Vitamin eksikliği ile karıştırılıyor
Şiddeti günlük yaşamı etkileyen yorgunluk, göğüs ağrısı, kalp çarpıntısı, sık ve uzun süren ateşli hastalıklar veya sık ve kolay kanama gibi şikayetler gözlemlendiğinde bu belirtileri önemsemek ve bir uzmana başvurmak gerekiyor. Böyle bir durumda öncelikle MDS’yi taklit edebilecek “B12, B9 (folik asit) vitamin eksikliği, bakır eksikliği, yüksek oranda alkol tüketimi, HBV, HCV ve HIV başta olmak üzere enfeksiyonlar ve diğer kan hastalıkları” gibi durumların dışlanması gerektiğini anlatan Prof. Dr. Mustafa Çetiner, “MDS ne yazık ki gözden kaçabilen, tanısı zor bir hastalık. MDS’nin erken döneminde anormal kan sayımları tek bulgu olabilir. En önemli tanı yöntemi ise kemik iliği biyopsisidir. Biyopside, kan hücreleri sayı ve şekil açısından değerlendirilerek tanı konuluyor” diyor.
Kemik iliği nakli her hastaya uygun değil
MDS’nin, “çok düşük, düşük, orta, yüksek ve çok yüksek” olmak üzere beş risk kategorisi bulunuyor. Düşük riskli MDS hastalarında ortalama yaşam süresi uzun olabilirken yüksek riskli hastaların yaşam süresi 6 aya kadar düşebiliyor. Çok düşük ve düşük riskteki hastalara genellikle kan yapımını artıran hormonlar ve kan nakli gibi destek tedaviler uygulanıyor ve hastalar yakın takip ediliyor. Yüksek riskli hastalarda ise tedaviye vakit kaybedilmeden başlanması oldukça önem taşıyor. Her hastalıkta olduğu gibi MDS tedavisinin de hedefi tam iyileşme. Bunu sağlayacak tek tedavi yöntemi ise kemik iliği nakli. “Nakiller genellikle 65 yaş altı ve genel sağlık durumu uygun hastalara öneriliyor. Ancak ortalama tanı yaşı 65’in üzerinde ve ek hastalığı olan birçok hastaya kemik iliği nakli uygulanamıyor” diyen Prof. Dr. Mustafa Çetiner, şöyle devam ediyor:“Ne yazık ki, şu anda MDS için tedavi seçenekleri oldukça sınırlı. Şu anda Amerikan sağlık otoritesi FDA tarafından onaylı üç ilaç bulunuyor. Bu ilaçlar yaşam süresini uzatırken hastalığın lösemiye ilerleme riskinde de azalma sağlıyor. Fakat bu ilaçların yanıt oranları yüzde 40-60 arasında değişirken bir süre sonra hastalarda tedaviye yanıtsızlık da gözlemlenebiliyor. Aynı zamanda ilerleyen dönemlerde hastalar kan nakline bağımlı hale de gelebiliyor. Yüksek kan nakli ise hastaların vücudunda demir birikimine yol açıyor. Bu da kişinin yaşam kalitesini ve hastalığın seyrini olumsuz etkiliyor. Fakat MDS alanında birçok klinik çalışma yürütülüyor ve gelecekte hedefe yönelik tedavilerin geliştirileceğine inanıyorum.“