hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Utku Başar Utku Başar

    En ölümcül kitle imha silahı!

    25.11.2013 Pazartesi | 17:18Son Güncelleme:

    Uzunluğu 880 mm, ağırlığı 3,5 kg. Şimdiye kadar 100 milyondan fazla üretildi. Fiyatı 30 dolar ve satışı serbest!

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Dünyanın bu tarafındaki hemen hemen tüm çatışma bölgelerinde karşınıza tanıdık o görüntü çıkar: Beyaz bir Toyota pick-up kamyonet ve üzerinde ellerinde “Keleş” leriyle “Resmi” asker olmadıkları her hallerinden belli bir düzine erkek. Genelde hepsi “Afrikalı”, “Komünist” ya da “Müslüman”. 

    Bu “Kimlik” değerlendirmesi objektif koşullar dışında tabii ki uluslararası konjonktüre ve eski “Demir perde” nin hangi tarafında olduğunuza göre değişiyor. “Beri” taraftaysanız “Keleş”, yani AK 47, yani Avtomat Kalasnikov; “Bizden” olmayan, “Kötü çocukların” silahı. “Öbür” taraftaysanız, “Özgürlük savaşçısının”, “Direnişin” sembolü. 
    Buradan bakınca önemsiz görünse de Mozambik Cumhuriyeti ve Hizbullah bayraklarına koyacak kadar bu sembole değer veriyor. Biri için Portekiz’den bağımsızlığını kazanırken verdiği savaşı, diğeri içinse silahlı mücadeleye bağlılığı simgeliyor.

    Dünyadaki aşağı yukarı bütün “Düzensiz kuvvetlerin” yanı sıra 107 ülkenin orduları ve güvenlik güçleri bu silahı ve aynı aileden türevlerini kullanıyor.

    Belki de ötekilerin yanı sıra özellikle Marksist silahlı gruplar tarafından da kullanıldığı için etrafında oluşan “Direniş” miti ve soğuk savaştan sonra bu temel üzerinde yeşeren algıyla bir pop kültür ikonu haline gelmesinden ve sadece ismin marka değerinin 10 milyar dolar olarak hesaplanmasından bahsetmeyeceğim. 

    Bir “Erkek çocuğu” olarak AK 47’nin tasarımına ve geliştirilen “Basit” mühendisliğe hayranlığımı da bir kenara koyarsak niyetim özelliklerini sayıp öldürmeye yarayan bir makinayı övmek de değil. 

    Ama bu kadar fazla tercih edilmesinin sebeplerini sırlamak gerekir:
     

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Kullanımı ve bakımı çok kolay.
     

    Her hava koşulunda ve şartta sorunsuz çalışıyor.
     

    Muadillerine göre çok hafif.
     

    En önemlisi de her yerde bulunabiliyor. Bölgeye göre ticareti ya serbest ya da kontrol edilemiyor.
     

    Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler’ in araştırmalarına göre Kalashnikov ailesinden silahlar imal edilmeye başlandıkları 1949 yılından itibaren 100 milyondan fazla üretilmiş. Kaç fazla olduğu ise bilinmiyor!
     

    Aslında AK 47’nin doğduğu ülke olan Rusya’nın dışında başka üretim merkezleri de var ama tüm dünyada bu kadar yayılmasının asıl nedeni, Sovyetlerin zamanında ucuz üretim maliyeti nedeniyle soğuk savaştaki müttefiklerine vermek için bu tüfekten bol bol üretmesi.
     

    Kısaca bu tüfekler dayanıklı olduğu ve ilk kullanımdan sonra da özellikle kayıt dışı silah ticareti nedeniyle dolaşımda kaldığı için dünyadaki tüm çatışma bölgelerinde varlığını sürdürüyor.
     

    Bunda bir diğer etken de tabii ki yaşıtları gibi teknolojik anlamda ömürlerinin sonuna gelmemiş olmaları. AK 47’ler çatışma alanlarında antika değil, işler ve etkili birer silah olarak yer alıyor.
     

    Fiyatları üretildikleri ve kullanıldıkları yere göre değişiyor.
     

    En büyük efsane Sovyet işgali sırasında Afganistan’da Hayber geçidindeki silah pazarlarında bir şişe Coca Cola’dan ucuz oldukları.

