hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Utku Başar Utku Başar

    Ayasofya; din değil, iktidar mabedi

    10.03.2014 Pazartesi | 11:50Son Güncelleme:

    Yaptıran Justinianus da, koruyan Fatih Sultan Mehmet de Ayasofya’yı “iktidar” simgesi olarak gördü.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Başlıktaki değerlendirmeye katılmayabilirsiniz, ancak  Ayasofya'nın tarihine bakıldığında insanın aklına başka bir tanım gelmiyor.

    Siyasi fırtınanın gölgesinde kalsa da üzerine hassasiyet duyanlar için Ayasofya tartışması Patrik hazretlerinin geçtiğimiz hafta 14 Ortodoks kilisesinin temsilcileri ile yaptığı toplantıda buyurdukları üzerine milyonuncu kez yeniden alevlendi.  

    Kim ne diyor? 

    Özetle Patrik Bartholomeos diyor ki: Ayasofya Ortodoks ve Helen dünyasının en kutsal değerlerindendir, çok önemlidir. Din mabedi olarak açılacaksa yapılış amacına uygun olarak, yani kilise olarak açılmalıdır. Aksi takdirde, yani cami olarak açılırsa, Hristiyan dünyası buna mezhep farkı tanımaksızın tek vücut olup tepki gösterecektir. 

    Öbür tarafta, özellikle zaman zaman burayı hem cami hem müze yapacağız diyen hükümet üyeleri ve "Burası Fatih'in vakfı; kendisi ilelebet cami olarak kalmasını buyurdu. İslam'ın en büyük mabedlerinden İstanbul'un fethinin simgesi. Balkan Paktı'na kurulurken sahte imzayla müzeye çevirdiler, karar resmi gazetede yayınlanmadı, kaydı bile yok, tekrar cami olsa ne güzel olur, hatta yeniden camiye çeviren milletin gönlünde taht kurar" diyen tarihçiler var. 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Ayasofya; din değil, iktidar mabedi 

    Kavga bitmeyecek 

    Bu, aslında yüzyıllardır süren bir "iktidar" mücadelesi.

    Doğası dolayısı ile hiçbir zaman sonlanacak gibi de görünmüyor.

    Baştan söyleyeyim ben müzeciyim. Yapının cami ya da kilise olması da herkesin ziyaretine açık olduğu sürece çok umurumda değil. Yani kimin "iktidarı", kimin "iktidarına" galip gelirse gelsin ben kendi "iktidarıma" bakıyorum.

    Taraflar benim için aynı derecede haklı ve aynı derecede haksız.

    Kaldı ki ibadet ve "iktidar" kısmını bir kenara koyarsak, müze olarak kalsa bile Ayasofya zaten kendimi bildim bileli sürekli, bölümler değişse de, tadilatta.

    Yani aslında tamamıyla kimseye yar olmuyor.

    Varsın Patrik hazretleri Türkiye'yi bir haçlı seferiyle tehdit etsin; varsın  "Biz Cumayı burada kılacağız" diye yeni terlemiş hilal bıyıklarıyla kara yağız delikanlılar kapısına dayansın.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Sonuç değişmiyor.

    Ayasofya kendisine sahip çıkan Fatih'e ve yüzyıllarca kendisini ayakta tutan Sinan'ın desteklerine rağmen onların torunlarının marifetiyle içine doğru çöküyor.

    Neyse; 

    Asli yapılış amacı “iktidar” 

    Şu başlıktaki meseleye geri dönecek olursak, Ayasofya'nın tarihine baktığınızda aslında bu "iktidar" durumunun yapının bir anlamda "kaderi" hatta "asli yapılış amacı" olduğunu görüyorsunuz.

    Ayasofya’nın inşasına ilk olarak Hristiyanlığı Roma İmparatorluğu’nun resmi dini ilan eden İmparator Büyük Constantinus döneminde başlanmış.

    Kesin olan, kilisenin 15 Şubat 360’da oğlu 2. Constantinus tarafından açıldığı.

    “Megale Ekklesia”, yani “Büyük kilise” adı verilen yapı; geleneksel Latin mimarisi stilinde ahşap tavanlı bir bazilikaymış. 

