ALZHEİMER TEDAVİSİNDE YENİ UMUT! Alzheimer'a Karşı En Güçlü Koruma Olabileceği Belirtiliyor! Alzheimer Tedavisinde Yeni Gelişmeler
Çağın hastalığı Alzheimer dünyada ve Türkiye'de hızla yayılıyor. 65 yaş sonrası riskin kat kat arttığı hastalığın tedavisi ile ilgili yeni çalışmalar da art arda geliyor. Bunlardan biri de diyabet ilaçları... Dr. Furkan Burak Hürriyet'teki köşesinde Alzheimer tedavisinde yaşanan son gelişmeleri kaleme aldı. İşte detaylar...
Bu ilaçların aynı zamanda beyin damarlarını koruyarak, kan-beyin bariyerini güçlendirerek, sinaptik bağlantıları destekleyerek de fayda sağladığı düşünülüyor. Dahası, tip 2 diyabetli hastalarda GLP-1 agonisti kullananların demans riskinin yüzde 53 daha düşük olduğu bulundu. Amerika ve Danimarka’dan elde edilen veriler de bu sonucu destekliyor:
GLP-1 tedavisi alan diyabetlilerde Alzheimer hastalığı riskinin yüzde 64’e kadar azaldığı saptandı. Henüz kesinleşmiş sonuçlar yok ama bu bulgular, diyabet ve obezite tedavisinde kullanılan bu ilaçların Alzheimer’a karşı da güçlü bir koruma potansiyeline sahip olabileceğini gösteriyor. Yine diyabet tedavisinden tanıdığımız SGLT-2 inhibitörleri, Alzheimer araştırmalarında karşımıza çıkıyor. Bu ilaçlar idrarla şeker atılımını artırarak kan şekerini düşürüyor. Ancak bunun ötesinde beyindeki inflamasyonu azaltma, oksidatif stresi düşürme ve nöronal hayatta kalmayı artırma gibi etkilerinin Alzheimer riskini azaltabileceği düşünülüyor. Diyabet ilaçlarının Alzheimer tedavisinde riski azaltması hasta olmadan diyabeti önlemenin ve sağlıklı hayat alışkanlıklarını sürdürmenin önemini bir kez daha gözler önüne seriyor.
Psikiyatri dünyasının eski ilaçlarından biri olan lityum, bipolar bozukluk tedavisinde onlarca yıldır kullanılıyor. İlginç biçimde, düşük doz lityum kullananlarda Alzheimer’a dönüşümün daha az olduğu gösterildi. Danimarka’da 5 bin bipolar hastayla yapılan bir çalışmada, lityum kullananlarda demans riskinin belirgin şekilde daha düşük olduğu gösterildi. Dahası, 73 bin demans hastası ile 730 bin kişilik kontrol grubunun karşılaştırıldığı başka bir araştırmada, içme suyunda yüksek lityum seviyelerine maruz kalanlarda Alzheimer riskinin daha düşük olduğu saptandı. Bu veriler, lityumun olası koruyucu etkisine işaret ediyor.
Son dönemde Harvard Tıp Fakültesinde Prof. Yankner ve ekibinin Nature dergisinde yayımlanan çalışması bütün dünyada büyük yankı uyandırdı. Fareler üzerinde yapılan çalışma Alzheimer hastalığında lithium eksikliğinin rolü olduğunu ve düşük doz lityum orotat tedavisinin hafıza kaybını ve Alzheimer’daki patolojik değişiklikleri önlediğini gösterdi. Bu çalışma fareler üzerinde olsa da lityumun tuz formunun düşük dozda Alzheimer’ı tedavi edebileceği umudunu doğurdu ve insan çalışmaları hızlandı. Kimi nörologlar lityumun muhtemel toksik etkilerinden dolayı rutin kullanımına karşı, kimileri ise ALS hastalığında beklenen etkiyi vermeyen lityuma karşı temkinli yaklaşıyor. Cevabını önümüzdeki yıllarda randomize çalışmalardan alacağız. Ama Alzheimer tedavisinde sonuca hiç bu kadar yakın olmamıştık.
Tanı ve takip alanında belki de en çarpıcı gelişme, p-Tau217 adlı kan testinin ortaya çıkışı oldu. Bu biyobelirteç, Alzheimer’ın beyinde başladığını neredeyse kesin doğrulukla gösterebiliyor. Üstelik semptomlar başlamadan 20 yıl önce yükselmeye başlıyor. Eskiden amiloid veya tau birikimini görmek için ya belden sıvı alınması ya da PET çekilmesi gerekiyordu. Artık basit bir kan testiyle hastalığın gidişatı izlenebiliyor. Bu hem erken tanı hem de önleme stratejileri açısından devrim niteliğinde.
