hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow

    Kemal Kılıçdaroğlu'ndan Salih Müslim sorusu: 'Bay Recep yiğitsen açıkla'

    { title }

    SONRAKİ VİDEO

    CHP lideri Kemal Kılçdaroğlu, kendisine "Bay Kemal" diye hitap ederek, 'PYD/YPG , PKK terör örgütü müdür, yiğitsen açıkla' diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan'a, "Vallahi de billahi de ben yiğidim, Anadolu'nun yiğidiyim, Köroğlusu'yum, efesiyim. Açıklayacağım şimdi, yüz sefer söyledim, meydanlarda söyledim, gazetelerde söyledim, bir daha söyleyeyim: Bunlar terör örgütüdür" diye yanıt verdi. Kılıçdaroğlu, daha sonra PYD'nin terör örgütü olarak tanımlandığı ilk mahkeme kararını göstererek, "Şimdi ben sana soruyorum Bay Recep, gözlerinden öptüğüm Recep, sen mahkeme kararına, Yargıtay kararına rağmen, hangi vatansever duygularla Salih Müslim'i Ankara'ya davet ettin, ayağına kırmızı halılar serdin? Yiğitsen açıkla" diye sordu.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu partisinin hafta sonu yapılan 36. Olağan Kurultayı sonrasındaki ilk grup toplantısında, konuşmasına kurultaya değinerek başladı. Kılıçdaroğlu'nun konuşması özetle şöyle:

    Kurultayla ilgili açıklamalar

    "Önerilerimizle gerçek anlamda bir demokrasi şölenini gerçekleştirdik. Hiçbir partide olmayan en küçük ilçeden en büyük ile kadar seçimle gelmiş, kurultayda da genel başkanları seçimle gelmiş, 21. yüzyılda demokrasinin askıya alındığı bir yüzyılda hep birlikte yazdık. Bu hepimizin ortak tarihidir. Parti Meclisi'ne (PM) bu kadar başvuru olur mu diye eleştiriler geliyor. 488 arkadaşımız başvurmuş, bu güzel bir şey. 488 arkadaşımız 'Ben de karar sahibi olmak, söz sahibi olmak istiyorum' diyorsa bu güzel bir şey. Hiç kimsenin unutmaması gereken bir gerçek var, CHP'yi yönetenler atamayla değil, seçimle işbaşına gelir. CHP'yi başka partilerle karıştırmamak gerekiyor. Demokrasi kültürümüz var, bu yeterlidir bu yetersizdir ama bugün için bu olağanüstü şartlarda biz bu demokrasi şölenini gerçekleştirdik. Bu çok önemli. 60 PM üyemizin 8'i Bilim Kültür Platformundan seçildi, 52 arkadaşımız  da bunun dışında. Yüzde 33 cinsiyet, yüzde 10 gençlik kotamız, bir arkadaşımız da yurt dışı temsilciliklerimizin seçtiği bir adaydı, onu da ekledik buraya ve PM'mizin 60 üyesini seçerek kurultayımızı tamamladık.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Muharrem İnce'den çarpıcı açıklamalar: Partiyi mutlu bir azınlık ele geçirdi

    Deniz Baykal ve Enis Berberoğlu mesajı

    Bu kurultayın kısa açış konuşmasında da söylediğim gibi, bir; Sayın  Deniz Baykal aramızda değil, tedavi görüyor, dualarımız kendisiyle idi, inşallah kısa sürede sağlığına kavuşur, döner. En büyük beklentimiz budur. ikincisi hapiste bir milletvekili arkadaşımız var, Sayın Enis Berberoğlu o da aramızda yoktu, önde bir koltuğu boş bıraktık; bu bizim için çok önemliydi. Ayrıca ilk kez PM'ye bir Onur Üyesi seçtik. Bütün delege arkadaşlarımızın üyesiyle Onur Üyemiz de Sayın Enis Berberoğlu oldu, buradan kendisine selamlarımızı iletiyorum. 

