hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow

    "Ergenekon'un arkasında ekol çatışması var"

    Ergenekonun arkasında ekol çatışması var
    expand

    Mehmet Mollaosmanoğlu'nun ikinci romanı Ata Mezarlığı geçtiğimiz günlerde GOA Yayınları tarafından yayınlandı. Mollaosmanoğlu kitabını CNN TÜRK’ten Reyhan Yıldız’a anlattı.

    "Orijinal Tevrat'ta Tanrı ya da İlah (Eloha) yerine, neden çoğul (Elohim) kullanılmıştı? Bugünkü Eski Ahid'de (Tevrat) neden Eloha haline geldi?”

    “Onuncu gezegenin ipuçları Sümerlerde. Sümerler Zigguratları neden yapmışlar? Onuncu gezegenle irtibata geçmek için...”
     
    Otobiyografik bir niteliği de olan ilk romanı Ataerkil’de böyle sorulara, iddialara yer veriyordu Mehmet Mollaosmanoğlu. Genç bir mimarın başından geçen gizemli olayların anlatıldığı kitabını 'Secret' kitabının roman versiyonu olarak tanımlıyordu.

    Mollaosmanoğlu Ata Mezarlığı adlı ikinci kitabında da Atacama Çölü'nde, uluslararası bir komploya karışan üç arkadaşın macerasını anlatıyor.
     
    Bu kez de “Dünya'nın kesin sahibi olmak isteyen Evangelist güçler, Mimar Engin'i Irak'ta faal bir ziggurat inşaatı yapmaya ikna ederse, köklerine ve değerlerine müdahale edildiğini düşünen İndo-Cermen gizli örgütler ölüm pahasına buna karşı çıkarsa Dünya'da neler olur?" sorusunun yanıtları aranıyor. Mehmet Mollaosmanoğlu Ata Mezarlığı ile ilgili sorularımızı yanıtladı. 
     
    - İlk kitabınız Ataerkil’de Sümer ve Babil tabletleri, kuantum fiziği, reankarnasyon, eski çağlardan günümüze dini inançlar vs... konularında ilginç tesbitlerde bulunuyor, düşündürücü anektodlar veriyordunuz. Ata Mezarlığı’nda bu anlamda neler var?
     
    - Günümüzdeki olaylara geçmişten pencereler açıyor, neler olmuş hatırlatıyorum. Neden? Çünkü eski Sümer tabletlerinde sık karşılaşılan bir deyim var; “Geçmiş geleceğin kehanetidir”.
     
    Hani derler ya “Tarih tekerrürden ibarettir” diye, herhalde bu düşüncenin kadim şekli de bu ifade. Geçmişi bilirsek geleceğimizi de belirlemenin mümkün olduğuna inanıyorum.
     
    Zira teknoloji ilerlese de insan ilişkileri fazla değişmemiş. Egolar, savaşlar, yıkımlar şekil değiştirmiş belki ama özü ve çıkış noktası hep aynı kalmış. Dinsel ve ırksal değerler tabu haline getirilip, insan olma ayrıcalığı göz ardı edilmiş.
     
    Bu yüzden geçmişe pencereler açarak günümüz hayatını sorgulamaya çalışıyor ve büyük yıkımların neden-niçin olduğunu sorgulamaya çalışıyorum. Sümer uygarlığı ve tabletleri de bu anlamda ilgimi çekiyor. En eski, en fazla belge de o dönemlerden kalma zaten. Asurlar’a, Mısır’a, Uzakdoğu’ya da gidebilirsiniz, sonuç çok fazla değişmez tabii.
     
    Ata Mezarlığı’nda çıkış noktam, Bolivya’da bir tepenin altında ziggurata çok benzeyen bir yapının mevcudiyeti… Akapana adlı tepenin altındaki tapınağın ne gibi sırlar içeriyor olabileceğini, yukarıda anlattığım bilgiler ışığında kurguladım.
     
    Roman kahramanı Mimar Engin, Bolivya’daki bu tapınağın sırrına ulaşmak için yola çıkıyor. Olaylar da bu süreçte giderek karmaşık bir hal alıyor ve uluslararası entrikaların tam ortasında buluyor kendini. İşin içine uluslararası örgütler de giriyor.
     
    - Hangi örgütler mesela? Bu günlerde gizli örgütler neredeyse hayatımızın bir parçası oluverdi biliyorsunuz.
     
    - Şili’de Pinochet döneminde askeri cuntaya sırtını dayayan Colonia Dignidad adlı Alman örgütü bir zamanlar dünyanın en tehlikeli örgütlerinden biriydi. Ancak Şili’de demokrasinin yeniden tesis edilmesinin ardından şimdilik dünya sahnesinden çekildiler. Olay Güney Amerika’da geçtiği için bu örgütten yola çıkıyorum.
     
