hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Ahmet Hakan Ahmet Hakan

    Zekâ körleşmesi

    01.01.1901 Salı | 02:00Son Güncelleme:

    RADİKAL yazarı Ezgi Başaran, Erbakan Hoca’ya sormuş: “Hiç IQ’nuzu ölçtürdünüz mü?”

    Hoca cevap vermiş:
    “Hayır. Çünkü benim zekâmı ölçmeye makine dayanmaz.”
    * * *
    Bu soru-cevap, okuduğum ilk anda bende de bir “Nasrettin Hoca fıkrası etkisi” yarattı.
    Gülümsedim.
    Ama sonra dimağımda kekremsi bir tat oluştu.
    Ve hemen gülümsemeyi kestim.
    Şu üç şey geldi aklıma peş peşe:
    -  BİR: İsmet Özel’in “Ve zekâ babacan tavrıyla tiksinti verir” dizesi...
    -  İKİ: “Zekânı ölçmeye dayanacak makine icat edilir ama egonu ölçmeye dayanacak makine icat edilemez” cümlesi.
    -  ÜÇ: Kibir karşısında gösterilmesi gereken mümin tavrının, Erbakan Hoca söz konusu olduğunda neden askıya alındığı meselesi...
    * * *
    Erbakan Hoca’nın zekâsına laf söyleyecek değilim.
    Zekidir kendisi.
    Organizasyon padişahıdır. Örgütleme kralıdır. Kavrama şahıdır. Maddelere ayırma lordudur. Algılama sultanıdır.
    Sorun burada değil.
    Sorun şurada:
    Erbakan’ın bu özellikleri, bu zamana kadar öyle çok övülmüş, öyle çok kutsanmış, öyle çok takdir edilmiştir ki...
    Ortaya “zekâ körleşmesi” dediğimiz olgu çıkmıştır.
    Zekâ körleşmesi... Yani insanın bir sınırı olduğu gerçeğini reddetme...
    Zekâ körleşmesi... Yani gerçeklik duygusunu yitirme...
    Zekâ körleşmesi... Yani en doğrusunu kendilerinin bileceği vehmine kapılma...
    Ve bu körleşme illeti sonunda Erbakan, gayet ciddi olarak “Siz bir leblebici dükkânını bile idareden aciz iken ben yeni bir dünya kurarım” ya da “Siz üç koyunu güdemezken ben on binlerce çobanı sevk ve idare ederim” diye düşünür olmuştur.
    Erbakan Hoca, siyasete girmeyip de bir “makine profesörü” olarak hayatını sürdürseydi...
    Ve mesela dünyayı sarsan icatlar yapsaydı...
    Bu denli bir “zekâ körleşmesi” hastalığının pençesine düşer miydi?
    Hiç sanmıyorum.
    Çünkü...
    Siyaset, zeki insanlarda zekâ körleşmesini artıran bir alan...
    Eğilip bükülen insanlar, abartılı övgüler, sorgusuz sualsiz biat etmeler, artan hayranlıklar falan...
    Siyaset alanı, çok zeki insanların kendilerini üstün görme, gerçeklik duygusundan uzaklaşma ve sınırsız uçuşa geçme dürtüsünü çarparak artıran bir alan.
    * * *
    Ben sözümü Erbakan üzerinden söyledim ama başkalarını da işin içine dahil edebilirim.
    Mesela Tayyip Erdoğan’ı...
    Allah için Tayyip Erdoğan da zeki bir insan.
    Karizma var, örgütleme yeteneğine diyecek yok, kitlelerle büyülü ilişkiler kurmada bir numara, anında kavrama özelliğinin maşallahı var.
    Ama fakat lakin...
    Korkarım ki...
    “Zekâ körleşmesi” onda da bir tür “üstünlük duygusu” yaratıyor.
    En iyisini kendisinin yaptığını düşünüyor.
    “Gölge etmeyin başka ihsan istemez” diyor.
    Yani mırın kırın edenleri bir tür “gölge edenler” olarak görüyor.
    Ve ortaya bir otoriterlik çıkıyor.
    Kendisinin bile tam olarak farkına varamadığı türden bir otoriterlik...
    Ve böylece...
    “Zekâ” denilen nimetin karanlık yüzünün bir başka hikâyesi de ortaya çıkmış oluyor.