    Saydam: Tribünler İnce, delegeler Kılıçdaroğlu dedi

    'Türkiye'nin egemen güçlerin sözleriyle bir politika oluşturması kabul edilemez'

    36. Kurultay'da 5 temel sorunu gündeme getirdim. Bunlardan biri 2002'de vardı ama büyük ölçüde gündemdem düşmüştü, terör olayı ama dört temel sorun bu iktidarın 15 yıllık sürecinde Türkiye'nin önündeki en ciddi, temel sorunlar olarak ağırlığını koruyor. Bu sorunların çözümleriyle ilgili önerilerimizi yaptık ama bu sorunların ısrarla gündemde tutulması lazım. Partililerin, Türkiye'nin geleceğiyle ilgili kaygı taşıyanların, düşünür, yazar, sanatçıların bu 5 temel sorunu gündemde tutması lazım. Birisi dış politikadır; Türkiye dış politikada gelip bir batağa saplandı. Yalnızlaştı, Cumhuriyet tarihinde ilk kez uluslararası arenada bu kadar yalnızlaşan, sözünün ağırlığı olmayan, Ortadoğu bataklığına saplanan bir Türkiye var. Dış politika bütün ağırlığını sürdürüyor. Üzülerek söyleyeyim, dış politikadaki bütün sorunlar iç politikaya da yansıyor. Sorun, egemen güçlerin söylemi üzerine dış politika oluşturan, egemen güçler vazgeçtiği zaman da 'Aldatıltık' diye itiraf eden bir yönetim tarafından Türkiye'nin yönetilmesidir. Türkiye'nin egemen güçlerin sözleriyle bir politika oluşturması asla kabul edilemez, bu bizim Cumhuriyet tarihimize bir ihanettir. Çünkü biz Cumhuriyeti egemen güçlerin isteği ve beklentileri üzerine kurmadık. Asıl olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin çıkarlarıdır. Bu çıkarlara uygun her politikaya biz koşulsuz destek veririz ve vermeye de hazırız. 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Pentagon Sözcüsü Pahon: DEAŞ dışında başka birisiyle çatışırlarsa desteği keseriz

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    'Suriye'de gerçek anlamda bir aktör olmak istiyorsa Esad ile temasa geçmeli'

    Kurultayda biliyorsunuz bir zehirlenme yaşandı ve o akşam Numune Hastanesi'ne partili arkadaşlarımı ziyarete gidip, geçmiş olsun dedim. O arada başka hastalarda vardı, onlara da geçmiş olsun dileklerimi ilettim. Bir genç geldi yanıma, 'Ben Recep Tayyip Erdoğan'ın hayranıyım ama size şunu söylemek istiyorum' dedi. Söyle kardeşim dedim. 'Bizim askerlerimiz Afrin'de, El Bab'da şehit oluyor. 3.5 milyon Suriyeli var, onlar neden gitmiyorlar kendi ülkeleri için mücadele etmiyorlar? Sen niye bunu dillendirmiyorsun?' dedi. Ayrıca, 'Ben burada ikinci sınıf vatandaşım, Suriyelilere her türlü imkan sağlanıyor. Bunları neden dile getirmiyorsun?' dedi. 'Ben bunları dile getirdim' dedim. 'Suriye'yi inşa ettikten sonra Suriye'ye göndereceğiz, bana yönelik olmayan saldırı kalmadı, üstelik en çok senin hayran olduğun Erdoğan saldırdı; ırkçı dedi, faşist dedi, onun kalemşorları saldırdı. Şimdi o da benim söylediğim noktaya geliyor' dedim. Söyledim yine söylüyorum; Suriye'de barışın temelini atmak istiyorsa, gerçek anlamda söz sahibi olmak istiyorsa, olaylar sonlandıktan sonra gerçek anlamda bir aktör olmak istiyorsa Esad ile temasa geçmeli. 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Son dakika: Esad'dan İdlib'de yeni hamle

    'Hem bizim hem Suriye'nin çıkarına'

    Suriye'nin toprak bütünlüğünü biz de savunuyoruz, onlar da savunuyorlar. Suriye'nin toprak bütünlüğünü kiminle sağlayacağız? Rusya, Amerika, İran ile mi? Suriye'nin sahibi belli, BM'de kimin temsil ettiği belli. Sen düne kadar Irak merkezi yönetimiyle ilgili de aynı lafları ediyordun. Ne oldu? Gittin önünde diz çöktün. Diyorum ki, gidip ileride önünde diz çökmeden bugünden arkadaşlarını görevlendir, gitsinler temasa geçsinler, 'Biz Suriye'nin toprak bütünlüğünden yanayız' deyin. 'Suriye'de ne kadar terör örgütü varsa, beraber temizleyelim' deyin. 'El Nusra'sı da IŞİD'i de PKK'sı da PYD'si de hepsini temizleyelim' deyin. Bu hem bizim hem Suriye'nin çıkarına hizmet eder. 

