hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow

    Nazım Hikmet doğum gününde anılıyor

    Nazım Hikmet doğum gününde anılıyor
    expand

    Türk Edebiyatı'nda büyük bir öneme sahip olan Şair Nazım Hikmet Ran, bugün doğdu. Nazım Hikmet'in yaşamı ve şiirleri edebiyat camiasında her zaman ses getirdi. İşte usta şairin hayatına dair bilinmeyenler...

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Nazım Hikmet, 15 Ocak 1902 yılında, Yunanistan'da dünyaya geldi. 11 yaşındayken ilk şiirini yazdı (Feryad-ı Vatan). 11 yaşındayken Mekteb-i Sultani'de ortaokulda okumaya başladı. Şiire karşı düşkünlüğüyle bilinen Nazım, denizciler üzerine yazdığı şiir, Bahriye Nazırı Cemal Paşa'nın eline ulaştı. Cemal Paşa, şiirden oldukça etkilendi ve Nazım'ı Bahriye Mektebi'ne yönlendirdi. 

    25 Eylül 1915'te Heybeliada Bahriye Mektebi'ne girdi, 1918'de 26 kişi içinden 8. olarak mezun oldu. Karne değerlendirmelerinde zeki, orta derecede çalışkan, elbisesine özen göstermeyen, sinirli ve ahlakî tavırları iyi bir öğrenci görülmektedir. Nâzım Hikmet genç bir öğrenciyken Yahya Kemal onun hocasıydı. Ancak bu sırada Nâzım Hikmet'in annesi Celile Hanım'la Yahya Kemal arasında duygusal bir yakınlık doğdu. Bunun üzerine Nâzım Hikmet Yahya Kemal’e “Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz” notunu iletti ve Yahya Kemal ile Celile Hanım'ın ilişkisi sona erdi. Mezun olduğunda dönemin okul gemisi Hamidiye gemisine güverte stajyer subayı olarak atandı. 17 Mayıs 1921'de aşırıya kaçan halleri bulunduğundan ordu ile ilişiği kesildi.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Nazım Hikmet doğum gününde anılıyor

    Nazım Hikmet, 1920'de arkadaşı Vâlâ Nureddin ile Milli Mücadele'ye katılmak üzere ailesinden habersiz Anadolu'ya geçti, Bolu'da öğretmenlik yaptı. Daha sonra Batum üzerinden Moskova'ya giderek Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde siyasal bilimler ve iktisat okudu. 1921'de gittiği Moskova’da devrimin ilk yıllarına tanık oldu ve komünizm ile tanıştı. 1924'te Moskova'da yayınlanan ilk şiir kitabı 28 Kanunisani sahnelendi. O yıl Türkiye'ye dönerek Aydınlık Dergisinde çalışmaya başladı, ancak dergide yayınlanan şiir ve yazılarından dolayı on beş yıl hapsi istenince tekrar Sovyetler Birliği'ne gitti. 1928’de Af Kanunundan yararlandı ve Türkiye'ye döndü. Bu defa Resimli Ay dergisinde çalışmaya başladı. 1938'de yirmi sekiz yıl hapis cezasına çarptırıldı. 12 sene tutuklu kaldı. Barışseverler Cemiyeti'nin kuruluşunda yer aldı. 12 sene süren tutukluluktan sonra askere alınacağı ve öldürüleceği endişesiyle 1950 yılında Stalinyönetimindeki Sovyetler Birliği'ne giden Nazım, 25 Temmuz 1951 tarihinde Bakanlar Kurulunca Türk vatandaşlığından çıkarılmasının ardından, büyük dedesi Mustafa Celaleddin Paşa (Konstantin Borzecki)'nın memleketi olan Polonya'nın vatandaşlığına geçerek Borzecki soyadını aldı.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Nazım Hikmet nasıl öldü?

    3 Haziran 1963 tarihinde ise, Nâzım Hikmet geçirdiği bir kalp krizi neticesinde 61 yaşında hayata gözlerini yumdu.

    Nazım Hikmet doğum gününde anılıyor

    Nazım Hikmet'in lakabı

    Nazım Hikmet'in lakabı, 'Güzel Yüzlü Şair' veya 'Mavi Gözlü Dev'dir. Yasaklı olduğu yıllarda Orhan Selim adını da kullandığı olmuştur. Hatta İt Ürür Kervan Yürür kitabı Orhan Selim imzasıyla çıkmıştır.

