hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow

    "Psikoloji, deliliğin kontrolüyle mümkün"

    Psikoloji, deliliğin kontrolüyle mümkün
    expand

    Batı toplumunda "özne"nin tarihini ve iktidar olgusunu araştıran ve bir öznellik biçimi olarak deliliği incelediği çalışmaları bulunan Fransız düşünür Michel Foucault'nun ilk kez 1954'te yayımlanan "Akıl Hastalığı ve Psikoloji" adlı çalışmasını Ayrıntı Yayınları Türkçe okurla buluşturdu.

    Ayrıntı Yayınları, sosyal bilimlere ilgili okuru Mayıs ayında da birçok çalışmayla buluşturuyor. Fransız düşünür Mihel Foucault'nun 1954'te yayınlanan ve "psikolojinin ancak deliliğin kontrol altına alınabilmesiyle mümkün olduğunu" anlattığı "Akıl Hastalığı ve Psikoloji" adlı çalışması, Zülküf Kara'nın postmodern sosyolog Zygmunt Bauman'ın endişesine kulak vermeye çalıştığı ve "epistemik bir uyanış" yaratmayı amaçladığı, Bauman hakkında yazılan ilk kitap "Bauman Sosyolojisi", Zekiye Antakyalıoğlu'nun "Roman Kuramına Giriş" adlı kitapları Ayrıntı Yayınları'ndan okurla buluştu. Ayrıntı Edebiyat dizisinden ise Hans Koppel'in "O Asla Geri Gelmeyecek" adlı romanı raflarda.

    Ayrıntı Yayınları ayrıca Mayıs'ın ikinci yarısında da Masis Kürkçügil'in editörlüğünü yaptığı Parvus Efendi'nin "Cihan Harbine Doğru Türkiye" adlı kitabıyla, Burhan Sönmez'in editörlüğünü yaptığı, Veysel Atayman'ın çevirdiği Ernest Bloch'un "Hristiyanlıktaki Ateizm" kitabı ve Hubert Selby Jr. "Bekleme Dönemi" adlı romanı okurla buluşacak.

    Akıl Hastalığı ve Psikoloji

    1950'li yılların ilk yarısı Foucault için, felsefi çalışma dönemi olduğu kadar, aynı zamanda edebiyatı, psikolojiyi ve psikiyatriyi yakından inceleme fırsatı bulduğu bir dönem de olmuştur. Nitekim 1952 ve 1953 yıllarında sırasıyla psikopatoloji ve de-neysel psikoloji alanlarında eğitim görüp diploma almış ve sonra Sainte-Anne Hastanesi'nde Lacan'ın seminerlerine katılmıştır.  
    AKIL HASTALIĞI VE PSİKOLOJİ
    Orijinal Adı    Maladie Mentale et Psychologie
    Yazar    Michel Foucault
    Sayfa Sayısı    112 sayfa
    Fiyatı    9 TL

    Michel Foucault, ilk olarak 1954 yılında yayımlanan ve 1962'de gözden geçirilmiş ikinci basımı yapılan Akıl Hastalığı ve Psikoloji adlı bu ilk kitabında, "psikolojinin ancak deliliğin kontrol altına alınabilmesiyle mümkün olduğunu" ileri sürer. Ortaçağ ve Rönesans, deliliği tanrısal bir gücün dışavurumu ve aklın daha üst bir aşaması olarak görüp yüceltirken (Erasmus, De-liliğe Övgü), Klasik Çağ'da deliler, diğer suçlularla bir tutulup akıl hastanelerine kapatılmaya başlanır. Böylelikle deliliği "an-lama" çabası yerini "zapt etme" çabasına bırakacaktır.

    Kitabın ilk bölümü Foucault'nun, Freud'a ve psikanalitik gele-neğe başlarda duyduğu ilgiyi yansıtırken, 1962'de genişletilip tekrar yazılan ikinci bölüm, Foucault'nun düşüncesinde dra-matik bir değişimi ortaya koyar. Deliliğin tarihini, toplumsal ve kültürel bir çerçevede inceleyen Foucault, kendisini psikanalitik geleneğin dışında konumlandırır ve daha sonraki çalışmalarında hâkim olan Freud eleştirisine yönelir.

    Althusser'in ricası üzerine öğrenci kitlesine yönelik hazırlanmış olan bu eser, günümüzde Michel Foucault'nun düşünsel serüvenini anlamak isteyenler için belki de en iyi başlangıç metni olarak okunabilir.  