    İflas eden bir eğitim politikası var

    İflas eden bir eğitim politikası var. Her 100 aileden 80'i çocuğunun Türkiye'de değil, yurt dışında okumasını istiyor. Niçin? 'İflas eden bir eğitim sistemi benim çocuğuma gelecek hazırlayamaz' diyor. Kendi çocuklarını denek olarak kullanan bir ülke konumuna geldik. Eğer bu eğitim politikası böyle devam ederse, Türkiye çağından koparılmış, bilgi çağını kaçırmış olur. Tıpkı sanayi çağını kaçırdığı gibi. Öğretmen, öğrenci, aile memnun değil. Kim memnun? Birisi çıksın da 'Şu gerekçeyle ben memnunum' desin. Aklı başında olan hiçkimse bu eğitim sisteminden memnun değil. Çağdaş bir eğitim sistemini organize etmek zorundayız. 

    Türkiye'nin Esad ile teması var mı?

    'Bir bulaşıcı hastalık gibi bu yayılarak devam ediyor'

    Ekonomi çok ciddi sorunlar yaşıyor. 2002'de Ecevit hükümeti ekonomiyi düzeltmek için çok ağır bedeller ödedi. Yeni kurumlar oluşturuldu, günlük sıcak siyasetin dışında bilginin, becerinin, liyakat sisteminin geçerli olduğu kurumlar oluşturuldu. Günlük sıcak siyaset kurumları ülke çıkarları yerine kendi çıkarları için kullanmasın diye. Vatandaşın beklentilerine uygun, Türkiye'nin geleceğine uygun yeni ekonomi politikaları belirlensin diye. BDDK, EPDK ve daha pek çok kurum böyle oluşturuldu. Ama bugün bu kurumlar özelliklerini kaybetmiş durumda. İnsanlar çaresizliklerini ve işsizliklerini kendilerini yakarak anlatabiliyorlar. Şu Türkiye'nin geldiği noktaya bakın. Bir devlet düşünün milyonlarca işsiz var, işsizliğe çözüm bulamıyor. Bir hükümet düşünün bırakın işsizliğe çözüm bulmayı, yeni işsizler ordusu yaratıyor. İnsanlar kendi çaresizliklerini kendilerini yakarak dile getiriyorlar. Bir bulaşıcı hastalık gibi bu yayılarak devam etmeye başladı. 12 Ocak 2018'de birisi geldi TBMM'nin önünde kendisini yaktı. Geçen grup toplantısıda onun hikayesini okumuştum. Yine aynı şekilde 16 Ocak'ta 8 aydır maaşı ödenmeyen bir işçi Türkiye İş Bulma Kurumu önünde çıplak protestoda bulundu. 22 Ocak'ta iş bulamayan işçi Balıkesir'de kendisini yaktı. 3 Şubat'ta Bolu'da bir kişi 'Açım aç' diyerek Erdoğan'ın posterini indirdir. İndirirken de şu lafı etmeyi ihmal etmedi: 'Atatürk'ün afişine bir şey oldu mu? Olmadı, çünkü ben Atatürk'e hayranım'. Biz de o işçi kardeşimize hayranız. 4 Şubat geçim sıkıntısı nedeniyle bir  kişi Sivas'ta üzerine bidondan benzin döküp kendini yakmaya kalktı.

    Meclisin önünde kendini yakan işçiden 'provokatör' suçlamasına yanıt: 'AK Parti üyesiyim'

    'Medyayı da batıdaki gibi bağımsız medyaya dönüştürmek zorundayız'

    Burada acı olan bir kişinin kendisini yakması, gazetelerde, TV'lerde haber dahi olmuyor. 'Diktatörü kızdırırız' diye haber bile yapamıyorlar. Taa çocukluğumdan beri bilirim; 'Köpeğin insanı ısırması haber değil, insanın köpeği ısırması haber' derler. Bir kişinin iş bulması haber değildir ama işsizlik nedeniyle birisi kendisini yakıyorsa bu dünyanın her tarafında haberdir ama Türkiye'de haber değil. Neden? Baskı var. Medya özgür değil. Bu baskı karşısında bir dilsiz şeytana dönmüş durumda. Dile getirdiğimizde de bize yönelik eleştiriler yapılıyor. Onların istediği ne? 'Diktatörün istediği haberdir'. Biz bunu kabul etmiyoruz. Bu medyayı da batıdaki gibi bağımsız, özgür haber yapan bir medyaya dönüştürmek zorundayız. Bu bizim namus borcumuzdur, bunu mutlaka ama mutlaka yapacağız. 

