İzah edeyim: İstanbul’da 1 Mayıs’ın beklenen ve korkulandan çok daha sakin geçmesinin farklı nedenleri var hiç kuşkusuz. Polisin uyguladığı tam saha pres taktiğini, “örgüt evlerinde Kalaşnikoflar bulundu, terör saldırıları olabilir,” propagandasının gücünü, hayatı durduran sıkıyönetim önlemlerini gözardı etmek mümkün değil.
Ama ben, bütün bunların ötesinde ve üstünde başka bir neden olduğunu düşünüyorum.
İsterseniz buna kestirmeden “30 Mart yorgunluğu” diyelim.
30 Nisan gecesi itibarıyla, pek çok potansiyel protestocunun aklından şu düşüncenin geçtiğinden eminim: “Bu nasıl iş, biz yollara dökülüyoruz, gazlanıyoruz, coplanıyoruz, sonra AKP daha fazla oy alıyor. Kafamızı daha ne kadar aynı duvara vuracağız!”
Eğer bu psikoloji olmasaydı, bugün İstanbul Şişli’de, 1 Mayıs 2013’te olanların aynısı tekrar ederdi.
Hatırlayalım: Geçen yıl da, Şişli’de DİSK merkezinde toplanılmış, polisin ilk gaz ve su taarruzu savuşturulmuş, sonra Halaskargazi Caddesine inilmiş, polisle Taksim’e yürüme pazarlığı yapılmış, polis barikatı zorla aşılmış, Harbiye’ye kadar ilerlenmiş, burada ikinci polis barikatının önünde “mübalağa cenk olunmuş,” devamında, sokak aralarına dağılan gruplarla kaçma-kovalamaca yaşanmış, gazlı-coplu müdahale Nişantaşı-Teşvikiye’ye kadar sürmüştü.
Bu sefer, bunların neredeyse hiç biri olmadı.
Polisin gazlı müdahalesi oldu, Halaskargazi’ye inildi, burada pazarlık yapıldı... Sonra, DİSK slogan ata ata merkezine döndü, sokaklarda da sadece radikal gruplar kaldı.
Peki neden, ne DİSK ve diğer sivil toplum kuruluşlarında geçen yılın kararlılığı, ne örgütleri de sürükleyip götürecek bir toplumsal baskı vardı sahnede?
Bana sorarsanız, bunun nedeni benim kestirmeden “30 Mart yorgunluğu” dediğim ruh hali.
“Yorgunluk” pek sevimli bir söz değil, biliyorum. “Yenildiler, yoruldular” denilmesi, insanları öfkelendirir. “Yenilmişlik” hissi, insanları “kadercilik” ve “teslimiyet”e de götürebilir.
O yüzden, “yorgunluk”la “rasyonellik” kavramlarını yanyana kullanıyorum.
Bugün sokaktaki yansımasını gördüğümüz “yorgunluğun” korku ve yılgınlıktan değil, rasyonel bir muhasebeden kaynaklandığına inanıyorum.
İnsanların “aynı şeyleri yapıp, her seferinde farklı sonuçlar beklemek saflıktır” demek için illa Einstein olmaları gerekmez.
Farklı sonuç almak isteyenlerin, başka şeyler yapmayı, başka yöntemler denemeyi öğrenmesi gerekiyor.
Bir örnek vereyim:
DİSK, “biz bu yıl 1 Mayıs’ı Diyarbakır’da kutlayacağız” deseydi ne olurdu?
Hemen aklıma gelen muhtemel sonuçları yazayım:
Kısacası, fena mı olurdu?
İzah edeyim: İstanbul’da 1 Mayıs’ın beklenen ve korkulandan çok daha sakin geçmesinin farklı nedenleri var hiç kuşkusuz. Polisin uyguladığı tam saha pres taktiğini, “örgüt evlerinde Kalaşnikoflar bulundu, terör saldırıları olabilir,” propagandasının gücünü, hayatı durduran sıkıyönetim önlemlerini gözardı etmek mümkün değil.
Ama ben, bütün bunların ötesinde ve üstünde başka bir neden olduğunu düşünüyorum.
İsterseniz buna kestirmeden “30 Mart yorgunluğu” diyelim.
30 Nisan gecesi itibarıyla, pek çok potansiyel protestocunun aklından şu düşüncenin geçtiğinden eminim: “Bu nasıl iş, biz yollara dökülüyoruz, gazlanıyoruz, coplanıyoruz, sonra AKP daha fazla oy alıyor. Kafamızı daha ne kadar aynı duvara vuracağız!”
Eğer bu psikoloji olmasaydı, bugün İstanbul Şişli’de, 1 Mayıs 2013’te olanların aynısı tekrar ederdi.
Hatırlayalım: Geçen yıl da, Şişli’de DİSK merkezinde toplanılmış, polisin ilk gaz ve su taarruzu savuşturulmuş, sonra Halaskargazi Caddesine inilmiş, polisle Taksim’e yürüme pazarlığı yapılmış, polis barikatı zorla aşılmış, Harbiye’ye kadar ilerlenmiş, burada ikinci polis barikatının önünde “mübalağa cenk olunmuş,” devamında, sokak aralarına dağılan gruplarla kaçma-kovalamaca yaşanmış, gazlı-coplu müdahale Nişantaşı-Teşvikiye’ye kadar sürmüştü.
Bu sefer, bunların neredeyse hiç biri olmadı.
Polisin gazlı müdahalesi oldu, Halaskargazi’ye inildi, burada pazarlık yapıldı... Sonra, DİSK slogan ata ata merkezine döndü, sokaklarda da sadece radikal gruplar kaldı.
Peki neden, ne DİSK ve diğer sivil toplum kuruluşlarında geçen yılın kararlılığı, ne örgütleri de sürükleyip götürecek bir toplumsal baskı vardı sahnede?
Bana sorarsanız, bunun nedeni benim kestirmeden “30 Mart yorgunluğu” dediğim ruh hali.
“Yorgunluk” pek sevimli bir söz değil, biliyorum. “Yenildiler, yoruldular” denilmesi, insanları öfkelendirir. “Yenilmişlik” hissi, insanları “kadercilik” ve “teslimiyet”e de götürebilir.
O yüzden, “yorgunluk”la “rasyonellik” kavramlarını yanyana kullanıyorum.
Bugün sokaktaki yansımasını gördüğümüz “yorgunluğun” korku ve yılgınlıktan değil, rasyonel bir muhasebeden kaynaklandığına inanıyorum.
İnsanların “aynı şeyleri yapıp, her seferinde farklı sonuçlar beklemek saflıktır” demek için illa Einstein olmaları gerekmez.
Farklı sonuç almak isteyenlerin, başka şeyler yapmayı, başka yöntemler denemeyi öğrenmesi gerekiyor.
Bir örnek vereyim:
DİSK, “biz bu yıl 1 Mayıs’ı Diyarbakır’da kutlayacağız” deseydi ne olurdu?
Hemen aklıma gelen muhtemel sonuçları yazayım:
Kısacası, fena mı olurdu?