    Dediğiniz gibi gizli örgütler Türkiye’nin de gündeminde. Ergenekon malum... Aslında az bilinen bir konu bu. Binlerce yıldan bu yana dünyanın sosyal ve ekonomik düzenine sahip olmaya çalışan iki temel grup var.
     
    Bugün birisine ‘Amerikan Ekolü’, diğerine ise ‘Alman Ekolü’ deniyor. Binlerce yıllık Sami-Ari ırklarının savaşı bu. Bazı mücadelelerin demokratik sınırlar içerisinde yapılması pek mümkün değil. İşte burada devreye gizli örgütler giriyor.
     
    Bunlar, hükümetlerle alakası yokmuş gibi görünürler ancak hükümetin temsil ettiği kültürler için savaşırlar. Türkiye’de Ergenekon kısmen deşifre oldu ancak derinine inilmedi, inilemedi. Anadolu toprakları binlerce yıldır Sami-Ari mücadelesinin tam ortasında yer aldı.
     
    Bugün de Amerikan-Alman Ekollerinin kıskacında. Alman Ekolünün beslediği Ergenekon’un uğradığı bu hezimetin arkasında, bu günkü hükümetin destek verdiği Amerikan Ekolü var kesinlikle. Bu güne kadar bilinen ama üzerine hiç gidilememiş bir konuydu bu.
     
    - Zigguratlarla çok ilgilisiniz, ilk kitabınızda da zigguratların izinden gidiyordunuz. Kitabınızda geçen, zigguratların yaşamın bütün bilinmeyenlerinin sırrını barındırdığı bilgisi sizin kurgunuz mu, buna gerçekten inanıyor musunuz?
     
    - İnşaat mühendisiyim. Babil Kulesi her zaman ilgimi çekti. Hatta oradan esinlenerek hazırladığım projelerim mevcut. Kat kat küçülerek gökyüzüne doğru uzanan bahçeler fikri belki bugün ütopya, ama geçmişte yapılabilmiş.
     
    Babil Kulesi’nden yola çıkınca, öncelleri olan zigguratları görüyoruz. Ne var ki bu tür tapınakların artık sadece kalıntıları var. Ama ilginçtir, Güney Amerika’da ziggurat benzeri yapılar inşa edilmiş o dönemlerde. Zigguratların hangi sırları taşıdığı bugün de tam olarak bilinmiyor.
     
    Fakat kadim belgeler dünya dışı bir uygarlıkla iletişim kurulan bir nevi rasathaneler olduğunu söylüyor bu yapıların. Ata Mezarlığı’nı da bu bilgiler ışığında kurguladım. Elbette insan inanmadığı bir şeyi, gönlünü-ruhunu vererek yazamaz.
     
    Bu nedenle diyorum ki; zigguratlar, geçmişin bütün gizlerini içinde barındıran ve bize anlatılmayan bir tarihin detaylarının saklı olduğu gelişmiş bir zekanın ürünü olan dev hacimli yapılardır.
     
    - Çok eski çağlarda, teknolojisi çok gelişmiş dünya dışı uygarlıklardan gelen canlıların Mezopotamya bölgesinde yaşayan ilkel insan toplulukları ile iletişime geçtiğini, yeryüzündeki insanların astronomi başta olmak üzere birçok bilgiyi onlardan edindiği şeklinde bir iddanız yer alıyor kitapta. Bu iddianızı da Sümer tabletlerine dayandırıyorsunuz?
     
    - Bugün on binlerce Sümer tableti deşifre edilmiş durumda ve bunlar değişik yayınlarda, detaylı olarak anlatılıyor. Bunlardan Zecharia Sitchin adlı Rus Sümerologun ‘Yeni Dünya Tarihi’ adlı sekiz ciltlik serisi en dikkate değer olanı. Şöyle düşünüyorum; elimizde Tevrat’ın, İncil’in orijinali yok.
     
    Özellikle Tevrat, diğer kutsal kitaplara göre dünya tarihi ile ilgili daha fazla detay içeriyor. Bir nevi tarih kitabı işlevi de görüyor. Kutsal kitaplardan başka elimizde bir de deşifre edilmiş Sümer-Asur-Babil tabletleri var. Şimdi biz orijinalinden takip etsek bazı olayları daha sağlıklı bir sonuca ulaşmaz mıyız?
     
    Kaldı ki, kutsal kitapları ele aldığımızda zaten onların da bu tabletleri referans aldığını görüyoruz. Benim için ilginç olan bu... Tabletler geçmişte neler olduğunu teferruatlarıyla anlatıyor. Efsane ya da mit gözüyle bakanlar var ama, öyleyse güneş sistemini, dokuz gezegeni, burçları, daha uzak yıldız sistemlerini nereden biliyorlardı, diye sormak lazım.
     