    'İşçiye, emekliye, esnafa gelince para yok, tefeciye gelince milyar dolarlar var'

    İşsizlik bütün kötülüklerin anasıdır. İşsiz olan bir kişi açıkça yasa dışı alana davetiye çıkarılan kişi demektir. Ama bunun yanında çok düşük ücretlerle çalışan, asgari ücretle çalışan milyonlar var. Asgari ücretliler şunu unutmasınlar; eğer bir parça asgari ücrette artış olduysa o da CHP'nin söylemleri sayesinde olmuştur. Bir işveren bu sabah bana bir mail atmış, şöyle diyor: 'Yanımda 35 işçi çalıştırıyorum. Bu ay  zam ayı. Bütün çalışanlarımla zam görüşmelerini bire bir yaptım. Özellikle asgari ücretliler seviyesinde maaş verdiklerimle ki, maalesef çoğunluktalar, yaptığım görüşmelerde hemen hepsi küçücük artışlar için sesleri titreyerek ricacı oldular. İnanın 20-30 lira artış için mahçup talepleri oldu. Aralarında AK Parti'ye oy verdiklerini bildiklerime, 'Sizin reisiniz işçinin reisi değil ki' diyorum. Bir gerçekle karşılaşmanın şaşkınlığıyla yüzüme bakıyorlar, sessizce anlıyorlar. OHAL var demokrasi yok, savaş var hukuk yok. Keşke bunlar konuşuluyor olsaydı. Dilerim ilk grup toplantınızda ücret artışlarından bahsetseniz ve hep bunları anlatsanız. Reis işçinin reisi değil, emeklinin reisi değil, çiftçinin reisi değil, esnafın reisi değil, öğrencinin reisi değil, kimin reisi değil.' Ben ona cevap vereyim; reis tefecilerin reisi. Kimin reisi olacak? Halkın reisi değil ki. Milyarlarca doları faizcilere kim ödüyor? Bunlar ödüyor. İşçiye, emekliye, esnafa gelince para yok, tefeciye gelince milyar dolarlar var.

    'Demokrasi de yok aslında'

    Demokraside de ciddi kayıplarımız var, demokrasi de yok aslında. Örnek mi? Yüzde 49.5 oy alan bir başbakan ve partinin genel başkanını düşünün. Çağırıyorlar, 'Gel buraya' diyorlar; elinden  dilekçeyi alıyorlar ve kapının önüne koyuyorla. Buna demokrasi mi diyeceğiz? Halkın seçtiği belediye başkanları. 'İstifa edeceksin' diyorlar, 'Etmem' diyor. Aileye, çocuğa şantaj uyguluyorlar ve istifa etmek zorunda kalıyor. Üstelik ağlayarak istifa ediyor. Buna da demokrasi diyorlar. Barış bildirisi imzaladı diye hocaları üniversiteden kapının önüne koydular. Buna da demokrasi diyorlar. Pasaportlarına el koydular, ailelerini cezalandırıyorlar; özel sektörde bile çalışamasın diye SGK'da şerh düştüler, yani sivil ölüme mahkum ettiler.

    Anayasa Mahkemesi Başkanı, AİHM toplantısına gidemedi

    'İflas eden bir yargı düzeniyle karşı karşıyayız, şu anda hanedan devleti var'