    Son 10 yıl içindeki rakamlar baz alınarak, Birleşmiş Milletler’in araştırmalara göre fiyat Romanya yapımı yeni nesil bir Kalashnikov için siparişin büyüklüğüne göre 240-500 dolar civarındayken, Afrika’da sürüm çok olduğu için eski bir AK 47, 30 dolara alınabiliyor. Balkanlar ve eski Yugoslavya’dan çıkan bir AK 47 ise Amerika ve Avrupa pazarlarına 50 ile 100 dolar arasında fiyatla giriyor. Hatta ABD’de internetten siparişle indirimli 640 dolara alabiliyorsunuz. Kargo bedava!
     

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Durum böyle olunca da AK 47’ler ve Kalashnikov ailesinden tüfekler dünyanın en kanlı savaşlarında, özellikle de “Devletsiz” ülkelerdeki iç çatışmalarda başrolde yer alıyor.
     

    Yazının başlığını “En ölümcül kitle imha silahı” diye atmamın sebebi de işte bu.
     

    Aslında biyolojik silahlar fiziksel olarak çok daha küçük ve daha fazla insan öldürebilirler. Ancak üretimleri ve ticaretleri konvansiyonel silahlarla, mesela bir AK 47 saldırı tüfeğiyle, kıyaslanmayacak şekilde sıkı denetleniyor ve kontrol altında tutuluyor.
     

    Atom savaşı ise soğuk savaş döneminde on yıllar boyu kendiliğinden işleyen “Karşılıklı yok oluş” teorisi nedeniyle zaten mümkün değildi.
     

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Yani terim 1937’de ilk kez kullanılmaya başlandıktan şimdiye kadar, bizim bildiğimiz kadarıyla, ilk aklımıza gelen “Kitle imha silahı” saldırılarında ölenleri toplarsak ki buna sadece Hiroshima ve Nagasaki’de atom bombalarıyla ölenler ile Saddam Hüseyin’in gazla öldürdüğü Kürtleri koyabiliriz, sayı 250 bini geçmiyor.
     

    En kaba hesapla bu sayı yaşam süresi boyunca AK 47’lerleden çıkan mermilerle öldürülmüş olabilecek insan sayısının çok altında.
     

    Aslında AK 47 lerin yaygınlaşmaya başladığı tarihlerden itibaren, kullanıldıkları kesin olan savaş ve çatışmada ölen toplam insan sayısı kaba hesapla 40 milyon. Yine kaba bir hesapla kurbanların sadece yüzde biri bir AK 47’den çıkan bir mermiyle öldürülse bu sayı 400 bin. Hesabı siz yapın: 250 Bin < 400 Bin.
     

    Aslında her ülkenin silah ithalat ve ihracatını düzenleyen belli kanunları var ama bunlar, özellikle yukarıda bahsettiğimiz gibi “Devletin ortadan kalktığı” ya da belirli şekillerde “By-pass” edildiği ülkelerde uygulanamıyor.
     

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Tahmin edebileceğiniz gibi özellikle silah ihracatçısı 6 büyük ülkenin gönülsüzce imzaladıkları ve içeriklerine müdahale ettikleri uluslararası anlaşmalar amiyane tabirle zaten “Allahlık”!

    Belki de tam bu noktada yazının konusunun çıkış noktasından bahsetmek, gündeme çengelini atmak gerekiyor.
     

    AK 47’nin tasarımcısı ve isim babası, 94 yaşındaki Mikhail Kalashnikov geçtiğimiz hafta hastaneye kaldırıldı. Bu yazı yazıldığı tarih ve saatte hala hayattaydı. Yayın gününde ne olur bilinmez ama yazıyı hala okuyorsanız gelişiminden anlayacağınız üzere meselemiz zaten bu değil. Geri dönecek olursak; Stalin ve Lenin Nişanlı, Sosyalizm ve Rusya Federasyonu kahramanı madalyalı ve AK 47’nin yaratıcısı işte o Kalashnikov diyor ki “ Ben ülkemin sınırlarını korumak için bir silah geliştirdim. Kullanılmaması gereken yerlerde kullanılması benim hatam değil. Bunun için daha çok politikacılar suçlanmalı” diyor.
     

    Gerçekten öyle mi, gelin birlikte bakalım.
     

