hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Utku Başar Utku Başar

    "Şii Hilali" gerçek oldu!

    10.03.2015 Salı | 10:03Son Güncelleme:

    Başta liderlik iddiasındaki Türkiye'nin, Ortadoğu'daki tüm "Sünni" devletlerin en korkulu rüyası, "Şii hilali" ,"de facto" olarak gerçekleşiyor. Ancak, bunu görmezden geldiğimiz sürece sorun yok, zira IŞİD'le onlar değil de "biz" mi savaşacağız? Gelişmeleri İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Mehmet Ali Tuğtan ile konuştuk.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    "Şii Hilali' belirsiz ve oldukça tartışmalı bir kavram", ilk olarak Ürdün Kralı Abdullah tarafından 2006 yılında telaffuz edilen tanımlama, uluslararası ilişkiler çalışan akademisyenler ve bölge ile ilgili politika yapıcılar tarafından aslında yıllardır işaret ettiği alan ve kastettiği kavramsal içerik ile tartışılıyor. Temelde İran'ın Körfez ülkeleri, Irak, Suriye, Lübnan, hatta Afganistan, Pakistan gibi ülkelerde yaşayan Şii nüfus üzerinde etkisini artırarak Ortadoğu ve Müslüman coğrafyada egemenlik arayışı olarak tanımlanıyor.

    Bu ülkelerdeki Şiilerin bir bölümü de sorulduğunda İran'a bağlılıklarının kendi ülkelerine olandan daha fazla olduğunu saklamıyor.

    "İran'ın yayılmacılığı" ile ilgili yazıp çizenler işi Pers İmparatorluğu'na, Sasaniler'e kadar götürüyor, 1979'daki İran İslam Devrimi'nin bu hegemonya arayışı için gerçekleştirilen bir "sahte devrim" olduğunu söyleyenler; Türkiye özelinde "Şii Hilali Türkiye'nin İslam ülkeleri ile fiziksel bağını koparmayı amaçlamaktadır. İran, Orta Irak, Suriye ve Lübnan'ın oluşturduğu Şii Hilali sonucunda Türkiye'nin tüm bölge ülkeleriyle ilişkisi kopacaktır. Şii Hilali bu bağlamda, Türkiye'yi "Şii Seddi" gibi kuşatarak gelişimini engellemeye çalışmaktadır" diyenler bile var.

    Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Suudi Arabistan ziyareti Türkiye'de olduğu gibi dışarıda da birçok yorumcu tarafından Ortadaoğu'da işte bu "Şii hilali"'ne karşı oluşturulmaya çalışılan yeni "Sünni ittifakı" arayışının ön ayaklarından biri olarak değerlendirildi.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Reuters haber ajansının, 5 Mart'ta Körfez ülkelerindeki bazı diplomatlara dayandırarak verdiği habere göre Suudi Arabistan Kralı Selman Bin Abdülaziz, bir süredir 'Müslüman Kardeşler ile mücadele' olan önceliğini, 'İran ve IŞİD ile mücadele' olarak değiştirdi ve bunu başarmak için bölge ülkeleriyle yeni bir ittifak arayışına girdi.

    İddialara göre "İttifak"ta körfez ülkeleri, Mısır, Ürdün ve Türkiye yer alacak.

    Hipotez bu ülkelerin hepsinin İran'ın bölgedeki "müdahalelerinden" rahatsız olduğu.

    Müdahaleler ve sonuçları özetle şöyle:

    İran desteklediği için Suriye'de Esad bir türlü düşürülemiyor.

    Yemen'de Şii Husiler İran'ın desteğiyle yönetimi büyük ölçüde ele geçirdi, dolayısı ile bu İran'ın yönetimi kontrol etmesi olarak algılanıyor.

    Gelişmelerin en sıcağı ve müdahalelerin en yakını ise Irak'ta IŞİD'e karşı mücadelede Şii milislerin rolü ve İran'ın Irak ordusunun operasyonlarında açıktan rol alması.