    OHAL dolayısıyla Anayasayı askıya aldılar, Anayasa Mahkemesi kararları bile uygulanmıyor. Ben merak ediyorum, Anayasa Mahkemesi üyeleri niye orada duruyor? Sizin kararlarınız zaten uygulanmıyor. Siz mahkeme değilsiniz ki! Alttaki mahkeme, saraya güven veren mahkeme mahkemedir. Onların mahkemesi, sarayın mahkemesi, halkın mahkemesi değil ki! Halkın mahkemesisiyken o kararı uygulatırsın kardeşim o kadar basit. 'Türk milleti adına karar veriyorum' diyor. Alttaki adam da diyor ki, 'Benim bir tane milletim var, o da reistir' diyor. 'Bir tek kişiyi dinlerim, o da reistir, ben karar verirken reis nasıl karar vermemi istiyorsa öyle karar veririm' diyor. 'Sen misin güçlü ben miyim güçlü' diyor. Anayasa Mahkemesi ağzında bir fermuar sesini bile çıkaramıyor. Kararları uygulanmıyor diye AİHM'e dahi gidemiyorlar. Hangi Anayasa Mahkemesi hangi Yüksek Seçim Kurulu! İflas eden bir yargı düzeniyle karşı karşıyayız. Öyle bir devlet oluştu ki demokrasiden parti devletine, parti devletinden hanedan devletine dönüştük. Şu anda Türkiye'de parti devleti değil hanedan devleti var. Çünkü Binali Bey'in söylediklerinin de hepsi hikaye. Başbakan ne başbakanı. Bir kişi karar veriyor, herkes o kararı uyguluyor. 

    Erdoğan'dan TTB açıklaması: 'Başındaki Türk ifadesini kaldıracağız'

    TTB ile ilgili 12 Eylül döneminden örnek anlattı

    Türk Tabipler Birliği (TTB) Merkez Yönetim Kurulu Üyeleri serbest bırakıldı. Bir bildiri hazırlamışlardı; okumuştum. 'Savaş doğada ve insanda tahribat yapan insan eliyle yaratılan bir halk sağlığı problemidir' demişlerdi. Sen misin bunları söyleyen! Sabaha karşı baskınlar yapıldı. Şimdi ben 12 Eylül döneminden yine TTB ile ilgili bir olayı aktarmak isterim. 12 Eylül askeri darbesi döneminde 517 idam kararı verildi, 50'si uygulandı. TTB Merkez Konseyi Üyeleri 7 Ekim 1985'te toplandı, idama karşı bildiri yayınladı. 'İdam doğru değildir' diye. Bu bildiriyi yayınladı aynı zamanda dönemin Cumhurbaşkanı, başbakanı ve bütün TBMM üyelerine gönderdi.  Hemen arkasından savcı soruşturma açtı, üyeler gözaltına alındılar ve davalar açıldı. Nusret Fişek mahkemede şunu söylüyor: 'Biz değil bir sanığın harpte bir düşman askerinin yaşaması için de uğraşırım. Siz neden dava açtınız, anlamadım. Biz doktoruz, görevim bu. Sadece ben değil dünyadaki bütün doktorların görevi bu.' 1985'te sıkıyönetim mahkemelerinde hepsi beraat etti. Tarih TTB'yi haklı çıkardı. Rahmetli Ecevit geldi, idamı kaldırdı, bugün idam yok. Eğer idam olsaydı, Ergenekon, Balyoz davalarında hakkında idam kararı verilen pek çok paşa, öğrenci hepsi idam edilirdi. Bugün hepsinin suçsuz olduğu ortaya çıktı. 

    Bahçeli: Türk Tabipler Birliği vatansever ellere geçmelidir

    'Toplum olağanüstü gergin, aşırı kutuplaşmış durumda'

    Bilgi Üniversitesi güzel bir çalışma yapmış. Toplumda kutuplaşmayı, gerginliği bütün boyutlarıyla anlatan güzel bir araştırma: Toplum olağanüstü gergin, aşırı kutuplaşmış durumda. Ülkesini seven bizler, gittiğimiz her ortamda halkımıza huzur vadetmeliyiz, gerginliği, kutuplaşmayı değil. Farklı düşüncelerdeki insanların bir araya gelip konuşmalarının ne kadar önemli olduğunu anlatmalıyız. Araştırma sonuçları bırakın farklı düşüncedeki insanları, çocuklarının bile yan yana gelmeyeceği bir ortamı gösteriyor. Türkiye son 15 yılda bu duruma geldi. 