    Yalakanın bile mert olanı makbuldür

    TUTTURMUŞLAR eskiden kalma bir masal, tekrarlayıp duruyorlar.
    Neymiş efendim, “iktidara muhalif olmak” ile “statükoya muhalif olmak” arasında fark varmış.
    Biz iktidara muhalefet ediyormuşuz, beyzadelerimiz ise statükoya...
    Yani...
    Biz kolay olanı tercih ediyormuşuz, bu beyler ise zor olanı...
    Biz risk almıyormuşuz, bu kahramanlar ise belanın üstüne üstüne gidiyorlarmış.
    Biz zavallı ve aciz bir sivil iktidarla uğraşıyormuşuz, bu cengaverler ise yedi başlı statüko ejderhasına kılıç sallıyorlarmış.
    * * *
    Defalarca yazdım, yine yazıyorum:
    Önemli kararların askerler tarafından alındığı, sivil iktidara ise sadece alınan kararları uygulama görevinin verildiği bir memlekette, statükoya muhalefet etmeyip sadece sivil iktidara muhalefet etmek, kelimenin tam anlamıyla alçaklıktır.
    Asıl gücü temsil edenlerle uğraşmaktan kaçınıp kolay hedefe yönelene kahraman denmez.
    * * *
    Ama durun bir dakika!
    Bu devran değişti...
    Biraz uluslararası konjonktür değiştirdi, biraz AB perspektifi yardımcı oldu, biraz ülkemizin jeopolitiği katkı sundu, biraz da başımızdakiler kaktırdı ve devir değişti.
    Çok da iyi oldu. Hatta fıstık gibi oldu.
    AK Parti iktidarı, “yeni statüko” haline geldi.
    “Eski statüko”ya gelince...
    O artık resmen şamar oğlanıdır.
    Dermansızdır. Can çekişmektedir. Kafayı kaldıracak kudretten bile yoksundur.
    Hapislerde süründürülmektedir, tutuklanmaktadır, hakkında açılan davalarla cebelleşmektedir.
    O kadar ki... En askerciler bile, yayınladığı bildirilere artık itibar etmemektedir.
    * * *
    İşte böyle bir ortamda...
    Bir taraftan kudretli sivil iktidara yalakalığın şahını yapmak, bir taraftan da “Biz iktidarı övüyoruz ama statükoya da acayip muhalefet ediyoruz” demek...
    Kelimenin tam anlamıyla yalakalık perdelemektir.
    Bu tür perdelemelere tenezzül eden yalakaları gördükçe, insan ister istemez yalakanın da mert olanını aramaktadır.

    Hoşuma gitti

    -  Kemal Kılıçdaroğlu’nun yeni yıla madende girmesi...
    -  Kılıçdaroğlu’nun fiyakasını bozma adına da olsa iki Bakan’ın da yeni yıla madende girmesi...
    -  Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Diyarbakır’da halkın sevgisiyle karşılaşması...
    -   Yılbaşı tacizcilerinin derdest edilip tutuklanması...
    -  “Mekke’nin fethi kutlamaları”nın da gazetelerde yılbaşı kutlamaları arasında yer bulması...
    -  CHP’de yolsuzluk takip işini Atilla Kart’ın devralması...
    -  AK Partili Hüseyin Çelik ve eşinin yeni yıla Safiye Soyman dinleyerek girmesi...
    -  Balyoz davasının Demet Akalın’ın demeci doğrultusunda magazin sayfalarına girmesi...

    Bıkkınlık veren 10 şey

    -  BİR: “Yeni yılda yapılacaklar” listeleri...
    -  İKİ: “Ötekileştirme” kavramı...
    -  ÜÇ: “Endişeli modern” tabiri...
    -  DÖRT: Burcu Esmersoy...
    -  BEŞ: Apaçi edebiyatı...
    -  ALTI: Piyango talihlilerine dair “haydan gelen huya gitti” haberleri.
    -  YEDİ: Acun Medya A.Ş.
    -  SEKİZ: “Yurdum insanı” geyiği...
    -  DOKUZ: Cüppeli’nin durdurulamayan medyatikleşmesi.
    -  ON: Köşe yazısında fıkra anlatılması...