    Bauman Sosyolojisi
     
    Tüketim kültürü ve ideolojisi bütün dünyayı kasıp kavururken, insani değerler alabildiğine buharlaşıyor ve ahlaki körlük küresel ölçekte hızla yayılıyor... Böyle bir dünyada, birilerinin dışlanmış, yoksanmış ve parçalanmış hayatlara eğilmesi, onları anlamaya ve anlatmaya çalışması beklenir, hatta gerekir. O birileri içinde ilk akla gelen isim de, sürgünlerden geçip gelen hayat hikâyesiyle adeta modern dünyanın bir sosyoloji dehası olan Zygmunt Bauman'dan başkası değildir.
    BAUMAN SOSYOLOJİSİ
    Yazar    Der. Zülküf Kara
    Sayfa Sayısı    288 sayfa
    Fiyatı    24 TL

    Bauman ilk iş olarak modernitenin en büyük günahlarından birini, Holocaust'u ifşa ederek büyük bir hesaplaşmaya girişmişti. Ötekinin özgürlüğü adına, büyük anlatı ve gözaltılara, tüketici ayartmalara, yasa koyuculara ve akışkan sınırlara rağmen modernliğin kalbine "ahlak"ı yerleştirerek yeni bir teolojik öneride bulunuyordu. Postmodern maneviyat olarak tanımlanabilecek bu girişimiyle, "evet, kardeşimden sorumluyum" duygu ve düşüncesini ruhlarımıza ve kafalarımıza fısıldamaya çalıştı. Bir balıkçı gibi toplumsal dünyaya "metaforik ağ"larını atarak gündelik yaşam denizinden "anlamlar" çıkarma çabası içerisine giren Bauman, sosyolojiye yeni felsefi tatlar ekleyerek entelektüel mücadelesini günümüze değin sürdürdü.

    Elinizdeki kitap, Bauman'ın endişesine kulak vermek ve "epistemik bir uyanış" yaratmak adına yürütülen bir çabanın ürünüdür. Yazarlarının farklı bakış açılarına rağmen bir bütünlük içinde Bauman sosyolojisinin ele aldığı konuları işleyen bu derleme, aynı zamanda Bauman hakkında Türkiye'de yazılan ilk kitap olma özelliği de taşıyor. Gerek Bauman'ın hâlâ verimli bir biçimde üretmeyi sürdürdüğü kendi eserlerinin gerek çokça örneği bulunan Bauman üzerine yazılmış kitapların Türkçe'ye kazandırılması, bu alanı zenginleştirecek ve sosyoloji biliminin yerini ve prestijini daha da yükseğe taşıyacaktır. Bu kitap, yazarlarının hemfikir olduğu bir düşünceler toplamından ziyade, birbirinden bağımsız ama birbirini bütünleyen tartışma metinlerinden oluşmaktadır. Okuru böyle bir okuma şölenine davet ediyoruz çünkü sosyolojinin, içinde yaşadığımız toplumu anlama ve anlamlandırma çabası olmasının yanında bir o kadar da keyifli bir macera olduğuna inanıyoruz.

    O Asla Geri Gelmeyecek

    Ylva, döşeğin altını araştırıp çatalı buldu, sımsıkı tutarak adamın yüzüne saplamaya başladı. İlkinde, adam onu durdurmayı başardı ama ikincisinde çatal yanağının kıkırdağına saplandı. Ylva yatağın üzerine zıpladı, adamın pantolonunu çekti ve anahtarı bulmak için ceplerini karıştırmaya başladı."Ben orospu değilim" diye bağırdı, adamın bulunduğunu tahmin ettiği tarafa doğru  karanlıkta tekme sallayarak. "Ben denize atlayan anneyim. Beni duyuyor musun, seni sapık piç? Ben denize atlayan anneyim."
    O ASLA GERİ GELMEYECEK
    Orijinal Adı    Kommer Aldrig Mer Igen
    Yazar    Hans Koppel
    Sayfa Sayısı    288 sayfa
    Fiyatı    20 TL

