hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow

    "Vahşet Tanrısı" insanın kendisidir

    Vahşet Tanrısı insanın kendisidir
    expand
    KAYNAKBetül Memiş / Cnnturk.com

    “Yüksek sesle ‘Ben de ressamım!’' demekte kibir yoktur. Kibir başkalarına ‘Yoksa siz ressam değil misiniz?’ diye fısıldamaktadır” diyen Louis Althusser öğrencisi, Fransız felsefe profesörü Jacques Rancière’in altını çizdiği ‘kibir’, günümüz insanında ‘şiddeti’ ve ‘vahşeti’ de yamacına alarak büyümeye devam etmekte. Yeni yaşam biçimleri aranadursun, ‘bir arada yaşama sanatı mümkün mü?’ işte bu soruyu alt başlık yapan, yeni kuşak Fransız oyun yazarı Yasmina Reza’nın bol ödüllü oyunu “Vahşet Tanrısı”, İstanbul Devlet Tiyatroları’ndan (hatırlarsak; Zerrin Tekindor, Zafer Algöz, Ülkü Duru, İşdar Gökseven) sonra şimdi de Kronik Kolektif kadrajıyla sahnede.2011’de Roman Polanski’nin beyazperdeye aktardığı Kate Winslet ve Jodie Foster’un rol aldığı hikaye; 11 yaşında iki çocuğun kavgasından sonra, ailelerin bir araya gelmesiyle başlıyor. Soru da bu iki ailenin diyaloğundan çıkıyor. Zeynep Avcı’nın dilimize çevirdiği, Saim Güveloğlu’nun yönettiği oyunda; Çetin Sarıkartal, Roza Erdem, Tülin Özen ve Tansu Biçer yer alıyor. Bir dram seyredeceğinizi zannedebilirsiniz fakat, Reza; iki dişin kırılmasıyla dört yetişkinin hayatını didik didik ederek derinden ama eğlenceli bir gönderme yapıyor. Daha fazlasını gelin, yönetmen ve oyunculardan dinleyelim.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    *Oyundan yola çıkarsak; günümüzün ‘vahşet tanrısı ya da tanrıları’ nedir?

    Çetin Sarıkartal: Oynadığım karakter Alain’ın söylediği bir söz: ‘vahşet tanrısı’... ‘Vahşet’ biz insanların yarattığı bir şey; kendimizi, vahşetin, şiddetin öznesi olarak bulduğumuzda, bunu meşrulaştırmak veya böylesi düşünmek işimize geliyor. Uzağa gitmeye gerek yok, kendimizden başlamalıyız.

    Tansu Biçer: Şiddetin öznesi ‘insan’ olduğuna göre; ‘vahşet tanrısı’ insanın kendisidir. Kazanan olmaya yönlendirme var, kazan da nasıl kazanırsan kazan... Kazanmak her geçen gün biraz daha zorlaşıyor ve ne kazanmak için bu kadar mücadeleci olmamız gerektiğini bilmiyoruz. Çünkü her kazandığımızın ötesine kazanılacak bir şey daha konuluyor. Bu da insanı motivasyon adı altında sürekli vahşete yönlendiriyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Rosa Erdem: Belki de insanlar tarafından kurulan sistemin kendisidir.

    Tülin Özen: İnsanın kendini var edemediğini düşündüğü anda ‘iktidarını’ oluşturmak için ilk aklına gelen; vahşete yönelmek... Oyun boyunca sorduğumuz soru; acaba o vahşet hissi, insanda halihazırda var mı, yoksa sonradan mı öğreniliyor ya da eğitimle o hissi kapatmaya mı çalışıyoruz?

    İnsanlar ölmeyecekse sahte bir medeniyet olsun.

    *O halde tüm bu ‘modern’ ve ‘medeniyet’ argümanları biraz havada kalıyor diyebilir miyiz?

    Saim Güveloğlu:Modernleşme ve medeniyeti çok eleştiriyoruz; çoğu kez yapmacık da geliyor ama karşısında ne var diye düşününce de, bir şekilde görüyoruz ki sahte bulduğumuz o medeniyete ihtiyaç duyuyoruz. İnsanlar ölmesin, özgür değil belki ama daha serbest olabilecekse ‘sahte bir medeniyet’ olsun ve ‘bizler de sahteyiz’ diye eleştirelim.

    *Oyunun derdi ve mevzusu nedir?

    Saim Güveloğlu: Biz Çetin Hoca ile prodüksiyon tiyatrosu değil de oyunculuk üzerine gidiyoruz. Oyunda da sözün eyleme dönüşmesi üzerine uğraştık. Bir takım büyük hareketlerin arkasına saklanmadan, ‘sadece söz oynandığında da oluyor mu bu iş?’ diye. Oyun iki yapıyı birden tartışıyor: “Evlilik yapısal olarak bizden büyük mü, yoksa biz evliliğe hükmedebilir miyiz? Hayat dediğimiz şey, bizden büyük mü, yoksa biz onu değiştirebiliriz miyiz?”