    Ayasofya; din değil, iktidar mabedi

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Ayasofya 3 kez yakıldı, defalarca yağmalandı 

    20 Haziran 404’te Konstantinopolis Patriği Aziz Khrysostomos' un, İmparator Arcadius' un eşi imparatoriçe Aelia Eudoksia ile sürtüştükten sonra sürgüne gönderilmesi üzerine çıkan isyanlarda o dönemde oldukça tutucu ve Patrik'e bağlı olan halk tarafından yakılmış.

    Bundan birkaç yıl sonra tahta çıkan imparator 2. Teheodisios mimar Rufinos'a 415 yılında yapıyı ahşap çatılı bir kilise olarak yeniden inşa ettirmiş. 

    Bu kilise ise 532 yılında İmparator Justinianus'un “iktidarını”, yani merkezi otoritesini sağlamlaştırmak için yaptığı düzenlemeler nedeniyle dönemin güç odaklarıyla bozuşması sonucu çıktığı söylenen Nika Ayaklanması’nda tüm eski kentle birlikte yakılmış.

    Anlatılana göre isyanı şimdiki Sultanahmet Meydanı'nda, olayların merkezinde bulunan hipodromda 35-40 bin kişiyi öldürterek kanla bastıran Justinianus ise hemen yıkılan kenti imara girişmiş.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bazı tarihçilere göre günümüzdeki, yani üçüncü, Ayasofya işte bu süreçte İmparator’un gücünü, “iktidarını” belgelemesi için yaptırılmış.

    İnşaat için Miletli fizikçi İsidoros ve Tralles yani Aydınlı matematikçi Anthemius görevlendirilmiş. 

    İmparatorluğun dört bir tarafındaki tapınaklardan yontulmuş hazır malzemelerden faydalanılan ve yeni malzeme üretilmeden inşa edilen Ayasofya büyük ihtimalle bu yüzden 5 yıl gibi rekor bir sürede bitirilebilmiş.

    Örneğin Efes’teki Artemis Tapınağı’ ndan, Mısır’daki Güneş Tapınağı’ndan, Lübnan’daki Baalbek Tapınağı’ndan sütunlar getirilmiş.

    Yapıda 40 tanesi alt galeride, 64 tanesi üstte 104 sütün kullanılmış.

    Bu sütunların 6. yüzyıl olanaklarıyla nasıl taşınabildiği ise hala merak konusu.

    Kaplama ve sütunlarda kullanılan renkli taşlardan kırmızı porfir Mısır, yeşil porfir Yunanistan, beyaz mermer Marmara Adası, sarı taş Suriye ve kara taş İstanbul kökenliymiş.

    Kaynaklara göre inşaatta on binden fazla kişi çalışmış.

    Yapım çalışması 27 Aralık 537'de tamamlanan kilisenin açılışını İmparator büyük bir törenle kendisi gerçekleştirmiş. 

    “Seni yendim ey Süleyman!” 

    Bazı araştırmacılar yukarıda bahsettiğimiz bu “iktidar” durumu temellendirirken Ayasofya'nın o zamana kadar en büyük yapı olarak kabul edilen Hz. Süleyman'ın Tapınağı’ndan daha büyük olduğunu, İmparator Justinianus’ un ise halka yaptığı konuşmada "Ey Süleyman seni yendim" dediğini söylüyor. 

    Aslında Nika Ayaklanması sırasında, isyancıların eski imparatorlardan  "I. Anastasius'un yeğeni Hypatius'u hipodroma getirip el etek öpüp biat etmelerini" de göz önünde bulundurursak Justinianus'un bu tavrı daha da anlam kazanıyor.

    Zira anlatılana göre Justinianus aslında soylu bir aileden gelmiyor; dolayısı ile "iktidarı" elinden almaya çalışabilecek rakiplerine karşı iradesini meşrulaştırmak, gücünü dosta, düşmana diğerlerinden fazla kanıtlamak zorunda. 

    Yani Ayasofya'nın inşası aslında Justinianus'un ve Doğu Roma'nın tüm dünyaya evrensel ve tanrısal otoritesinin güçlülüğünü haykırmak için kullandığı bir araç.

    İmparator  da işte bu yüzden inşa edilecek yeni yapının çok görkemli olmasını istemiş. Tarihçilerin söylediğine göre bunun için de, büyük ihtimalle, dönemin diğer süper gücü Sasaniler'in Tizpon Sarayı kerteriz olarak alınmış. 