SAĞLIKLI YAŞA RİSKİ DÜŞÜR
Araştırmalar, Alzheimer vakalarının yaklaşık yüzde 45’inin aslında önlenebilir olduğunu gösteriyor. Sağlıklı yaşam tarzı alışkanlıkları, sigaradan uzak durmak, düzenli egzersiz yapmak, kaliteli uyku, dengeli beslenme; hipertansiyon, obezite ve diyabet gibi hastalıkların kontrol altında tutulması; işitme ve görme kayıplarının tedavi edilmesi Alzheimer riskini ciddi ölçüde azaltıyor. Üstelik yeni çalışmalar, düzenli egzersizin kanda p-Tau217 düzeyini düşürdüğünü gösteriyor. Yani tıpkı kalp hastalıklarında kolesterolü düşürmek gibi, Alzheimer için de biyobelirteçleri düşüren yaşam tarzı önlemleri elimizde.
Uzun yıllardır kalp-damar sağlığı için önerilen Akdeniz tipi beslenme, beyin sağlığı açısından da güçlü bir koruma sağlayabilir. Zeytinyağı, sebze, meyve, tam tahıl, baklagil ve balığın ağırlıklı olduğu bu diyetin, bilişsel işlevleri koruduğu ve Alzheimer riskini azalttığı görülüyor.
Özellikle genetik riski en yüksek grupta, yani Alzheimer için en önemli risk genlerinden APOE4’ün iki kopyasını taşıyan kişilerde, bu diyetin etkisi daha da belirgin.
Çalışmalarda, bu kişilerin demans riskinin Akdeniz diyetine sıkı sıkıya uyduklarında yaklaşık üçte bir oranında azaldığı saptandı.
Buna karşılık, APOE4 genini hiç taşımayan ya da tek kopya taşıyanlarda risk azalması yalnızca yüzde 5 civarında oldu. Akdeniz diyetinin bu koruyucu etkisi, kandaki bazı maddelerin dağılımlarını olumlu yönde değiştirmesiyle de açıklanıyor. APOE4 taşıyanlarda, kolesterol türevleri ve bazı zararlı yağ moleküllerinde artış, koruyucu yağlarda ise azalma görülüyor.
Akdeniz diyeti bu dengeyi tersine çeviriyor ve böylece beyin sağlığını koruyor. Bu da neden özellikle yüksek riskli kişilerde daha etkili olduğunu açıklıyor. Özellikle genetik olarak yüksek risk taşıyan bireyler için, kişiselleştirilmiş beslenme yaklaşımı umut verici bir strateji olarak öne çıkıyor.
Alzheimer tedavisinde geleneksel ilaç yaklaşımlarının ötesinde yaratıcı yöntemler de test ediliyor. Bu yenilikçi yaklaşımlar, hastalığa farklı açılardan bakıyor ve beyni iyileştirme potansiyeli taşıyan alternatif yollar arıyor. Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde yapılan bir çalışma özel frekanslarla ışık ve ses uygulaması ile beynin doğal gama dalgalarının uyarılması hedefleniyor. Ayrıca bir başka araştırmada benzer şekilde beynin belirli bölgelerine düşük düzey elektrik akımları verilerek bilişsel işlevlerde iyileşme aranıyor.
Diyabet tedavisinde kullanılan pioglitazon gibi ilaçlar da beyin inflamasyonunu azaltma potansiyeli nedeniyle inceleniyor. Ayrıca ketojenik diyetin Alzheimer üzerindeki etkilerini araştıran çalışmalar yürütülüyor. Bu denemeler henüz erken aşamada, ancak Alzheimer’a karşı mücadelede yeni yollar açabileceğine dair umut veriyor.
Alzheimer araştırmaları belki de tarihte ilk kez bu kadar umut verici bir noktada. FDA onaylı ilaçlar küçük de olsa bir ilerleme sağladı, mütevazı faydalar sağlıyorlar. GLP-1 ve SGLT-2 gibi diyabet ilaçları yeni bir pencere açıyor. Lityum gibi eski bir ilaç bile yeniden gündeme geliyor. Kan testleri sayesinde erken tanı artık çok daha mümkün. Ancak unutulmaması gereken şu ki bugüne kadar etkinliği klinik olarak kanıtlanmış hiçbir takviye bulunmuyor. Alzheimer’ı önleme iddiasıyla satılan çeşitli ürünler olsa da bunların Alzheimer’ı önlediğine dair güvenilir bir bilimsel kanıt yok. Bu konuda toplumsal düzeyde asıl gücümüz, metabolik kontrolün sağlanması ve doğal beslenme, düzenli egzersiz gibi sağlıklı yaşam alışkanlıklarının sürdürülmesi.