    Hans Koppel, O Asla Geri Gelmeyecek adlı romanında büyük bir aile dramına tanık ediyor okuru… Mike ve Ylva Zetterberg, kızları Sanna'yla birlikte, İsveç'in bir sayfiye kasabasında mutlu mesut yaşamaktadır. Arada bir uç veren, Ylva'nın zor geçmiş çocukluğundan kaynaklandığı düşünülen kimi sorunlar dışında mutluluklarını gölgeleyecek hiçbir şey yoktur. Ancak Ylva günün birinde kocasına o akşam iş arkadaşlarıyla birlikte dışarı çıkacağını, iş arkadaşlarına ise eve gideceğini söyleyerek ortadan kaybolur. Mike'ın umutsuz bekleyişi, polisin ve çevrenin, vaktiyle kocasını aldatmış bir kadının ortadan kaybolma hikâyesinden beslenen önyargılı bakışları altında cehenneme dönerken, aylar geçmesine rağmen Ylva geri dönmez. Ylva'nın ortadan kaybolmasına neden olan korkunç olaylar zincirini örten yoğun sis perdesi ancak Stockholm'de eski günlerden bahseden iki okul arkadaşının, "gizemli" milyoner Jörgen Patterson ile marjinal gazeteci Calle Collin'in, okul günlerini ve herkese kök söktüren "dörtlü çete"yi yâd etmeye başlamasıyla aralanacaktır: Ylva'nın da üyesi olduğu "dörtlü çete" yıllar önce büyük bir suç işlemiştir ve bundan zarar görenler intikam peşine düşmüştür. O Asla Geri Gelmeyecek son derece etkileyici, bir o kadar da başarılı bir psikolojik gerilim romanı. Daha en başından Ylva'nın aslında ölmediğini ve evine bir taş atımı mesafede tutulduğunu biliyoruz bilmesine ama gerilim ve heyecan kitabın son sayfasına kadar dinmiyor. Suça, kin ve nefrete, intikama, kefarete, kısacası insanın kanını kaynatan ve akıtan, sinirlerini geren ve boşaltan şeylere dair sürükleyici hikâyesiyle bu roman, okura tam anlamıyla uykusuz bir gece vaat ediyor...
    ROMAN KURAMINA GİRİŞ
    Yazar    Zekiye Antakyalıoğlu
    Sayfa Sayısı    240 sayfa
    Fiyatı    20 TL

    Roman Kuramına Giriş

    Romanla ilişkimiz tıpkı Aziz Augustinus'un "Zaman nedir?" sorusuna verdiği yanıttaki gibidir: Sorulmadığında biliriz ama sorulunca bilemez, şaşırırız. Hemen herkes roman denince ne kastedildiğini bilir. Herkesin romanın ne olduğu veya olmadığıyla ilgili kendince bir görüşü, bir hissi vardır. Ancak "Roman nedir?" sorusuyla karşılaşınca aynı şekilde hemen herkes bocalar, kendince tarifler yapmaya başlar. İşte bu da romanın en belirgin özelliklerinden birine işaret ediyor: Roman tanımlanmaya, sınıflandırılmaya direnen bir kurgusal anlatı biçimidir.

    Roman, ortaya çıktığı günden beri sıradan insanın, sıradan hikâyelerini anlatır. Ama konu ve karakterler ne kadar sıradan görünürse görünsün, bir romanın bağlamına girdiklerinde sıradan olmaktan çıkarlar. O yüzden belki de roman okuru, kendi yaşamını yansıtan ve bakmaktan hiç bıkmadığı bu aynanın kendisi üzerine de düşünmelidir. Bunu yapabilmek için ise romana felsefi ve kuramsal açıdan yaklaşmak gerekir. Felsefe ya da kuram okumak belki roman okumak kadar zevkli sayılmaz ama eğer romanın kuramını bilirsek roman okumak artık bambaşka bir anlam kazanacak, ölçülemeyecek kadar zevkli olacaktır. Roman Kuramına Giriş kitabıyla Zekiye Antakyalıoğlu, roman okurunu okumaktan zevk aldığı şeyin doğası ve özü üzerine düşün-meye davet ediyor; bunu yaparken de kuramın da keyifle okunabileceğini gösteren yalın ve samimi bir dil kullanıyor.

    Dünyanın önde gelen roman kuramcılarının düşünceleri ışığında romana türsel, yapısal ve felsefi olarak yaklaşıyor Zekiye Antakyalıoğlu. Roman üzerine geliştirilmiş kuramların zaman içinde nasıl çeşitlendiğini ortaya koyarken romanın kurama, kuramın da romana yaptığı katkıları gösteriyor. Roman okurunu, okuduğu şey hakkında soru sormaya ve roman türü hakkında yeni şeyler düşünmeye teşvik etmeyi amaçlıyor. Bu sebeple romanın epik, hikâye, parodi ve tarihle ilişkisine ışık tutuyor.

