hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow

    Komutan dedi ki: Olur böyle şeyler

    Komutan dedi ki: Olur böyle şeyler
    expand

    KKTC'de askerlik yaparken terhisine beş gün kala disiplin koğuşu Disko'da gördüğü işkenceyle öldürülen Uğur Kantar'ın kardeşi soruyor: "Masum askerleri dağda öldürene terörist diyorlar. Abim de masum bir askerdi. Onu öldürenlere ne diyeceğiz?"

    KKTC'de askerlik yaparken terhisine beş gün kala disiplin koğuşu Disko'da gördüğü işkenceyle öldürülen Uğur Kantar'ın ailesi Radikal'den Berrin Karakaş'a konuştu.

    Uğur Kantar’ın üç kız kardeşi günlerdir okula gidemiyorlar. Annesi bir odada, babası bir odada taziyeleri kabul ediyor. Annenin konuşmaya mecali olmadığından baba Aydın Kantar salona alıyor beni. “Bana sizlerin varlığı takat veriyor. Ahmet, Mehmet, Veli hiç önemli değil Uğur’un hakkını arayanın ben kölesi olurum. Kim olursa olsun. Aramak zorundayız ki başka çocuklar, başka Uğurlar ölmesin” diyor.

    Genelkurmay Başkanı’nı, Adalet Bakanı’nı, çocukları askerde aynı acıları yaşamış aileleri de hak aramaya çağırırken, taziyeye gelenlerden biri “Böyle konuşuyorsun ama bak biz fakir insanlarız, gücümüz yetmez” diye uyarıyor. Bir başka köşede Uğur’un ölümüne dair hazırlanan iddianameyi okuyan bir başka arkadaşı “O ne demek. Hukuk diye bir şey var. Hangi zamandayız!” diye müdahale ediyor. Uğur’un ölümünden sonra gazetelerde çıkan “Aileye sopalı bıçaklı saldırı” haberlerini sorduğumda “Evin önüne park ettiğimiz arabayı bahane etmişler. Kavga öyle çıkmış. Ellerinde bira şişeleri, bıçaklar, sopalar, 70-80 yaşında taziyeye gelmiş ihtiyarlara saldırdılar. Bir tanesi bile mahalleden değildi. Bilmiyoruz kimdiler. Allah’tan polis geldi tam zamanında” diyor Aydın Kantar.

    Uğur askere gitmeseydi babasının tabiriyle “Gemiye gidecekti”. Gemide çalışması için istenen check up Allah’ın bir lütfu babasına göre. Oğlunun ölümünü “Epilepsi hastası” diye kapatmaya çalışanlara ‘Aslan gibi’ olduğunun kanıtı. “Madem epilepsi, askere neden alıyorsun?” sorusu da cabası.

    İki askere emanet etmedik abimi

    Uğur’un 80 gün boyunca komada kaldığı GATA’dan gelen ölüm haberiyle birlikte bu açıklamayı yapan babaya gerekli telefonlar edilmiş ve “Halkı askerden soğutuyorsunuz” uyarısı gecikmeden yapılmış. “Vatanseverlik iki dudağın arasında değil. Vatanseverlik yürekten gelen bir şey. Ben vatanımı milletimi sevmeseydim 19 yaşındaki çocuğu askere göndermezdim. Ben beklerdim ki Türk milletinden, ailesinden özür dilesinler ilk önce. ‘Biz bir yanlışlık yaptık’ desinler. Çünkü Uğur’un ruhunu incitmişlerdir” diyor Aydın Kantar. Babanın elindeki sağlık raporuyla birlikte ve de işler büyüyünce özür dilese de üst rütbeliler, Kantar ailesinin tek isteği bu sorumsuzluğun cezasının sadece iki er gardiyana değil, komutanlarıyla kurumuyla bütün sorumlulara çıkartılması. “Biz iki askere emanet etmedik abimi, bir kuruma emanet ettik” diyor kardeşi.

    Öyle bir ışık açtı ki

    Uğur’dan geriye son kalan, GATA’da cep telefonuyla gizlice çekilmiş, ağzından burnundan boruların geçtiği bir fotoğraf. Flu fotoğraf avucunun içinde flu olmayanı anlatıyor babası; “Bu kare ölüme kadar benimle işte. Hastaneye geldiğinde zaten ölüydü Uğur. Bacaklarını görseydiniz, haşlamışlar çocuğu. Ben öyle deri görmedim. Sekiz gün susuz kalmış. Serum taktıklarında idrarından kan geliyordu. Böbrekler kurumuş…” Sözü yanı başımızda sessiz sessiz ağlayan halası alıyor, “Vahşi hayvanlar gibi, vahşi hayvanlar gibi…” diye tekrarlıyor.
     
    “Hayvan böyle yapar mı abla? Sen hayvana zarar vermesen o bile yapmaz” deyip fotoğrafa dönüyor yine baba, ışıklanıyor yüzü, değiyor sesi: “Uğur’u keşke sen tanısaydın o kadar sıcakkanlı, şerefli, haysiyetli, o kadar düzgün bir çocuktu ki. Bana bir gün karşı gelmemiştir. Ölümüyle de öyle bir ışık açtı ki insanlara, bu disiplin koğuşlarında olanları göstererek insanları öyle bir uyandırdı ki kendini feda etti. Bunlar ‘İnsanları biz böyle öldürüyoruz’ diye ibretlik bir deneme tahtası yapmışlar Uğur’u. Beş gün kalmış tezkeresine, ne yapabilir bu çocuk? “

