlemesi gerektiğini ifade eden Baykal, "Benim ve CHP ile ilgili ön yargılarınızı bir kenara bırakıp, lütfen bu sese kulak verin" dedi.

    Türkiye'nin uzun süredir iktidar partisinin düzenlediği bir girişimle askeri vesayeti ve askeri vesayetten kurtulma konusunu tartıştığını ileri süren Baykal, "Bizim bilmediğimiz bir tehlikeli mi var? Bizden, kamuoyundan gizlenen bir şeyler mi oluyor? Acil bir askeri vesayet tehdidini ve o tehdit doğrultusunda çözüm arar önlemler alınmasını zorunlu kılan bir durum mu var?" diye sordu.

    Baykal, "2002 seçimlerinin AKP kazanmadı mı? Askerler seçim sonucunu mu değiştirdi? Askerlerin bu seçim sonucunda toplumumuzu tedirgin eden demokrasiyi kast eden bir tavrı mı vardı? Sayın Tayyip Erdoğan yasaklandığı için o seçime giremedi. Tek maddelik kişiye özel yasaları biz de destek vererek parlamentodan çıkardık ve milletvekili olarak başbakan olmasının önü açıldı" dedi.

    "Bu sürece askerler müdahale mi etti? Tayyip Erdoğan'ın başbakanlığına karşı mı çıktılar? AKP istediği her yasayı çıkarmadı mı? Askerler hangi yasayı engellediler? 'Askerler şu şu yasayı engellediler vesayeti hissediyoruz parlamento çalışamıyor' demenin imkanı var mı? Başbakan istediğini bakan, istediğini müsteşar, istediğini genel müdür yapmadı mı?" diye soran CHP lideri, "Laik demokratik cumhuriyete karşı olduğunu açıkça ilan eden 'Laik Cumhuriyet ömrünü tamamladı' diyerek düşüncelerinin ortaya koymuş ve o düşüncelerin arkasında olduğunu söyleyen insanları bakan yapmadı mı? Müsteşar yapmadı mı? Buna mı askerler müdahale etti? Neye askerler müdahale etti? İkinci seçimi de AKP kazanmadı mı?" şeklinde konuştu.

    Baykal ayrıca, "Ona mı müdahale etti askerler? Tayyip Erdoğan kendi deyimiyle 'Kardeşi Abdullah'ı' cumhurbaşkanı seçtirmedi mi? Buna mı müdahale etti askerler? Askerler neyi önledi, hangi konularda siyasi iktidarı vesayeti altına aldı? Genelkurmay Başkanı ile Dolmabahçe'de baş başa ölümüne kadar saklanacak bir görüşmeyi yapacaksın, sonra el altından 'ülkede askeri vesayet var bundan kurtulalım' kampanyasını sürdüreceksin. Bunu da AB yolunda Türkiye yalanının arkasına saklanarak yapacaksın. Madem AB diyorsun gel Türkiye'yi gerçek Avrupalı yapalım" ifadelerini kullandı.

    "Söz konusu olan askeri vesayet değil"


    Baykal, Türkiye'nin gerçek Avrupalı olması yolunda yapılması gerekenler konusunda da önerilerde bulunarak, bu önerileri her zaman dile getirdiklerini, ancak hükümetin gerekli girişimlerde bulunmadığını ileri sürdü.

    "İktidarların yargıdan elini tamamen çekmesine ilişkin düzenlemelere destek vermeye hazır olduklarını" vurgulayan Baykal, "Türkiye'de askeri vesayet olmamalıdır. Altına tümüyle ben de imza atarım. Ama Türkiye'de Tayyip Erdoğan vesayeti de olmamalıdır. Şu anda Türkiye'de söz konusu olan askeri vesayet değil, Tayyip Erdoğan vesayetidir. Sorun budur. Bu vesayetin yeni yeni alanlara taşınması çabasıdır" dedi.

    "Şu anda var olan bu vesayet giderek tırmandırılmakta ve toplum kesimleri sindirilmektedir. İş dünyası, basın sindirilmek istenmekte bu da ciddi ölçüde başarılmış durumdadır" diyen Deniz Baykal, "Çok değil birkaç sene önce çocuklarını arkadaş bursuyla okutan Tayyip Erdoğan, bugün 5 villayı aynı anda alabilmekte, burslu okuyan çocuk gemi sahibi armatör olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu vesayetin sonuçlarına dikkati çekmek istiyorum. Bu uygulamaları yazan, yorumlayan, yayın yapan gazetelere her türlü baskı yapılmakta ve sindirme çabası karalı bir şekilde sürdürülmektedir. Bugün basınımızda yasak haberler kategorisi vardır. Tablo budur, konuşmakta olduğumuz yasayı bu tablo içinde değerlendirmek lazımdır. Türkiye'de bir kişisel hegemonya, kişisel vesayet rejimi kurma çabası en ileri düzeylerde görülmektedir" diye konuştu.

    Öte yandan, kendilerini "Genç Siviller" olarak adlandıran ve aralarında avukat cübbelilerin de bulunduğu bir grup, CHP Genel Merkezi önünde CHP'nin askere sivil yargı yoluna açan yasal düzenlemeyi Anayasa Mahkemesi'ne götürmesine tepki gösterdi.
    Sıradaki Haberadv-arrow
    Sıradaki Haberadv-arrow