    Bu kitapta, hemen her roman okurunun kafasını karıştıran "realizm", "modernizm", "postmodernizm" gibi akımların özet anlatımları yanında, romanın bugün bizler için ne anlama geldiği, bir geleceği olup olmadığı sorularına verilen yanıtları da bulacaksınız.

    Roman Kuramına Giriş, yalnızca edebiyat öğrencileri ve akademisyenler için değil, roman okumayı seven herkes için yararlı bir başvuru kitabı.

    Cihan Harbine Doğru Türkiye
    CİHAN HARBİNE DOĞRU TÜRKİYE


    Yazar    Parvus Efendi
    Editör    Masis Kürkçügil
    Sayfa Sayısı    288 sayfa
    Fiyatı    25 TL

    Cihan Harbine Doğru Türkiye adlı bu derlemenin yazarı Alexander Israel Helphand Parvus (1867-1924), namı diğer Parvus Efendi 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarının en ilginç sosyalistlerinden biridir. Daha 1894'te yazdığı bir makaleyle Lenin'in dikkatini çekmiş, Rosa Luxemburg'un yakın arkadaşı olmuş, Troçki'nin 1905 Devrimi arifesinde "sürekli devrim" kuramını geliştirmesine önemli katkılarda bulunmuş, 1905 Rus Devrimi'nde rol almış, dönemin sosyal demokrat dünyasının Kautsky ve Rosa Luxemburg gibi önde gelen simalarıyla kişisel ilişki kurmuş, hayatının son döneminde de Weimar Cumhuriyeti'nde başkanın danışmanı olmuş Parvus örgütsel veya kurumsal herhangi bir görevi olmamasına rağmen dönemin sosyalist çevrelerinin yakından tanıdığı bir simaydı. Üç ay için, beş parasız bir gazeteci olarak geldiği İstanbul'da beş yıl kalan Parvus, bu süre zarfında savaş zengini olmuş, hükümet ve İttihat Terakki tarafından ciddiye alınan bir stratejist olarak kabul görmüştür; nihayet o güne kadar kendisine vize dahi vermeyen Alman Büyükelçiliği, Çarlık Rusyası'nın devrilmesi yönündeki fikirlerini dikkate değer bularak onu devlet katında muhatap kabul etmiştir.

    Bu derlemede, iktisadi ve siyasi konulardaki deneyimiyle dönemin Osmanlı düşünce dünyasında kalıcı kalıcı izler bırakmış olan Parvus'un Türkçe'de kitap haline yayımlanmış bir çalışmasıyla, iki broşürü aynen,tekrara düşmemek için, gazete ve dergi yazılarının da bir kısmı bulacaksınız.

    Bekleme Dönemi
    BEKLEME DÖNEMİ
    Orijinal Adı    Waiting Period
    Yazar    Hubert Selby Jr.
    Sayfa Sayısı    176 sayfa
    Fiyatı    13 TL

    Bir gün daha… Tıpkı diğer günler gibi yaşanmayı bekleyen. Aynı sıkıcı rutin, aynı amaçsız savruluşlar. Ve bir adam. Tüm bunlara son vermeye karar veren. Bunu, sahip olduğuna inandığı bedenini ölüme mahkum ederek gerçekleştirmek isteyen ama bir türlü en doğru yöntemin hangisi olacağına karar veremeyen. İşte bu isimsiz birinci tekil şahıs, en nihayetinde bir silah alıp, kafasına bir kurşun sıkmaya karar veriyor. Kaderin ne garip cilvesidir ki, ruhsat için gerekli olan bir iki günlük bekleme dönemi, hayatında devrim niteliğinde bir değişimi beraberinde getiriyor. İntiharın yerini, intikam ve cinayet alıyor. Amaçsız hayatına son vermek yerine, dünyayı insanlara acı veren pisliklerden temizlemeyi amaç ediniyor. Ona göre, olması gerektiği gibi, asil bir amaç hem de!

    Hubert Selby Jr. diğer kitaplarında olduğu gibi doğrudan, hiçbir süsleme yapmaksızın, sözü dolandırmadan, yüzünüze karşı haykırarak anlatıyor hikâyesini yine. Bekleme Dönemi'ni okurken, amaçsız bir adamın hezeyanlarında dolandığınızı zannedeceksiniz başlarda. Ama sonra göreceksiniz ki bu kitap, toplumda şu ya da bu nedenle oy hakkından yoksun bırakılanlar, ezilenler, sömürülenler, taciz edilenler ; çoğu kez güçlüler tarafından sesi kısılanlar; kendilerini halsiz mecalsiz hissedenler, gerçekten elden ayaktan kesilmiş, görülmeyen, ihmal edilenler adına bağırmakla, çığlık atmakla kalmıyor, gayet anlamlı, mantıklı gerekçeler ileri sürerek onları ayağa kalkmaya, karşı çıkmaya, isyana çağırıyor.