    Bu İran'ın dünyada kendinden sonra en fazla Şii nüfusun yaşadığı ve yönetimin 2003'ten sonra ağırlıklı olarak Şiilerde olduğu Irak'ta etkisini geri çevrililemeyecek şekilde sağlamlaştırması olarak algılanıyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Tüm bunların en önemli sonucu ise "Sünni" güçlerin korkulu rüyası "Şii hilali" nin "de facto" olarak gerçekleşmesi.

    Şüphesiz bölgede bu durumdan rahatsız olan sadece "Sünni" devletler değil.

    İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, çok da "hoş gelmediği" ABD Kongresi'nde geçtiğimiz hafta yaptığı konuşmada, nükleer müzakerelerde son tarih olan 31 Mart'ta olası bir nihai anlaşmanın, bölgede hali hazırda etki alanını genişletmiş olan İran'ın önünün kesilmesi ihtimalini ortadan kaldırabileceğini söyledi.

    Netanyahu'nun endişesi anlaşma sonrası İran'a yönelik yaptırımların kalkması ile Tahran'ın hali hazırda genişleyen etkisini Ortadoğu'da daha kolay hareket edecek imkanlara sahip olup artırması.

    Uzak bir ihtimal ve olasılığı şimdilik düşük bir gelecek projeksiyonu gibi görünse de ulusal güvenlik riski olarak küresel ısınmayı önceleyen; Arktik'deki erime, kuzey geçişinin açılması, şist kayası petrolü üzerindeki çalışmalar ve kendi petrol rezervini açması ile kurulabilecek yeni enerji parametresinde Ortadoğu'dan arakasına bakmadan çıkıp gitmek istediği konuşulan ABD'nin bu noktada "sisteme" dahil edilmiş bir İran ile istikrar anlamında "dengelenecek" bölgeden daha "içi rahat" ayrılacağı tezi de şüphesiz sadece İsrail'de bir 11. adam tarafından düşünülmüyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Suudi Arabistan önce petrol fiyatıyla oynayarak sonra da ittifak arayışlarıyla pozisyonunu belli ediyor.

    Peki bundan çok değil, birkaç yıl önce İran ile bölgesel liderlik yarışında olduğu düşünülen, ya da başta bahsettiğimiz iddialardaki gibi "kurulacak bir 'Şii seddi' ile eski Osmanlı coğrafyasında liderliği perdelenmek istenen Türkiye", neden Cumhurbaşkanı'nın Arabistan ziyaretiyle sembolleşen 'ittifaktaki küçük kardeşlerden biri' olmak dışında sesini çıkarmıyor?

    Hadi, Suriye ve Yemen konusunda birşey yapamadı; IŞİD'e karşı Tikrit'te gerçekleşen ve Musul'da beklenen operasyona uçakla "silah olmayan mazleme" göndermek dışında katılmıyor da "bölgede kendi egemenliğinin önündeki en büyük engel" olan "Şii hilali"nin oluşmasına göz yumuyor?"

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bu durum, Türkiye'nin IŞİD'i daha önce "Adaletsizliğe karşı Sünni öfkesi" diye tanımlaması üzerinden hükümetin örgüte gerçek bakışının temelinin bu minvalde olduğu savı ile açıklanabilir mi?

    Belki de açıklamayı "Musul'daki konsoloslukta dosyaları bulunan, "personelin yolda sokakta selamlaştığı, öfkeli Sünni gençlerin aynı personeli konsolosluk bahçesinde silah zoruyla kimlik tespiti için diz çöktürene kadar ciddiye alınmamasında" aramak ve olanları da Türkiye'nin bu hatalara karşılık ödediği bedel olarak algılamak gerekir.

    İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Mehmet Ali Tuğtan "hayır" diyor.

    Söylediğine göre "mevcut durum uluslararası bir denge politikasının ürünü".