    Nazım Hikmet ve şiir

    İlk şiirlerini hece ölçüsü ile yazmaya başladı ancak içerik bakımından diğer hececilerden farklıydı. Şiirsel gelişimi arttıkça hece ölçüsü ile yetinmemeye ve şiiri için yeni formlar aramaya başladı. Türkiye'de serbest nazımın ilk uygulayıcısı ve çağdaş Türk şiirinin önemli isimlerindendir. Uluslararası bir üne ulaşmış ve adı 20. yüzyıl'ın ilk yarısında yaşamış olan dünyanın en büyük şairleri arasında anılmıştır. Eserleri birçok dile çevrilmiştir. Sovyetler Birliği'nde yaşadığı ilk yıllar olan 1922 ile 1925 arasında bu arayış doruğa çıktı. Hem içerik hem de biçim bakımından dönemindeki şairlerden farklıydı. Hece ölçüsünden ayrılarak Türkçenin vokal özellikleri ile ahenk oluşturan serbest ölçüyü benimsedi. Mayakovski ve fütürizm taraftarı genç Sovyet şairlerinden esinlendi.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Aynı daldaydık

    Saat 21’i vuranda
    Burada kan panalar çalardı
    Burada…
    Burada hasret ve dert
    Sen nerdeydin?

    Bugün…
    Bugün görüş günümüz
    Herkes geldi, sen nerdeydin?

    Aynı daldaydık
    Aynı daldaydık
    Aynı daldan düştük ayrıldık
    Aramızda yüzyıllık zaman
    Yol yüzyıllık.

    Tam yüzyıl..
    Tam yüzyıl oldu yüzünü görmeyeli
    Gözlerin içimde durmayalı.
    Dokunmayalı sıcaklığına karnının
    Tam yüzyıldır bekler beni bu şehirde bir kadın
    Aynı daldaydık
    Aynı daldaydık
    Aynı daldan düştük ayrıldık
    Aramızda yüzyıllık zaman
    Yol yüzyıllık.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    İnci Şiiri

    Yüzlerce senen evvel çok güzel bir kız varmış.
    Ayağına kapanıp bütün gençler yalvarmış
    Bu eşi bulunmayan güzeli almak için.
    Erimişler aşk denen alevden için için,
    Güneşin sızağıyla eriyen karlar gibi;
    Hepsinin bu sevdadan hicran olmuş nasibi...
    Böyle yaşıyorlarken dünyalarına küskün,
    Güzel kız davet etmiş aşıklarını bir gün.
    Demiş:"Elbet veremem gönlümü hepinize,
    Fakat bir müsabaka açıyorum ben size:
    En güzel en kıymetli inciyi bana her kim
    Getirirse onunla artık evleneceğim..."
    Aşıklar mallarını feda edip satmışlar,
    Dört taraftan en büyük inciyi aratmışlar.
    Yüzlerce sene evvel bir saz şairi varmış;
    Bu gencin de gönlünü o kızın aşkı sarmış.
    Aklını alıvermiş gök ela renkli gözler;
    Her dakika biricik sevgilisini özler,
    Her dakika ağlarmış, sızlarmış, ah edermiş;
    perişanmış, mahzunmuş, derbedermiş..
    Duymuş müsabakayı bu aşık da nihayet,
    "İnci nedir" diyerek o anda etmiş hayret.
    Çünkü o ana kadar inciyi bilmiyormuş.
    "İnci nasıl şey?" diye bir ihtiyara sormuş:
    "Ben onu hiç görmedim gezdim de diyar diyar."
    Demiş ki zavallıya gülümseyip ihtiyar:
    "Güzel bir taştır inci, kadınların süsüdür;
    Durduğu yer onların açık, beyaz göğsüdür.
    Denizden çıktığından pahalıdır gayetle..
    Bu sözleri duyunca aşık bakar hayretle,
    Der ki:"Ben deniz nedir, onu da bilmiyorum."
    İhtiyar denizi de anlatır: "Dinle yavrum,
    Bu öyle bir susur ki ufuğa kadar açık,
    Bazen dalgalar kıyısında ufacık;
    Bazen fırtına çıkar, hava olunca lodos,
    Deniz birden kudurup kayalara vurur tos.
    Sen karada gezmişsin belli bu yaşa kadar.
    Bu dağların ardında çok uzak bir deniz var.
    Pek merak ediyorsan yürü, memleketler aş."
    Saz şairi, bu sözler bitince, yavaş yavaş
    Denizi bulmak için seyahate koyulur;
    Uzun yollar üstünde harap olur, yorulur.
    Nihayet gök toprağa ışığını dökerken
    Bir sahile yaklaşır, henüz şafak sökerken...