    'Bütün CHP'lilerin yanımda olmasını, ortak ses çıkarmasını istiyorum'

    Kurultayı yaptık, her şeyden önce bana yüklediği bir sorumluluk var. Bu 5 temel sorunu çözmek konusunda en güçlü iradeye de CHP'nin kaynaklık yaptığını biliyorum. Elbette kendi aramızda  tartışacağız ama bu 5 temel konuda, sadece benim değil, partililerimin değil, ülkesini düşünen herkesin sorumluluğu var. Ben sorumlululuğunu yerine getireceğim ama bunu yaparken bütün CHP'lilerin yanımda olmasını, ortak ses çıkarmasını istiyorum. Ayrışma lüksümüz yok, bir dikta yönetimine, sivil diktaya karşı mücadele ediyoruz. Her türlü baskı gelecektir üstümüze. Dikta yönetimlerinde demokrasiyi savunmak kolay değildir. Diktatörlerle mücadele etmek kolay değildir ama biz bunu yapacağız, çünkü biz Kuvvayı Milliyeciyiz.

    Cumhurbaşkanı Erdoğan: 'Münbiç'i asıl sahiplerine vermek için geleceğiz'

     

    Erdoğan'a yanıt: 'Anadolu'nun yiğidiyim, Köroğlusu'yum, efesiyim'

    Genelde kısır tartışmalara girmem doğru da bulmam. Herkes düşüncesini söyler. Ama Erdoğan bir türlü dilini kontrol edemiyor. Geçen Bitlis'te konuşmuş, 'Ey Bay Kemal' diyor. Buyur Recep  Bey. 'Şimdi kongre yapıyorsun' diyor. Kongreyi yaptık, bitti çok şükür. 'PYD/YPG , PKK terör örgütü müdür, yiğitsen açıkla'. Lafa bak. Peki açıklayacağım. Vallahi de billahi de ben yiğidim, Anadolu'nun yiğidiyim, Köroğlusu'yum, efesiyim. Açıklayacağım şimdi, yüz sefer söyledim, meydanlarda söyledim, gazetelerde söyledim, bir daha söyleyeyim: Bunlar terör örgütüdür. Şimdi ben sana soracağım arkadaş: Gerçekten sen yiğit misin? Ben yiğidim, sen de yiğitsen karşıma çıkarsın Recep Bey, karşıma çıkarsın. Lafla peynir gemisi yürümez, oturmuş ahkam kesiyorsun. Sen reissin, cumhurbaşkanlığı makamında oturuyorsun, gelsene karşıma. Sen diktatörsün, dikta yönetiminin bütün uygulamalarını yapıyorsun ama bu garip Kemal'in karşısına çıkmaya cesaret edemiyorsun. Benim tankım, tüfeğim, polisim, ordum, valim, kaymakamım yok, benim Allah'ım var Allah'ım; çıkacaksın karşıma. Yalan cumhurbaşkanlığını işgal eden bir adama yakışmaz, bir partinin genel başkanına yakışmaz. Yalan söylüyorsa çıkacaksın önce milletten özür dileyeceksin. Ne terörü ya! PKK'nın, El Nusra'nın, YPG'nin, PYD'nin, IŞİD'in... Sen IŞİD ile kol kanat gererken, seni 'IŞİD'e silah gönderme' diye önerdim. Sen hala El Nusra terör örgütü müdür, değil midir söyleyemiyorsun. Ben bunu bilmiyor muyum.

