hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow

    Kapitalizmin 500 yıllık tarihinin sonu mu geliyor?

    Kapitalizmin 500 yıllık tarihinin sonu mu geliyor
    expand
    KAYNAKSüleyman Arıoğlu / Cnnturk.com

    Fransız iktisatçı Michel Beaud, Kapitalizmin Tarihi'nde bugünün toplumunu var eden 500 yıllık tarihi anlatıyor ve bir sona işaret ediyor: "İnsanlığın önünde iki ana yol var…"

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Michel Beaud bir Fransız iktisatçı. İlk kez 1981'de kaleme aldığı sonrasında daha da genişleterek içeriğine günümüze kadar olanları da dahil ettiği Kapitalizmin Tarihi 1500-2010, Fikret Başkaya'nın çevirisiyle Yordam Kitap'tan çıktı.

    Beaud'un eseri, aslında yaşadığımız toplumu, günümüzü anlamak için bir kılavuz niteliğinde. Belki de çoğumuzun üzerine pek de düşünmeden ya da zaten düşünmeyelim diye hazırlop sunulmuş açıklamalarla yetinip gittiğimiz şeylerin, 'norm'alleşmesinin tarihini anlatıyor.

    Taner Timur 2015'i yazdı: "Türkiye, Ortadoğu ve Mezhep Savaşı"

    "Tanrı ve kral adına"

    Günlük yaşamımızın sıradan rutinleri halini almış pek çok şey, birkaç yüz yıl önce ya ortada yoktu ya da ilksel biçimleri yeni yeni ortaya çıkıyordu. Bugün bir süpermarkete gidip bir ürünü satın aldığımızda basitçe bir eylemi yerine getiriyoruz. Bu alışverişi nasıl yapabildiğimize pek de kafa yormayız. Raflardaki o ürünlerin oraya nasıl ve hangi süreçlerin sayesinde geldiği, onu satın alacak paraya nasıl ve neyin karşılığında sahip olduğumuz ya da olamadığımızın hikayesi, 1500 yılında "tanrı ve kral adına" sefere çıkan insanlara kadar uzanıyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Kendimizi tanımlayışımızdan, toplumların aldığı biçimlere, siyasal sistemlerden, ulusların ve devletlerin şekillenmesine, düşünce ve inanç gibi zihinlerimizi ve davranışlarımızı belirleyen kavram ve yapılara kadar pek çok şey, esas itibarıyla Beaud'nun anlattığı 5 yüz yılda biçimlendi.

    Yordam Kitap'tan iki sıra dışı kadının çizgilerle hayatı

    Beaud da bu tarihi, yani kapitalizmin tarihini, ona şekil veren temeldeki üretim ilişkilerinden hareketle anlatıyor. Sermayenin ilk oluşumunu, sonra sermaye birikiminin aldığı biçimleri, bunun toplumsal etkilerini, ortaya çıkan yeni tipleri, sosyal sınıfları, düşünce dünyasını nasıl dönüştürdüğünü, yarattığı yeni kategorileri de içine alan geniş ve çok katmanlı bir anlatıyla okura sunuyor. Üstelik öyle sıkıcı bir tarih anlatısı da değil. Beaud'nun zengin bir anlatıyı içeren Kapitalizmin Tarihi, okurken, Fikret Başkaya'nın yetkin çevirisiyle adeta bir edebiyat eseri hissi veriyor.

    Michel Beaud okura bugünü anlamakta kılavuzluk ediyor, çünkü tarih gibi egemenin her daim ideolojik bir biçimlendirme aracı olarak gördüğü ve kurguladığı alan, Kapitalizmin Tarihi'nde karşımıza kralların, padişahların, şu ya da bu milletin veya dinin, mezheplerin mensuplarının "şanlı zaferleri"nin, yüce amaçlı seferlerinin anlatısı çıkmıyor. Gerçekte, görünenin ardında ne olduğunu kavramakta zorlandığımız pek çok olguyla bugün de karşılaşıyoruz. Bugün de devletleri yönetenler, zenginler, güçlüler bize olanlarla ilgili açıklamalar sunuyor ve ağızlarının içine bakarak bunlara ve sadece bunlara inanmamızı istiyorlar. Hatta bunu zorluyor ve dayatıyorlar. İsteksiz ve inançsızları hele ki, karşı açıklama sunanları, eylemde bulunanları ellerindeki zor araçlarıyla cezalandırıyorlar. X ülkenin talan edilmesine, falan askeri harekâtın yapılmasına, filan verginin ödenmesinin gerekliliğine ya da şu kararın alınmasına, bu yönetim biçiminin uygulanmasına ilişkin gerekçeler söylüyor ve ikna olmamızı istiyorlar. İleri sürülen gerekçeler de 1500 yılında başka kıtaları yağmalama, oralarda yaşayan insanları köleleştirme seferlerine çıkan Avrupalıların "din ve kral" adına olmasındakinden çok farklı değil. Bu gerekçelerin yerini daha modern ideolojik işlevlere sahip kategoriler almış durumda. Bazen de din ve mezhepsel gerekçeler ileri sürüldüğünde birebir aynı.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Haluk Gerger'den ABD Komünist Partisi'nin tarihi: Canavarın Ağzında