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Çetin Sarıkartal: Seyircinin kendini her bir karaktere hak verirken bulmasını ve bunun üzerinden kendisinin bir tartışma yaşamasını amaçladık.

    *Özellkle sizin oynadığınız çift, şehir insanının fotoğrafı adeta; karkaterlerinizin kulağına ne fısıldamak isterdiniz?

    Çetin Sarıkartal: Bir şey demezdim, sadece başka türlü düşünebilsin diye müşterisiyle sıkı bir sorun yaşamasını dilerdim. Böyle insanların dünyasının alt üst olması lazım ki bir şeyleri anlayabilsinler.

    Tülin Özen: ‘Sakin ol ve söylemek istediğin bir şey varsa, sakin söyle, sonradan başına gelecekleri de hesapla ki altında ezilme’ derdim. Annette; kocası, kariyeri ve çocuğuyla ilgili tüm konuları yürütmeye çalışıyor, istediği şey ‘başarı’. Bunların getirisi olarak da ‘yorulan’ ve ‘ezilen’ bir tarafı var. Bunun sonucu da kendini nasıl ifade edeceği konusunda ciddi sıkıntıları var.

    Vahşet Tanrısı insanın kendisidir

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Sıkıntı erk dili üzerinden kurulan düzende.

    *Günümüzde ‘işim, eşim ve çocuğum’ deyip, koşturmaca içinde ama mutsuz olan pek çok kadın var. Sizce, neden orada kalmayı seçip, kendini yok saymaya devam ediyorlar?

    Tülin Özen: Öğretilen bir şey bu, böyle olmamız gerektiği üzerinden büyütülüyoruz. Tüm bunlarla birlikte sen, ‘iyi’ ve ‘verilen ödevleri yapmaya çalışan’ bir insansan, öğretildiği gibi davranmanın doğru olduğunu düşünüyorsun. Üstüne kendini, var etme becerin yoksa ve birey

    olarak da görmüyorsan, düşünmeden bütün bu yüklerin altına giriyorsun. Bence bütün kadınlar onlara öğretilenleri ‘çok iyi’ yapmaya çalışıyorlar. Sıkıntı; erk dili üzerinden kurulan düzende.

    Rosa Erdem: İnsanlar ortak yaşamı birlikte kurmaya çalışıyorlar ama dışarıda koşullar çok zor. Hiçbir zaman halkını dinlemeyen devletler var ve dışarıda dinlenmeyen o insanlar, evlerindeki o en küçük parçayı dinlemez hale geliyorlar. Aslında bu zincirleme bir şey...

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    *Metin içinden bugüne bakarsak; karakterleriniz ne düşünürdü?

    Çetin Sarıkartal: Ne kadar rezil olunursa olunsun, akşam eve gidiliyor. Mecburen oluyor belki ama bu işte çok vahşi bir şey.

    Rosa Erdem: Her şeye rağmen bunun da altından kalacağız.

    Tülin Özen: Bir anda her şeyin yerle bir olabileceğini ve aslında karakter, tavır diye bir şeyin de var mıdır, yok mudur tartışmaya açık olduğunu. Çünkü hiç de zannettiğin insan olmadığının oraya çıkabileceğini gösteren bir tarafı var oyunun.

    Tansu Biçer: ‘Kol kırılır, yen içinde kalır arkadaş’ derdi, çünkü böyle ayakta kalınabileceğine inanıyor.

    Vahşet Tanrısı insanın kendisidir

    Anlamaktan vazgeçip kabul etmeyi öğrenmeliyiz.

    *Günümüzdeki iletişim ve yaşam biçimleri için umut var mı?

    Saim Güveloğlu: Bence birlikte yaşama sanatı mümkün değil ama mümkün olduğuna inanmak zorundayız.

    Çetin Sarıkartal: İnsanın anlamaktan vazgeçip, ‘kabul etmeyi’ öğrenmesi lazım. Ayrıca kabul edebilmesi için anlamak şart değil...

    Tülin Özen: Herkes kendi olduğu gibi davrandığında, bakalım yanında kimler olacak! İşte buradan çıkan diyalogların iyi ve gerçekçi olacağını düşünüyorum.

    Rosa Erdem: Umut etmekten vazgeçmiyorum ve aslında bizlerin nasıl biraya geleceğimizi henüz bulamadığımızı düşünüyorum.

    Oyun, 23 Şubat, saat 20.30’da, Çevre Tiyatrosu sahnesinde izlenebilir.

    Sıradaki Haberadv-arrow
    Sıradaki Haberadv-arrow