hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Duygu Merzifonluoğlu Duygu Merzifonluoğlu

    46 yıldır akıl hastanesinde yaşayan Çılgın Kusama’nın “Haute Couture” yaşamı..

    12.03.2018 Pazartesi | 16:06Son Güncelleme:

    Her ne kadar aynılaşmanın mucizevi hafifliği, sosyal bedenler arasında defoları dışlamayı severse de, ben defolu ürünleri severim, çünkü üretim hatası gibi dursa da gerçekte öyle değildir. Diğerlerinden milyon tane varken onun bir tane var oluşu insana kendini özel hissettirir.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Çünkü bana göre bilinçsiz yaratılmış bir sanat gibidir defolar. Doğal bir sanat eseriymiş gibi. Sol dizdeki 4 dikiş gibi. 8 yaşında patlamış kaş gibi. Bedende kayıtlı tüm yara izleri gibi. Sol kenarı yırtık bir t-shirt ya da üzerine bir damla boya akmış bir kazak gibi. Güneşte kalmaktan sararmış bir gömlek kolu ya da eğri dikilmiş bir yaka gibi. O yüzden 3 bilezikten en yamuk olanı beni hep çeker ve ben de hep o en yamuk olanı kendime alırım. Böylece ondan bir tek bende olur. Benim olur. Tek benim. Tek bende. Benden başka kimsede değil.  

    Bugünkü konumuz “Haute Couture” hayat.

    Yani “kişinin özel beğenisine göre tasarlanmış” hayat.

    Yani defoların aslında sanat olduğunu görebilme sanatı. 

    Yani “yaratıcılığımı kullanarak nasıl ‘Haute Couture’ bir hayat yaratabilirim?” sorusunun cevabı. 

    46 yıldır akıl hastanesinde yaşayan Çılgın Kusama’nın “Haute Couture” yaşamı..

    Karşınızda “Yayoi Kusama”! 

    Aynı benim defolara bakış açım gibi, 1973 yılında temelli dönüş yaptığı Tokyo’da, kendini bir akıl hastanesine ‘burada yaşarsam daha rahat hissedeceğim’ diyerek yatırmış Kusama. Ancak akıl sağlığını düzeltmek için değil, aksine onu korumak için. Aynı benim ürünler üzerindeki defoları elemek için değil aksine satın alabilmek için görmeye çalışışım gibi. Çünkü Kusama, kendisi için yıllar içinde “yaşayan bir kadın ressamın eserine biçilen en yüksel bedel” manşetleri attıran gücün buradan geldiğini çok iyi biliyor. Çünkü 2008 yılında, New York’taki bir müzayedede, Kusama’nın bir eserine 5.1 milyon dolar gibi rekor bir fiyat verilmesi Kusama’nın umurunda bile değil. Çünkü Kusama için, Marc Jacobs’ın, “Sevgili Kusama’cığım, sana ne zamandır hayranım, gel beraber ‘Louis Vuitton’ için bir koleksiyon tasarlayalım, hı ne dersin?” demesi hiç öyle anormal bir durum da değil. Çünkü Kusama, bizim onun kulaklarını çınlattığımız bu saniye içerisinde Tokyo’da, yaşadığı akıl hastanesinin biraz yakınındaki 3 katlı stüdyosunda, belki de kocaman puantiyeleri arasında resim yapıyor. Belki yazı yazıyor. Belki - eğer ki ruh hali müsaitse - narçiçeği rengi kırmızı peruğunu takmış, rujunu sürmüş bir halde, onu dünyanın dört bir yanından görmeye gelen gazetecilerle sohbet ediyor.  

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    AMA tabi - Eğer ruh hali müsaitse -  

    Kusama, 1929’da Japonya Matsumoto’da doğmuş. Katı kuralları olan, varlıklı bir ailenin kızı. Hayatının kırılma noktası annesinin baskısı üzerine, babasını sabah evden çıktığı an takip etmesiyle başlıyor. Çünkü babası geyşalarla yatıp kalkmayı, annesi de Kusama’yı casus olarak kullanmayı pek seviyor. Tabii Kusama bu takibin, onun hayatının ilk ve belki de en büyük travması olacağını asla düşünmüyor. Hatta bu travmanın kendisinde, geçemeyecek bir cinsellik takıntısı yaratacağını dolayısıyla da seksten ömrü boyunca nefret etmesine vesile olacağını da asla ve asla düşünmüyor. Böylece de o küçücük yaşında kendini, nasıl olduğunu bilemeden ‘micro universe / mikro evren’e bağlıyor ve sonunda da bilin bakalım ne oluyor? 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    46 yıldır akıl hastanesinde yaşayan Çılgın Kusama’nın “Haute Couture” yaşamı..

    Birden etrafındaki herşeyi puantiye olarak görmeye başlıyor. Kusama’nın adıyla özdeşleşmiş olan her yeri basmış hastalık vari puantiyeleri ilk çizmeye başladığı yaş 10. Bahçelerindeki bitkilerin canlanıp kendisiyle konuşmaya başladığını söyleyen Kusama için takdir edersiniz ki o günlerde gerçeklik biraz karışmaya başlıyor. Bu gerçekdışı Alice masalından ise Kusama kendini her şeyi kağıda geçirerek çıkarıyor. Daha doğrusu dönüştürerek çıkarıyor. Gördüğü her ne varsa, içinden geldiği şekilde dışına çıkarmaya çalışıp dönüştürerek. Görünmeyen bir dünya ile görünen dünya arasında bir köprü kurarak.  