    Aradan bir yıl geçip nihayet mühlet bitmiş,
    Aşıklar akın akın kızın yanına gitmiş.
    Hepsi de dizilmişler önüne birer birer;
    Ellerinin üstünde donuk, beyaz inciler.
    Güzel kız seyre dalmış,oturarak yerine;
    İpek elbisesinin uzun eteklerine
    Bütün delikanlılar koymuş hediyesini!
    Gözlerini açarak herkes kesmiş sesini:
    "Acaba hangisini kabul edecek ?"diye.
    Dışardan bir gürültü duyulmuş o saniye:
    "Bırakın muradıma ben bugün ereceğim,
    Bırakın sevgilime inciler vereceğim..."
    "O da getirsin" diye güzel kız vermiş izin,
    Şair içeri girmiş tereddüt etmeksizin.
    Anlatmış kalbindeki sızlayan bir yarayı,
    Anlatmış uzun uzun bütün bu mecarayı.
    "Ben bir şair aşıkım, elimde bir kırık saz,
    Yapyalnız yaşıyorum, derdim çok, sevincim az.
    O güzel gözlerine bir pınar gibi gönlüm
    Yıllarca aka aka tükendi tahammülüm.
    Fakat seni unutmak gelmiyordu elimden.
    Ve bir gün işittim ki inci istemişsin sen.
    Ama bu ana kadar görmemiştim ben onu,
    Öğrendim bu incinin denizde olduğunu.
    Deniz nerde diyerek arıyordum bu sefer;
    Aşkının kuvvetiyle aştım dağlar tepeler.
    Nice ülkeler gezdim nice dağlar dolaştım,
    Bir sabah sonu gelmez bir denize ulaştım:
    Güneş içinden doğup içinden batıyordu;
    Sular arzın üstüne yaslanmış yatıyordu.
    Rüzgar yavaş esiyor,engin sessiz, durgundu;
    Vücudum aylar süren yolculuktan yorgundu.
    İndim büyük denizin o büyük sahiline
    İncileri topladım ,uğraşıp didinerek."
    Aşıkın sözlerini dinlerken kadın erkek;
    Şair omuzundaki bir torbayı uzatmış,
    Yere bağını çözüp, incileri boşaltmış.
    Fakat o anda herkes kahkahalarla gülmüş:
    Çünkü inci yerine çakıl taşı dökülmüş.
    Güzel kız genç aşıka demiş: "Bunu iyi bil:
    Bu, parayla alınan incilere mukabil,
    Senin çakıl taşların pek değerlidir elbet;
    Şair! Yaşayacağım seninle ilelebet.."

    Güz

    Günler gitgide kısalıyor, 
    yağmurlar başlamak üzre. 
    Kapım ardına kadar açık bekledi seni. 
    Niye böyle geç kaldın?

    Soframda yeşil biber, tuz, ekmek. 
    Testimde sana sakladığım şarabı 
    içtim yarıya kadar bir başıma 
    seni bekleyerek. 
    Niye böyle geç kaldın?

    Fakat işte ballı meyveler 
    dallarında olgun, diri duruyor. 
    Koparılmadan düşeceklerdi toprağa 
    biraz daha gecikseydin eğer...

    Ben bir insan ben bir Türk şairi

    Ben bir insan, 
    ben bir Türk şairi Nazım Hikmet 
    ben tepeden tırnağa insan 
    tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibaret...

    Ben hem kendimden bahseden şiirler yazmak istiyorum, 
    hem bir tek insana, hem milyonlara seslenen şiirler.

    Hem bir tek elmadan, hem süpürülen topraktan, hem 
    zindandan dönen insan ruhundan, hem kitlelerin 
    daha güzel günler için savaşından, hem bir tek 
    insanın sevda kederlerinden bahseden şiirler yazmak 
    istiyorum, hem ölüm korkusundan, hem ölümden korkmamaktan 
    bahseden şiirler yazmak istiyorum.

    Sıradaki Haberadv-arrow
    Sıradaki Haberadv-arrow