hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Bahadır İşler Bahadır İşler

    Anlatmanın dayanılmaz güçlüğü

    24.03.2014 Pazartesi | 10:54Son Güncelleme:

    "Ben mesela" dedi Sacit. "Ben ayakkabı yapıyorum, insanlar giyiyor. Biz onların ihtiyaçlarını karşılıyoruz. Sizin yaptığınız ne işe yarıyor ki?"

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Konservatuarda okuyan Birol'la, çay bahçesindeki masamızda
    Sacit'e bakıyorduk sessiz. Sacit bizi görünce oturmuştu yanımıza.
    Birilerinin sormayacağını sandığımız o soruya cevap veremedik ikimiz de. Şaşırmıştık!

    Kendime hiç "Bu kimin işine yarar ki?" diyerek bir şeyler yapmaya başladığımı hatırlamıyorum.

    O zaman da öyleydi. "Sanat ne işe yarar ki ?" demişti işte o.

    Cevap verebilmeliydik, öyle şaşırmamalıydık ama galiba biraz da, uğraşmak istememiştik.

    Aynı yaşlardaydık hemen hemen. Sacit ortaokul sonrası babasının ayakkabı imalathanesinde çalışıyordu. Ara sıra babasının çirkin "açık turuncu boyalı mersedesiyle" mahallede tur atar, kendince bize hava atardı.

    Ben genellikle Sirkeci'ye kadar tren, sonra da belediye otobüsüne binerdim akademiye gitmek için. Elimde çizimlerimin olduğu koca bir dosya ve taşıması her zaman sıkıntı yaratan "T cetveli" ile.

    Yine öyle bir soğuk sabah, istasyona girdik arkadaşımla. Nöbetteki çavuşun, bağrı açık, boynunda asker künyesi pahalı bir kolye gibi sallanıyor. Parka omuzunda, tüfeği de boynunda asılı. Her yerde askerlerin nöbet tuttuğu yıllar.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    "Dayanın lan duvara!" dedi.

    Bir yıl öncesine kadar bizi başka şeyler korkutuyordu ya, şimdi de bunlar.
    Herkes de diğerlerini korkutmayı ne çok seviyordu.
    Bizim Sacit ise satışların kötü gitmesinden korkuyordu sadece.
    Sert bir postal darbesi ile ayaklarım açıldı birbirinden, arkam dönük üstümün aranmasını bekliyorum. Dosyamın üstündeki özenerek çizdiğim "İDGSA" yazısını gösterdi. "Bu ne lan ? Örgüt üyesi misiniz siz ?" dedi.

    Anlatmanın dayanılmaz güçlüğü

    Tek tek, İstanbul'un (İ)si, Devletin (D)si, Güzelin (G)si, Sanatlar'ın (S)si ve nihayet Akademisi'nin (A) sı olduğunu "çavuş"a anlatmak, Sacit'e sanatın gerekliliğini anlatmak kadar zordu.
    "Bir daha buralarda görmeyeyim sizi!" dedi son olarak. Oysa orası tren istasyonuydu. Ben o çavuşla bir daha karşılaşmadım. Sacit'le de…

    Ne var ki henüz bilmiyordum, hayatım boyunca Sacit'leri ve Çavuşları sık sık göreceğimi…
    Genç bir çizer olduğum sadece boynumda asılı kartımdan anlaşılıyordu. Görünüşüm oldukça yabancı idi onlara. Belki de ürkütücü. Siyah bıyıklarıyla, hiç tanınmayan bir misafir çizerdim festival alanında.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    7-10 yaş arası çocuklar etrafımı sarmıştı. Hepsinin elinde resim defterleri.
    Yanıma yaklaşıp "Mösyö bir desen lütfen!" diyip, sonrasında da defalarca teşekkür eden çocuklar.

    Sacit'e cevabını veremediğim soruların, sorulmadığı bir ülkede, isimsiz, genç bir çizere bile değer vermeyi öğrenmişler küçücük yaşlarda. Hangi ülkeden geldiği, nasıl göründüğü, daha önce neler yaptığı hiç önemli değil.

    Zaten "çizgi roman" festivallerinin yapıldığı bir ülke başka nasıl olurdu ki ?

    Bazen soru sormak çok kolaydır, kısacıktır. Zamanınızı almaz, sizi yormaz.
    "Neden?" dersiniz olur biter Sacit gibi. Ama cevaplamak o kadar çabuk ve
    bazı cevaplar bu kadar kısa olmayabilir. Önce dinlemek gerekir elbette.
    Ama anlamazsanız cevabı, bu cevabın yetersizliğinden de olabilir, sizin de.
    Yani soru soranların ayakkabıcı Sacit gibi ayakkabıdan ve satışlardan başka şeyler de bilmek için biraz çaba harcaması gerekir bu durumda.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Sacit'ler yıkılan opera, tiyatro binalarına üzülmez. AVM'lerdeki sinemalar yeter onlara. Hem gezerken ayakkabı da alırsınız.

    Bir başka ülkenin çocukları ellerinde resim defterleri taşır,
    Sacit'lerin çocukları da ayakkabı kutuları !