    Cumhurbaşkanı Erdoğan: CHP'nin yaklaşımı ne milli, ne de yerli

    Mahkeme kararını gösterdi, Erdoğan'a Salih Müslim'i sordu

    Şimdi ben ona bir  soru sorayım, bunun öncesinde de küçük bir açıklama yapayım. PYD'nin terör örgütü olduğuna dair ilk karar, Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde çıktı. Kararın tarihi: 17.09.2014. Karar bu. Arzu ederse kendisine gönderirim. Burada PYD, terör örgütü olarak tanımlanıyor. Ardından da karar Yargıtay'a geliyor, Yargıtay 16. Ceza Dairesi kararı onaylıyor. Burada da diyor ki 'Evet, PYD/YPG, PKK terör örgütüdür' diyor. Hangi tarihte? 21.05.2015'te. Bir mahkeme kararı PYD'nin terör örgütü olduğunu kabul ediyor. Hem alt mahkeme hem Yargıtay. Yargıtay'ın bu kararından sonra bunlar PYD'nin başkanı Salih Müslim'i Ankara'ya davet ediyorlar. Şimdi ben sana soruyorum Bay Recep, gözlerinden öptüğüm Recep, sen mahkeme kararına rağmen, Yargıtay kararına rağmen, terör örgütü saymasına rağmen, hangi vatansever duygularla Salih Müslim'i Ankara'ya davet ettin, ayağına kırmızı halılar serdin? Yiğitsen açıkla. Emin olun tık çıkmaz. Bir şey daha söylemişim; 2016'da bana 'Amerika PYD'ye destek veriyor' diye sorulduğunda şöyle bir açıklama yapıyorum: 'Kim PKK'ya destek veriyorsa biz onu PKK'nın bir yan unsuru olarak görürüz. İster meşru bir organ ister gayrimeşru bir organ olur. Meşru organların, -bununla Amerika'yı kastediyorum; terör örgütleriyle ilişkilerini asla ve asla kabul etmeyiz'. Bunu her yerde ve her ortamda söyledik. Sonra dönüp şunu söylüyorum: 'Ey Amerika' diye bağıran Sayın Cumhurbaşkanı, Amerika dönüp size şunu sorsa, 'Ey Recep Tayyip Erdoğan, sen PYD'nin liderini Ankara'ya davet ettin, kırmızı halı serdin, sen onun terör örgütünün bir üyesi olduğunu bilmiyor muydun? Eğer bu terör örgütüyse senin onu yakalatman, gözaltına alman, yargının önüne çıkarman gerekmiyor muydu? AKP'nin yöneticileri, iktidar sahipleri terör örgütünü açıkça yardım ve yataklık yapmışlardır. Bütün Cumhuriyet savcılarını göreve çağırıyorum, delil istiyorlarsa, bütün delilleri önüne koymaya hazırız'. Şimdi her ağzımı açtığımda dünya kadar laf eder, her türlü hakareti eder, yakışmayacak bir üslup kullanır, önemli değil benim için. Ama ben ona diyorum ki, 'Sen FETÖ'ye, PKK'ya, YPG'ye, IŞİD'e yardım ve yataklık yaptın'. Tık yok. Mahkemeye bile veremiyor. Bir laf edemiyor. En ufak bir şey diyorum mahkemeye veriyor, en ağır suçlamayı yöneltiyorum; 'Sen terör örgütlerine yardım ve yataklık yaptın' diyorum; tık yok, mahkemeye veremiyor. Mahmut Tanal karşımda oturuyor, Salı günü Cumhuriyet savcılığına 'Erdoğan'ın terör örgütlerine yardım ve yataklık yaptığına' dair dilekçeni ver. O mahkeme kararlarını da vereceğim, Erdoğan'ın o karardan sonra Salih Müslim'i buraya davet ettiğini... Bakalım ne diyecekler? 

    Sosyalist Enternasyonal'de YPG ile ilgili bizim verdiğimiz mücadeleden de bunların haberleri yok. Onlar bizi kendileri gibi sanıyorlar. Biz vatanseveriz. Biz bu ülkenin çıkarlarını savunuruz, kusura bakmasınlar onlar kendi çıkarlarını savunurlar. Ona bir soru daha sormuştum. Man Adası var ya, 15 milyon dolarlık mal satmış oraya. 'Bu 15 milyon dolarlık malı sattığın şirket hangi şirket?' Oğlu, dünürü, eniştesi, eski özel kalem müdürü var. Bunlardan birini söyle, 'Şu şirket' diye. Tık yok. İş bulamıyor diye kendini yakan işçi burada ekmek alırken vergi ödüyor, bu beyler Türkiye'de vergi ödememek için Man Adası'nda şirket kuruyorlar. Senin yerliliğin de milliliğin de batsın. Bir şey daha var, hep sordum. Dedim ki, 'Sevgili Recep, gözlerinden öptüğüm Recep. Bu namus ve şeref kavramı ne anlama geliyor? Sen tarafsız davranacağına dair namusun ve şerefin üzerine yemin ettin. Ben değil sen ettin. Nerede ettin? Bütün milletvekillerinin önünde ettin. Namus ve şerefin bu topraklar için bu topraklar için ne kadar kutsal olduğunu benim kadar o da biliyordur. Peki bu namus ve şerefi nerede bıraktın? Ey Bay Recep benim sorularıma yiğitsen cevap ver."

    Sıradaki Haberadv-arrow
    Sıradaki Haberadv-arrow