    Bunu erkekten saymayın

    “Bir oğlunuz daha olsa gönderir miydiniz askere?” soruma çekine çekine cevap veriyor Aydın Kantar: “Benim Uğur’dan canım yandığı için…” deyip susuyor. Sonra; “Bu olay başkalarının başına gelseydi bu soruya acaba nasıl cevap verirlerdi” diye sorup ekliyor: “Bu korku bende olduğu sürece gönderirim diyemem. Bu işkenceden dolayı göndermem. Gönderemem. Bu vahşeti yüreğim kaldıramaz. Bu korkuyu bana musallat ettiler. Gönderseydik de gece gündüz kapısında yatardık.” Geçen hafta aileyi ziyaret eden “Barış için vicdani ret” grubunun ziyaretine geliyor sohbet. “Vicdani ret nedir bilmiyorum” diyor Aydın Kantar. Kısaca anlatıyorum ve alıyorum cevabımı: “Bizde askere gitmeyene derler ki aman askere gitmedi bunu erkekten saymayın. Bu psikoloji, bu baskı varken, böyle bir şeyi 19 yaşındaki hiçbir delikanlı kendine konduramaz. Ama gitmek istemiyorum diyen insana da saygı duymak lazım. Gitmek isteyene de…”

    Muradı içinde kaldı

    Acemi birliğinden geldikten sonra “Anne baba ben Kıbrıs’a gitmesem keşke. Orada çok işkence yapılıyor. İnternette araştırdım. Firar edeyim başka yere versinler” diyor Uğur ama aile gitsin diye ısrar ediyor. Askerden ettiği telefonlarda “Baba dua edin ki cezaevine girmeyeyim. Hata yapabilirim. Oraya giren sakat çıkıyor” diye anlatıyor. Ve sakat bile değil, neredeyse ölü çıkıyor.

    Oysa en son telefonunda uçak biletini aldığını, geriye bir tek annesine, kardeşlerine hediye almak kaldığını, kendisine yeni giysiler aldığını anlatıyor. “Anne gelince çok sarılacağım sana. Bak uçağın numarasını unutma” diyor sürekli. Bunları anlattıktan sonra iki gün önce gittikleri mezarlıkta olanları anlatıyor halası. Annesinin “Oğlum sen bana sarılamadın” deyip oğlunun toprağına nasıl sarıldığını. “Çocuğun her şey gözünde kaldı. Çocuğun muradı içinde kaldı” diyor sonra.

    Ebru Gündeş’e de olmuştu

    “Yedinci ayın 18’inden sonra ses çıkmadı Uğur’dan” diyor Aydın Kantar. Telefonlarına verilen cevap; “Uğur kampta”. Sonra bir telefon geliyor, ses diyor ki, “Uğur’un ateşi 42 derece. Buraya gelin…”

    Malatya’daki babası Kıbrıs’a gitmeye çalışırken İstanbul Havaalanı’nda bir telefon daha geliyor: “Siz gelmeyin biz GATA’ya getiriyoruz”. Uğur GATA’da yatarken avukatla birlikte Kıbrıs’a giden, komutanlarla konuşan babaya “Güneş çarptı Uğur’u. Olur böyle şeyler. Ebru Gündeş’e de olmuştu” diyor albay. “Siz ne dediniz?” sorumun cevabı; “Komutanım 16’sında bizimle konuştu, sapasağlamdı. Hadi güneş çarptı, sade bunu mu çarptı? Zaten bir serumlu gideriyorsun onu. Ebru Gündeş hanımefendinin beyninde bir damar çatlağı oldu. ‘Böbrek mi gitti, ciğer mi gitti?’ dedim.

    Biz sıkıştırdıkça da farklı yönlere çekiyordu. Güzel ağırlamalar, altımıza araba verip Girne’ye göndermeler. Ama askeri savcıdan çok memnunum. Beyefendi gibi beyefendidir. Delillerin üzerine gitti. Ciddi bir vaka olduğunu, ciddi bir işkenceyle bu çocuğun bu hale geldiğini söyledi, bizi bilgilendirdi. GATA’daki doktorlardan da çok memnunum. Çok ilgilendiler.”


    Her gün acımız bine katlanıyor

    GATA’dan konuşurken gazetelerde yer alan “Anneyi GATA’ya sokmadılar” haberlerine geliyoruz. “O konuyu çok çarpıttılar. Hastaneye girdik. Sadece misafirhaneye girerken ‘Baş örtüsünü kelebek bağla’ dedi kapıdaki görevli” diyor Aydın Kantar. Sonra hastane günlerini anlatıyor; “Ancak yaşayan bilir. 80 gün, 80 gece Uğur’un yanında kaldım, bana 80 sene geldi. Bu çocuk Kuzey Kıbrıs’ı Güney Kıbrıs’a satsaydı yine cezası bu olmamalıydı. 15 ay yaptı bu askerliğini. Beş gün kala benim çocuğum alındı. Göz göre göre katlettiler. Esire bile götürüp suyunu yemeğini veriyorsun. Ben ölene kadar Uğur’u göremiycem. Bütün sorumlular da ölene kadar ceza alsın. Benim oğlum yapmış olsaydı böyle bir işkenceyi katiyen arkasında durmazdım. Avukat bile tutmazdım. Ömür boyu affetmezdim oğlumu. Bizim isyanımız devlete, Genelkurmay’a falan değil. İsyanımız sorumlulara. Her gün acımız bine katlanıyor. Bine katlanıyor, bine katlanıyor, bine katlanıyor….”
    Sıradaki Haberadv-arrow
    Sıradaki Haberadv-arrow