    Tuğtan "ABD'nin izlediği siyaset, Ortadoğu'nun kalbinde bir boşluk yarattı: Bir yandan Irak'tan ardında sağlam bir devlet yapısı veya 30-35.000 kişi olacağı öngörülen bir bekçi güç bırakmadan çekilme kararı, bir yandan da Suriye'yi bölgesel ortakları ile birlikte istikrarsızlaştırma stratejisi, Suriye'nin doğusu ile Irak'ın batısını kaplayan çölde devletsizleşmiş bir arazi ortaya çıkardı. IŞİD de burada yayılma imkanı buldu" diyerek başlıyor konuşmaya ve ekliyor, "ABD bu yayılmayı durdurmak için kendi askerini tekrar ateşe atmaktan mümkün olduğunca kaçınacağını zaten en başından ilan ettiği için, bölgesel aktörlerin de IŞİD'e direnişi ciddi ölçüde azaldı."

    Bu durum nedeniyle IŞİD'in yarattığı tehdidin boyutunun ABD'yi kısıtlı miktarda asker ve daha çok yerel güçlere destek veren hava operasyonlarına dayanarak ona doğrudan karşı koymaya ittiğini söyleyen Tuğtan "Ancak büyük sayıda ABD askerinin IŞİD'le savaşmayacağı yine biliniyordu" diyor.
    Değerlendirmesini durum göz önüne alındığı zaman IŞİD'le savaşma işinin yerel güçlere kalmasının kaçınılmaz olduğunu belirterek sürdüren Tuğtan, İran'la ilgili sorumuzu cevaplamaya ise Türkiye'nin pozisyonunu anlatarak başlıyor:

    "Kuzeyde bu işi -Türkiye'nin isteksizliği nedeniyle- Kürtler üstlendi. Batıdaki boşluğu Esad'ın doldurmasına razı olundu. Sorun doğu ve güneydoğuda, yani Irak'ta bu işi kimin üstleneceğiydi. NATO eğitimi ve malzemesi ile donatılmış "40 milyar dolarlık" Irak ordusunun aslında abartılmış bir ölüm taburu ve paralı asker sürüsü olduğu Musul'da anlaşıldığından beri, bu gücün kim olduğu belliydi aslında: İran.

    Ancak ne ABD, nükleer pazarlığın bu hassas aşamasında İran'la aynı karede görünmek istiyordu, ne de İran kendi iç siyasi dengelerini de etkileyecek biçimde Irak'a müdahil olmak.

    Çözüm, zamanında Çin Halk Cumhuriyeti'nin Kore Savaşına müdahalesindekine benzer bir yöntemle bulundu: İran düzenli ordusuyla veya resmi bir anlaşma çerçevesinde Irak'a girip IŞİD'le savaşmak yerine özel savaş için eğitilmiş asker ve subaylarını "gönüllü" olarak Irak'a yolladı.
    Amerikalılar görmemiş, duymamış gibi yaparak, İranlılar da bunu davul-zurna ile ilan etmeyerek yan yana resim vermekten böylece kurtuldular, ancak sahadaki gerçek ortada.

    Nitekim onca olaydan sonra Saddam Hüseyin'in doğduğu şehir Tikrit'i radikal Sünnilerden almak için ABD, Irak'lı Şiiler ve İran işbirliği içindeler. "Kaderin cilvesi" böyle bir şey olmalı."

    Peki bölgede İran'ın etkinlikleri rahatsızlık uyandırsa, alarm zilleri çaldırsa da şimdilik neden görmezden geliniyor?
    Tuğtan bunun sebebini "Mecburlar çünkü" diyerek açıklıyor. "Bağdat'ı IŞİD'den kim koruyacak?" sorusuna daha "kabul edilebilir" bir cevap verilmediği sürece de bu durum sürecekmiş gibi görünüyor.

    Hal böyleyken şu anda fiilen "Şii hilali" diye tanımladığımız araziyi, İran ya da İran'ın silahlandırdığı Hizbullah milisleri ya da Suriye gibi, "İran'ın desteklediği adamlar" koruyor.

    "Bu durumla ilgili bir "zımni rıza" olduğunu söyleyen Tuğtan, "ABD'nin tarihsel olarak Şiilerle bir derdi olmadı. Olsaydı İslam Cumhuriyeti öncesi İran'la iyi ilişkileri olmazdı. İlişkiler, Şiiler radikalleştiği için bozuldu. Şimdi bu durum ortadan kalkıyor ve fark tekrar kapanıyor" diyor.