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Birikim derken…

    Kapitalizmin Tarihi'ne ve onun "gaz ve toz bulutu" haline dönecek olursak, coğrafi keşiflerin ardından Avrupa'da bir zenginlik birikimi yaşandığı, bunun kaynağının da geleneksel zorbalık yöntemiyle köylünün emeğine el konulması ve kolonyal sömürü, yağma, zorunlu, çalışma, köleleştirme, haraç ve sömürge vergileri olduğu görülüyor. Birikim denilince çağrışımsız, teknik bir ifadeden söz etmiş oluyoruz ama Beaud bunu, kitabındaki yüzlercesi gibi olan şöyle bir örnekle somutluyor: "1775'e kadar yasal olarak ama fiilen yüzyılın sonuna kadar maden kömürü (ve tuz ocağı) işçileri serf statüsündeydiler. Maden ocağına (veya tuz ocağına) bağımlıydılar. Ocaklarla birlikte alınıp satılırlardı ve yakalarında mülk sahibinin adının yazılı olduğu bir kolye taşırlardı." Üstelik sözü edilen bu tarihten yaklaşık yüz yıl sonra ünlü Germinal romanını kaleme alan Emile Zola'nın anlattıkları da bundan çok farklı bir tabloyu ortaya koymuyordu. Ya da bugünün Türkiye'sine gelirsek bir kazada 301'i birden can veren Somalı maden işçilerinin anlattıkları da Germinal'de resmedilenlerin çok uzağında sayılmazdı.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bağımsız Sosyal Bilimciler'in "AKP'li Yıllarda Emeğin Durumu" çalışması 

    Burjuvazi ve proleterya doğuyor

    Bu birikimle iç ve dünya pazarlarının gelişmesi ve ticaretin genişlemesinin üretim artışını gerektirmesi, önce imalatı ardından da yeni teknikler ve enerji kaynaklarına dayalı endüstrinin doğuşu… Birkaç yüzyıla dayanan bu kabaca özete, tabii ki modern tarihi var eden iki temel aktör, burjuvazi ve proleteryanın doğuşu eşlik ediyor.

    Almanca aslından çeviriyle Kapital I ve II. ciltlerin ardından Kapital'in III. cildi de çıktı

    "Kazandıkları yegane şey açlıktan ölme tedirginliği"

    Ticaretin sanayiye evrilmesiyle, bunun değer üretiminde yarattığı değişiklikler, feodal toplumsal formasyonun tasfiyesi, emek ihtiyacının "çitleme" ile toprağından ve kolektif mülkiyet ile bazı ayrıcalıklarından edilen köylülerin kent yoksullarına, sefillere, dilencilere dönüşmesi… Böylece bir cümle ile değinip geçtiğimiz bu konuları Beaud, kitabında dönemin kaynaklarına da başvurarak okurun gözünde canlandırıyor. Victor Hugo ya da Charles Dickens romanlarında tasvir edilen yoksulları anlatıyor:

    "Sefalet belirtisi olan paçavra giysiler altında inliyorlardı. Hiçbir zaman emeklerinin ürünü olan bolluktan paylarına düşeni almıyorlardı. Zenginlik ancak lütfedip hediye vermek istediğinde onları hatırlıyordu. En aşağılayıcı muamelelere maruz kalıyorlardı. Aslında onlar serflerin yerini alan aramızdaki hizmetçilerdir ve açık bir ifadeyle büyük nüfus kitlesini oluşturmaktadırlar. O halde, köleliğin lağvedilmesiyle bu insanların acı ve açıklıkla diyorum ki, kazandıkları yegane şey, her an açlıktan ölme tedirginliğidir. İnsanlığın son halkasını oluşturan köleler ve serfler, hiç değilse böylesi bir bedbahtlıktan yoksundular. Sefalet onları zenginliğin ayağına düşürdü ve onları zenginleştirmek için bile izin almak durumundalar."

    Bu satırlar 1767'de bir avukat ve reklamcı olan Linguet tarafından yazılan "Sivil Yasalar Kuramı veya Toplumun Temel İlkeleri" adlı kitapta yer alıyordu.