    Hristiyanlıktaki Ateizm
    HIRİSTİYANLIKTAKİ ATEİZMOrijinal Adı    Ateismus im Christentum
    Yazar    Ernst Bloch
    Çevirmen    Veysel Atayman
    Editör    Burhan Sönmez
    Sayfa Sayısı    448 sayfa
    Fiyatı    35 TL

    İlk Almanca baskısı 1968'de gerçekleşen "Hıristiyanlıktaki Ateizm" (Ateismus im Christentum) Umut İlkesi'nin 3. cildinin yanında, Ernst Bloch'un din felsefesine en önemli katkısı olarak kabul edilmektedir. Marksist teori ile reel sosyalizm(ler) arasına kalın duvarların çekildiği geçen yüzyılın ortasında teoloji, özellikle Batı'dan başlayarak "ortada kalmış çocuğu", "devrimi", "kurtuluş teolojisi" içine almış, Marx ile İsa arasındaki "karşıtlık" yerini "dayanışmaya" bırakmıştır. Bloch, teologları bile kıskandırabilecek bir din-metinleri yorumcusu "da" olarak teolojiyi önemli ölçüde etkilemiştir. Bloch'un özellikle Yahudilik ile Hıristiyanlık alanındaki derin bilgisi, onun Marksizminin fonunda kaynaşıp özgün, örneksiz bir eleştiri ve değerlendirmenin aracına dönüşür. Hıristiyanlığın hiyerarşik yapılarını, alttakileri, ezilenleri ve yük altındakileri "hizada" tutagelen devlet Kilisesini hedef alan Bloch eleştirisi, müdahalelerle gizlenmiş "asıl", derindeki metin bölümlerini kerpetenle çekip alır; Kutsal Kitapları alttan, ezilenlerin adına yorumlayıp kadim efendiler Kilisesine darbe üzerine darbe indirir. Yorum adına, gizliyi ortaya çıkarma adına, salt bu amaçla sınırlı bir "ikinci teoloji" arayışı değildir bu çalışma. Statik metafiziğin o bir kerede verilip tamamlanmış insan kavrayışı karşısına, Marx'ın özgürlük âlemine/Krallığına yönelttiği, tamamlanmamış insanı koyar. Umut-devrim-ütopya yolculuğu davetiyesidir de bu metin. Çağırmadır. Verili, bitmiş olmadığımızı hatırlatıp durur. Egemen sınıflar devletinin Kilisesi, "İsa"yı "Tanrının Oğlu" ilan edip "efendi" unvanıyla "göğe" yollamıştır. Bloch, onun "Tanrının Oğlu" değil, bir "İnsanoğlu" ve Tanrı ile özünde bir olduğunu belirtip Kilisenin elinden geri alır onu. Kiliseyi de tanrısız bırakır; çünkü İnsanoğlunun/insanın özüyle aynılaşmış Tanrı insana tahvil edilmiştir. O nihai uğrakta, insan "kendisi ile yüz yüze gelecektir". Sadece kendisi ile, özü ile. Bloch astral mitolojinin kutsal metinlerdeki mirasından, bilgiye/akla, Tanrı gibi olmaya çağıran cennet "Yılanı" mitine, tarikatlardan mistik akımlara, Stoa'dan Gnostiklere, Aydınlanma eleştirisinden Marksizme vb ateizmin peşine düşerken damıtılmış metinler oluşturma ustası olduğunu kanıtlar. Kitabın amblemi gibi işleyen "Sadece bir Hıristiyan iyi bir ateisttir ve sadece bir ateist iyi bir Hıristiyandır" sözü, büyük dinlerin kurumlaşmış, egemenlerle ittifak içindeki "yapılarına karşı" uyarının damıtılmış halidir. Öyleyse bu kitabın da. Öyle bir ustalık ki bu, en yoğun, sıkıştırılmış bilgiyi, tadına doyulmaz bir ironinin ambalajıyla sunuyor. Havai fişek şelalesi gibi renkli metaforlar yağıyor insanın üzerine, sesler "patlıyor"…
    Sıradaki Haberadv-arrow
    Sıradaki Haberadv-arrow