    Söylediğine göre "Batı ve İran nükleer görüşmelerden özellikle bunu ayrı tutmaya çalışıyorlar. O yüzden de durum hiçbir zaman mevzu bahis olmuyor. Herkes biliyor ama kimse bahsetmiyor. ABD Irak'taki İran varlığını tanımak istemiyor; İran da ABD'ye Irak'ta destek verir konuma düşmek istemiyor."
    Peki İran malum sebepler dışında neden böyle bir şey yapıyor? Bangır bangır durumu ilan etmesi daha iyi değil mi?

    Tuğtan kabul etmekle birlikte İran'ın iç politika dengelerinin durumda bir anlamda belirleyici olduğunu belirtiyor:

    "İran bunu yaptığı ölçüde Irak'taki hegemonyası artıyor, kendisi geri çekildiği anda ABD'nin dolduramayacağı bir boşluk yaratıyor. İleride bunu "koz" olarak kullanacak. Daha ne olsun?" diyen Tuğtan, "Irak'a bu kadar angaje olmak İran iç siyaseti açısından keyif verici bir durum değil. Temkinliler. Bizdeki gibi bir fütuhat havası yok. Sefere çıkmak gibi görmüyorlar. Bizim Suriye politikasında hissedilen yayılmacılık yok. İran yönetimi Irak'ta yaptıklarını bu şekilde satamaz halkına" diye de ekliyor.

    Peki Kürtlerin ve Suriye'nin bu durum karşısındaki pozisyonu ne?

    Kürtler 1991'in acı hatıraları ve 2003 Irak işgalinin getirdiği iklim nedeniyle çıkması olası bir Sünni - Arap savaşından kaçıyorlar. O yüzden IŞİD saldırmadığı sürece Kürtler de IŞİD' e saldırmayacak diyen Tuğtan, Kürtleri Amerikan hava gücü, lojistik ve askeri desteğinin de güçlendirdiğini belirtiyor.

    Suriye ise durumdan karlı çıkan blokta, yan kazanımların rahatlığını sürüyor.

    "Esad, "Allah razı olsun" diyor bu duruma. Ne diyecek? Cenevre 2'de "görevden çekil" diyenler şimdi Esad'sız bu işin olmayacağını anladılar. Esad orta ve uzun vadede kalıcılığını garantiledi. ABD bu koşullar sürdükçe Esad'ı indirmek istemiyor. En azından 2013 baharından beri böyle bir şey yok" diyen Tuğtan, "bizimle" ABD'nin arasının bozulmaya başladığı zamanın da bu olduğunu söylüyor.

    Son olarak Türkiye'nin pozisyonunu ve neden net bir tavır sergilemediğini soruyoruz.

    Tuğtan soruyu başta söylediğimiz uluslararası dengelere de işaret ederek yanıtlıyor:

    "Musul'da mecburen destek vermek gerekiyor. Artık ABD politikasıyla bu kadar çatışıyor olmak bizim de kaldıramayacağımız bir yük haline geldi. Türkiye bu konuda resmi olarak ısrarla pozisyon almıyor. Normalde kabul etmeyecekleri bir durum ama mecbur, Irak ordusuna gönderilmiş malzemenin bir kısmı Kürtlere geçecek. Bunu sadece yüksek sesle söylemiyorlar. İşbirliğinde "Eğit donat"ın dışında bir şey olması mümkün değil. Türkiye Musul'da resmi pozisyonun dışında bir şey yapamaz zira bu hükümetin kaldıramayacağı kadar büyük bir dış politika başarısızlığı olur. Çünkü bizim bütün pozisyonumuz hem Irak'ta hem de Suriye'de Sünni eksenli belirlendi. Sünnilerin yaptığı doğru, diğerleri haksız diye değerlendiriyoruz. Zamanında IŞİD'i adaletsizliğe karşı Sünni öfkesi olarak açıkladık. Geldiğimiz noktada IŞİD'in yerel halktan Sünnilerin desteğiyle kontrol ettiği kasabaların ve kentlerin, İranlı subayların yönettiği İranlı milisler ve Şii Irak askerlerinden oluşan birlikler tarafından alınmasına yardım ediyoruz."