    "Suriye Kürdistanı’nda Savaş ve Devrim"

    Fabrika ve yeni disiplin teknikleri

    Beaud kitabında, bugün bile işletme tekniklerinin özünü oluşturan, emeğin disipline edilmesinin ve bu yolla artık değer üretiminin maksimize edilmesinin aracı olarak fabrikanın ortaya çıkışıyla başvurulan teknikleri okurun gözünün önüne seriyor. Emekçinin üretim sürecindeki kontrolünü yitirerek, bir dişlinin parçasına dönüşmesine yani Marx'ın ifadesiyle yabancılaşmaya tepki olarak zanaatkarların makineleri parçalamasını kitabında yeniden sahneye taşıyor.

    "Radikal demokrasi"ye sert bir eleştiri: "Sınıftan Kaçış"

    Soyluların ayrıcalıklarını yitirmesi, burjuvazinin parlamentolar ile siyasi oyuna dahil olması ve sonunda ya Fransa'da olduğu gibi kralların giyotine yollanması ya da İngiltere'de olduğu biçimiyle burjuva egemenliği…

    Bütün bunlara eşlik eden, değer üretimi ve onun kaynağına ilişkin açıklamaları üreten, yeni toplumsal ve siyasal düzeni meşrulaştıran ya da açıklamaya çalışan düşüncelerin hakim olması da Beaud'nun ustalıkla betimlediği konular arasında.

    Taner Timur, "en çalkantılı" dönemi yazdı

    Neyin, kimin özgürlüğü?

    Günümüzün modern toplumları ve yönetim biçimlerinin temeli, her ne kadar şu sıralarda bunun çokça gerisine gidildiği tespitleri yapılsa da Aydınlanma adı verilen süreçte bir meşruiyet zemini kazandı. Hatırlanacağı üzere, Fransız Devrimi'nin şiarları, "özgürlük", "eşitlik", "kardeşlik"ti. Özgürlük ve eşitlik bugünün toplumlarında da başat sorunlar olmayı sürdürüyor. Aynen bugün hapishaneler siyasi faaliyetlerde bulunanlar ve gazeteciler ile doluyken egemenlerin "özgürlükten" bahsetmesi gibi, "eşitlik", "özgürlük" sloganları atan Fransız Devriminin burjuva önderlerinin Le Chapelier Yasası gibi düzenlemelerle işçilerin örgütlenmesine yasaklamalar ve yaptırımlar getirmesi de kitapta var.

    Halkların Dünya Tarihi

    Yani Michel Beaud okuruna, "özgürlük" denildiğinde aslında neden söz edildiğini izah ediyor. Mesela kitaptaki bir alıntısında şu ifade var: "Yüzyıllardan beri 'Tanrının herkesin rızkını verdiğini' söylemek adettir. Bugün bu düşünce başka biçim altında varlığını sürdürüyor. Şimdilerde zenginin 'iş verdiği', 'istihdam yarattığı' söyleniyor." Bugünün insanlarına da yabancı olmayan bir niteleme.

    Ortadoğu ve emperyalizm

    İnsanlığın önündeki iki ana yol

    "Altından Sermayeye Giden Yol" ve "Emperyalizm Çağı" olarak iki ana bölümden oluşan 446 sayfalık kitap, uzun tarih yolculuğunu 2010 yılına kadar getiriyor. Bugünün de kapsamlı bir analizini sunan Beaud, eşitsizliğin aşırılaştığı bir dönemde yaşadığımızı, bunun TV ekranlarında ve sokakta farkına varılmayacak şekilde doğallaştırıldığını belirtiyor. Bunun kentleri, peyzajları, insanların bilinç dünyasını biçimlendirdiğini, gerilimler ve istikrarsızlıklar yarattığını, durumları, aciliyetleri ve çatışmaları şekillendirdiğini belirtiyor. 2000'li yıllarda finansın tüm faaliyetlerin önüne geçtiğini, Finansın "akılsız hortumunun" harekete geçirdiği acımasız kar mantığının bir krizler zincirini tetiklediğini anlatıyor. Kapitalizmin doğal çevreyi, ekolojiyi de tahrip ettiğini işaret eden ve veriler paylaşan Beaud insanlığın artık üçe ayrıldığını söylüyor: Oligarşiler, lüks ve bolluk içinde yaşayanlar ve asgari ihtiyaçlarını karşılayamaz durumdaki geniş nüfus kitlesi. Beaud kitabının sonunda, Rosa Luxemburg'un "Ya Sosyalizm ya Barbarlık" deyişini andırır şekilde insanlığın önünde iki ana yol olduğu öngörüsünde bulunuyor: "Tüm ülkelerinin oligarşilerinin ittifakı ve çok büyük firmaların değneğiyle 'karanlık', 'yıkıcı', eşitsizlikleri daha da azdırıcı, otoriter ve teknikbilimci bir gidiş" ya da "doğayla uyumlu bir insan toplumu yaratmak."

    Sıradaki Haberadv-arrow
    Sıradaki Haberadv-arrow