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bu içten dışa çıkma mevzusu yıllar içinde Kusama’ya, gövde boyama festivallerinde kendi bedenini ve atları beneklerle donatarak kameralara poz vermeler, dev benekli moda şovları, savaşa hayır gösterileri, 15 yıl kaldığı New York’ta çöpleri karıştırıp yemek yemeler, fakirlik ve sıkıntı dolu günler, Venedik Bienali’ni basıp bahçede kendi yaptığı küreleri ona buna satmalar gibi şeyler getirirken bir yerden sonra da başka türlü şeyler getirmeye başlıyor. Kusama, 1968 yılında ‘Kusama’s self-obliteration’ filmiyle, Belçika 4’ncü Uluslararası Deneysel Film Yarışması’ndan, 2’nci Maryland Film Festivali’nden ve Ann Arbor Film Festivali’nden ödüller alıyor. 1983’te ise yazdığı roman olan ‘The Hustlers Grotto of Christopher Street’ ile Yasei Jidai Dergisi’nin yeni yazarlar için düzenlediği 10’uncu Edebiyat Ödülü’nü alıyor. Amerika’da pek çok butikte satılan Kusama elbiseleri bir bir piyasaya sürülüyor. Kusama kumaşlarından “haute couture” kıyafetler yapılıyor. Bugün internet üzerinden ulaşılabilen ve dünyanın dört bir yanına dağıtılan, Kusama’nın puantiyelerinden oluşan onlarca ürün, renkli dev açık hava heykelleri derken… (Yayoi Kusama’nın yaklaşan sergileri, tüm eserleri ve satın alabileceğiniz tüm ürünleri için bakmanız gereken websitesi ‘http://yayoi-kusama.jp’) 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    46 yıldır akıl hastanesinde yaşayan Çılgın Kusama’nın “Haute Couture” yaşamı..

    Aslında ne ortaya çıkıyor? 

    Kusama’nın bizim görmediğimiz bir gerçekliği bizim gerçekliğimize taşıdığı ve burada, bu dünyadan bambaşka bir dünyayı, kendi dünyasını yaratabildiği ortaya çıkıyor. Neden? Çünkü beneklerin ilk ortaya çıktığı 10 yaş, bir babanın bir anneyi aldattığını canlı canlı görmek için oldukça küçük bir yaş. Bu durumda duygusal travma yaşayan Kusama’nın zihni ne yapıyor? İçinde bulunduğu gerçekliği reddederek başka bir gerçekliğe bağlanıp, o gerçekliğin gerçek olduğunu zihnine kabul ettiriyor. Çünkü bu yeni gerçeklik ona içinde bulunduğu gerçeklikten daha çok huzur veriyor. Dolayısıyla da başka bir boyuta, bir ‘mikro evrene’ bağlandığını asla fark etmeden hayatını başkalaşım geçirerek yaşamaya devam ediyor.  

    Kusama bugün bize, bizim ancak mikroskop aracılığıyla görebildiğimiz hücreleri çıplak gözle görebildiğini kanıtlayabilen bir boyut gezgini. Bu da Kusama için söylenen “deli” tanımının koltuk altını gıdıklayan bir bilgi. Sizce Kusama gerçekten deli mi yoksa hiper-sensitive mi? Belki de Kusama bize hayal gücünü değil de şimdilerde ancak mikroskop ile görülebilecek “future of science”ı gösteriyor. Sonuçta o da ayrı bir boyut. Mesela, mikroskopta gördüğümüz bakteriler bizi görebiliyor mu? Peki, bizim onları görebildiğimizi biliyor mu? Peki ya bizi de aynı bizim bakterileri mikroskop altından görebiliyor oluşumuz gibi, bizim buradan asla göremeyeceğimiz bir biçimde birileri de izliyor olabilir mi? Ne dersiniz?  

    46 yıldır akıl hastanesinde yaşayan Çılgın Kusama’nın “Haute Couture” yaşamı..

    Biliyorsunuz biliminsanları şu an bitkilerin bizimle ilişki kurduğunu onaylıyor. Üniversitelerde diğer boyutlara bağlanmamıza yardımcı olan bitkiler üzerinde her gün çalışmalar yapılıyor. Bu bitkilerin depresyon, anksiyete ve çeşitli bağımlılıkları giderdiği konusu her gün hastalar üzerinde defalarca test ediliyor. Kusama’nın dediği gibi, belki de etrafımızdaki tüm bitkiler bizimle aslında konuşuyor ve asla düşünmeyeceğimiz şekillerde gözümüzün önünde hareket ediyor ancak biz böyle bir gerçekliğin olabileceğine henüz inanmadığımız için ne yazıkki bu hareket halini göremiyoruz. 

    Şimdi o zaman içimden size şunları sormak geliyor:

    - Sizin ruh haliniz bu dünyada yaşamak için mi yoksa yaratmak için mi müsait?

    - Delilik gerçekte istediğin hayatını yaşayabilmek midir?

    - Peki ya bu hayatta tüm gördüklerin gerçek midir? 

    Bence bu dünyanın geleceği, tüm boyutların birbirini görebildiği ve birbiri ile huzur içinde yaşayabildiği bir zamanda ilerleme kaydedebilmiş olacak. Farklılıkların hiçbiri dışlanmadığı zaman. O nedenle sanırım bizim için en iyi öğretmen, birine deli diyorlarsa eğer onun deli olduğu konusunda kalmayıp, onun hangi boyuta ve gerçekliğe bağlı olduğunu görmeye çalışma halinde bizi bekliyor. Travmalarınıza sarılın, onlar sizi diğerlerinden ayıran, sizi gerçek siz yapan defolarınız. Defolarınızı saklamayın. Defolarınızdan sanat yaratın. 

    Haftaya aynı yerde aynı saatte görüşmek üzere :)