    Tabletlerde “Krallık gökyüzünden dünyaya indiğinde....” diye başlayan pek çok metin vardır. İnenlerin dünya yaşamına müdahaleleri de anlatılır detaylarıyla… Demek ki, dünyadaki ilkel yaşamlar genetik düzenlemelerle ‘arzu edilen’ seviyeye yükseltildi. Ve bu ‘yeni’ insanlar uzaydan gelenleri Tanrı olarak kabul etti.
     
    - Ata Mezarlığı, ilk romanınız Ataerkil-Müdahalenin Romanı’nın devamı mı?
     
    - Bir yıl önce Ataerkil yayınlandığında onun bir seri olmasını arzu etmiştim. İki, üç hatta dört bölümlük bir kitap yazmayı düşünmüştüm. Zira ele aldığım konu tek kitapla halledilebilecek gibi değil, çok kapsamlıydı. Sanırım başlangıçta planladığım gibi olacak.
     
    Çünkü Ataerkil’de anlatmak istediklerimin tamamını anlatamadım. İkinci kitabı, Ata Mezarlığı’nı yazdım. Aynı kahramanlarla yola çıktım. Ata Mezarlığı’yla Ataerkil birbirinin devamı gibi görünse de tam olarak öyle değil aslında, birisini anlamak için diğerine ihtiyaç yok.
     
    Ataerkil’de daha çok ruhsal sorgulamalar yaparken Ata Mezarlığı’nda önceki sorgulamaların gerçek hayattaki yansımaları var. Ataerkil biraz otobiyografik biraz da felsefi özellikleriyle öne çıkarken, Ata Mezarlığı tamamen aksiyon…
     
    - Üçüncü kitap yine Mimar Engin’in maceralarını mı anlatacak?
     
    - Ata Mezarlığı da Ataerkil gibi soru işaretleriyle bitti. Hikayenin üçüncü bölümü yani üçüncü bir kitap mutlaka olacak. Ama şimdilik ‘Ata’ serisine biraz ara vermeyi tercih ettim.
     
    Üçüncü kitabım ‘Cennet Ayracı’ konu olarak çok farklı ama o da benzer şekilde felsefi sorgulamalar yapıyor, gerilim unsurları taşıyor. Ağustos’ta yayınlamayı düşünüyorum.
     
    - Bir yazar olarak nasıl bir okur kitlesi hedefliyorsunuz?
     
    - İnsanlarda din, dil, ırk saplantıları çok fazla, büyük bir çoğunluk dört köşe düşünüyor. Yazık ki yaşama geniş bir yelpazeden bakabilen çok az insan var. Kitaplarım, hayata dair sorular soran, kalıplar- şablonlar içine hapsolmamış, yaşama geniş bir yelpazeden bakmayı becermiş okurlara hitap ediyor.
     
    - Ata Mezarlığı kimlerin ilgisini çekecek, kimler okuyacak?
     
    - Gerilim-macera türünden hoşlanan okuyucuların ilgi alanında olabileceğimi düşünüyorum. Tam olmasa da Stephen King tarzına yakın belki. Yakın diyorum, zira mantık sınırları dışına çıkmamaya özen gösteriyorum. Belki de yeni bir okuyucu kitlesi oluştururum, kimbilir.
     
    - Ata Mezarlığı’nı yazmak için nasıl bir araştırma yaptınız, neler okudunuz?
     
    - Çok uzun yıllardır fizik bilimine meraklıyım. Son yıllarda kuantum fiziği pek çok kabulleri yerle bir etti biliyorsunuz. Bunun yanında dinler tarihi, uygarlığın evrelerini okuyor, araştırıyorum.
     
    Bu günlerde 1940’lı yıllarda bulunan Kumran Yazıtları’nı okuyorum ki Hristiyanlığın ilk yıllarından kalma orijinal metinlerdir bunlar. Son zamanlarda yerel Güney Amerika dillerine merak saldım. Şili-Peru-Bolivya üçgeninde konuşulan Quechua ve Aymara lisanları çok ilgimi çekti.
     
    Doğduğum ve yaşadığım şehir olan Alanya’nın eski adını araştırırken çıktı karşıma bu diller. Alanya’nın eski adının Coracesium-Korakession gibi farklı telâffuzlarına rağmen kökeninin bu dil olduğunu, Anadolu’da Hititler’den önce Kosseanlar-Kassiteler diye bir uygarlığın yaşadığını ve dil yapılarının yukarıdaki iki yerel dille aynı olduğunu keşfettim.
     
    Keskin Anadolu-İnka bağlantıları buldum akabinde. Burada birkaç paragrafla anlatılacak şeyler değil bunlar ama, beylik bir laf vardır; ‘Dünyada hiçbir şey bildiğiniz gibi değil’ diye.
     
    Araştırmak, okumak gerekiyor. Kitabımın sloganıyla bitireyim söyleşiyi; “Tarihin kuytusuna itilmiş gerçekleri konuşma vakti geldi artık, çünkü Bilgelik Çağı kapınızda…”
    Sıradaki Haberadv-arrow
    Sıradaki Haberadv-arrow