    Sonuçta, Ayasofya inşa edildiği dönemde bilinen dünyanın en büyük yapısı olmuş.

    İlk mozaikleri 565 ile 578 yılları arasında 2. Justinianus döneminde tamamlanabilmiş.

    Mozaiklerin yapımında altın, gümüş, cam, pişmiş toprak ve renkli taşlardan kullanılmış. İçerideki tasvirli mozaikler ise 9. yüzyıla tarihleniyor. 

    Ayasofya; din değil, iktidar mabedi

    Dünyada tek 

    Anlatılana göre Ayasofya İstanbul’a gelen yabancılar üzerinde öylesine büyüleyici, derin bir etki bırakmış ki, Bizans döneminde yaşayanlar Ayasofya’yı "Dünyada tek", "Singulariter in mundo", olarak nitelemiş.

    Ayasofya ismi ise Ortodoksluk mezhebinde tanrının 3 niteliğinden biri sayılan “kutsal bilgelik”, ya da “ilahi bilgelik” anlamına geliyor.

    İmparatorluk kilisesi olması dolayısı ile de imparatorların taç giyme törenleri kilisenin içinde, “Omphalion” olarak bilinen bölümde yapılırmış.

    13. yüzyılda 4. Haçlı Seferi sırasında Latinler İstanbul’u işgal edince, Ayasofya da tüm kent gibi yağmalanmış.

    Kent geri alındığındaysa harap haldeymiş.

    1453’teki Fetihten sonra camiye çevrilerek yine ibadethane olarak kullanılmış.

    Ancak zaman ve depremlerin etkileri dışında Ayasofya’da bir şey yıkılmamış.

    Osmanlı Ayasofya’ya iyi bakmış, sadece eklemeler yapılmış.

    Mesela yapının tunç kapılarındaki haçlar duruyormuş. İçerisindeki mozaikler ise 18. yüzyılda badana ile sıvansa da meleklere ve kanatlarına dokunulmamış.

    Açıkçası, bu durumun tek bir açıklaması var: Osmanlı bu izleri silmek istememiş.

    Araştırmacılar nasıl Müslümanlıkta Kuran, İncilleri yadsımıyor, aksine tamamlıyor kabul ediliyorsa, burada da caminin kiliseyi tamamladığını düşünüyor. 

    Diyar-ı Rum’un hükümdarı 

    Bazı tarihçiler ise ısrarla fetihle birlikte Fatih'in aslında ''Son Doğu Roma İmparatoru" olduğunu; Doğu Roma'nın iktidarının ve gücünün simgesi olan Ayasofya'nın da fetihten sonra olduğu gibi muhafaza edilmesinin Fatih'in Diyar-ı Rum üzerindeki irade, güç ve "iktidarını" gösterdiğini savunuyor.

    Yapının şimdiye kadarki en kapsamı bakımı Sultan Abdülmecid döneminde gerçekleştirilmiş. Fosatti Kardeşler’in yaptığı onarımın yanında Hattat Kazasker Mustafa İzzet Efendi tarafından yazılan 7.5 metre çapındaki 8 adet hat levhası bu dönemde ana mekanın duvarlarına yerleştirilmiş.

    “Allah, Hz. Muhammed, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin” yazılı bu levhalar İslam dünyasının en büyük hat levhaları olarak biliniyor.

    Aynı hattat kubbenin ortasınaysa Nur Suresi’nin 35. ayetini yazmış.

    Tüm bu Osmanlı eklemeleri en az mozaikler kadar Ayasofya'nın parçaları olarak o günden beri yapıyı zenginleştiriyor.

    Ancak Ayasofya tüm ihtişamına rağmen başta da konuştuğumuz gibi “iyi görünmüyor”. 

    Bir gidip eski kapının olduğu şimdi kapalı olan tarafta, ilk Ayasofya'nın kalıntılarını görün. Şimdikinin ikinci katına bir çıkın.

    Gözünüz yaşarır.

    Bu noktada, Ayasofya’yı sahiplenenlerin asli görevi bence karşılıklı olarak yapıyı ortak kültürün bir parçası olarak görmeseler dahi insanlık tarihinin, dünya kültürel mirasının parçası olarak korumak olmalı.

    Bırakalım “iktidar” yarıştırmayı.

    Müze olarak kalsın, müze.