    Geçtiğimiz Nisan ayında Birleşmiş Milletler’ de 154 ülkenin “Yürütücü” politikacıları uluslararası silah ticaretini düzenleyen, daha doğrusu sınırlaması ve kontrol etmesi düşünülen bir anlaşma imzaladı. Ceasfire Dergisi’nden Kirk Jackson’dan devşirmeyle; Daha anlaşma masadayken, Britanyalı bir diplomat, Chris Wright, Huffington Post’a yazdığı blog yazısında “Anlaşma müttefiklerimize silah ihraç etmemizi engellemeyecek” dedi. “Birleşik Krallık Silah İhraç Politikası Departmanı”, “Ortadoğu’daki müttefiklerimiz müsterih olsunlar. Anlaşma hali hazırda geçerli olanların üzerinde yeni bir sınırlayıcı kanun içermiyor, gerektiği ve istedikleri zaman bizden silah alabilecekler” mealinde bir açıklama ile silah ticaretinin “Alıcı” ayağındaki “Müttefiklerini” rahatlatmaya çalıştı. Ticaretin “Satıcı” kısmındaki “Britanya silah lobisi” nin içini ferahlatmak ise Britanya Dışişleri Bakanı William Hague’ ye düştü. Bakan, “Anlaşma yasal silah ticaretini lekelemeyecek, aksine koruyacak” deyiverdi. Yani ilk etapta silahsızlanma yolunda olumlu bir adım gibi görülse de “Politikacıların” yaptığı açıklamalar henüz uygulamaya geçmeden anlaşmanın samimiyetine gölge düşürdü.
     

    Ötesinde, anlaşmanın muhteviyatı incelendiğindeyse “Yetmez ama evet” bile denebilecek bir durum olmadığı gerçeği ortaya çıkıyor.
     

    Detaylarına girmeden genel eleştirileri sıralayalım:
     

    Anlaşma çatışma bölgelerine ya da “Şüpheli” rejimlere silah ticaretinin ancak
    “Öncelikli” (Overriding) bir risk varsa engellenmesi gerektiğini söylüyor. Bu subjektif bir kriter ve silah ticareti yapan bir ülkenin “Milli” menfaatleri, soykırım yapması muhtemel Afrikalı bir darbe generaline silah satmaktan daha “Öncelikli” olabilir.
     

    Anlaşma, satışlarla ilgili bir raporlama ve kayıt sistemi geliştirilmesi ve uygulanmasını gerektirmiyor. Bunun ötesinde imzacı ülkeler ticaret esnasında “Hassas ticari konuları” ve “Milli güvenlik ile ilgili” bilgileri kendilerine saklamakta özgürler. Daha önemlisi sattıkları silahın model, miktar ve türünü yazmaları gerekmiyor. Dolayısı ile anlaşmanın uygulamaya geçtikten sonra, kimin kime ne sattığı, anlaşmanın gerçekten işe yarayıp yaramadığı, silah ticaretini engelleyip engellemediği kontrol edilebilir değil.


    Bazı silahlar anlaşma dışı. Ticaret sırasında satılan silahın mühimmatının miktarı ve muhteviyatı ile ilgili herhangi bir bilgi verilmesi gerekmiyor.
     

    Anlaşma iki ülkeler arasındaki ticaretin “Ortak savunma anlaşmaları” bünyesinde gerçekleştirilip denetim dışında gelişebilmesine olanak sağlıyor.
     

    Uluslararası bir cezai bağlayıcılığı yok.
     

    Anlaşmanın en önemli maddelerinden biri ise “Devletlerin kendilerini savunma hakları çerçevesinde yasal olarak konvansiyonel silahlar “edinebilme, ihraç edebilme, üretebilme ve transfer edebilme” hakları olduğuna saygı gösterilmesi gerektiği.
     

    Yani şu anda dünya üzerindeki çatışmaları, olamıyorsa buralarda kullanılacak silahların ticaretini önlemesi gereken Birleşmiş Milletler’ de hazırlanan silah ticareti anlaşması, aslında silah tüccarlarına çaldıkları mızrak için çuval dikiyor ve silah ticaretini “Yasallaştırıyor”!
     

    E bu anlaşmayla ticareti daha rahat yapılabilen AK 47’er de petrol, gaz, elmas ya da “Siyasi” “Müttefik” motivasyonlarla, belki bir çocuk askerlerin, belki “teröristlerin” elinde insan öldürmeye ve dünyanın en ölümcül kitle imha silahı ünvanını korumaya devam ediyor.
     

    Herkese iyi haftalar.

    u.
     

    Not: Çad ve Libya arasında başta bahsettiğim Toyota pick-upların adıyla anılan bir savaş bile var. Özellikle Hilux modeli çatışma bölgelerinde en az AK 47’ler rağbet görüyor. Çünkü çok dayanıklılar. Başka bir yazıda onlardan da bahsederiz. Umarım bunun kadar iç karartıcı olmaz.