hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Duygu Merzifonluoğlu Duygu Merzifonluoğlu

    Bardak altlığı gibi olacaksın bu yaşamda, döküleni tutacaksın..

    31.05.2019 Cuma | 12:37Son Güncelleme:

    28 Mayıs akşamı, İstanbul Modern’deki Ara Güler katında, açılıştayız.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Onca fotoğrafı arasında, onu en iyi temsil ettiğine inanılan fotoğrafı, bir hemşire gibi ‘şşşt sessiz ol’ parmak işareti yapıyor.
    Gözleri ise uslanmaz hınzır bir çocuk gibi alttan alttan sana bakıyor.
    ‘Ben sanatımla konuşuyorum, susun da az biraz dinleyin’ diyor.
    Sanatın yaşsızlığı, zamansız ve mekansızlığı nasıl olurmuş gösteriyor.
    Yaşamını tüm ihtişamı ile bir başkaldırıymışçasına sana sunuyor. 

    Bardak altlığı gibi olacaksın bu yaşamda, döküleni tutacaksın..

    Sessizce yan duvara geçiyorsun.
    Doğumundan ölümüne bir film şeridi gibi uzanan hayatına bakıyorsun.
    Hayatının tam ortalarında bir yerlerinde Picasso’nun Ara Güler’i çizdiği fotoğraf karesini görünce de: ‘Bayılıyorum’ diyorsun. ‘Sanatçının sanatçıya, sanatını icra eden hediyeler verişine bayılıyorum. Bir ressamın bir şaire, o şairin bir eskizini, bir şairin ise bir ressama o ressamı anlatan iki üç dize yazışına hastalanıyorum. El emeği göz nuru ile zamanı zamansızlığa taşıyan o gerçek hediyeler neden artık yok?’ diyorsun. ‘Bir sohbet arasında, bir kahkahanın kadifemsi sıcaklığında, bir çay bahçesinin sallanıp duran tahta masasında, o masanın sallantısının, çayı bardağından taşırışında neden sanat yakalanmıyor artık o günlerdeki gibi?’ diyorsun. ‘Neden artık yeni moda doğum günü hediyesi instagram’da 15 saniyelik bir post oldu?’ diyorsun.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bardak altlığı gibi olacaksın bu yaşamda, döküleni tutacaksın..

    Sonra içeri giriyorsun.
    3 duvarı 3 ana kelimeden oluşmuş bir cümlecik gibi 49 siyah beyaz fotoğraf. Ortada dikdörtgen cam bir vitrin.
    Vitrine yürüyorsun.
    İçinde Ara Güler’in kimlik kartları, slaytları, el yazısı ile aldığı bir kaç notu ve belki de etrafını sarmalamış onca fotoğrafı çekmiş olan emektar fotoğraf makinaları..
    Sonra düşünmeye başlıyorsun ve ;
    ‘Belki bizden geriye de aynı bunun gibi şeyler kalacak bir gün.. Hayatta bir kenara aldığımız notlar, unutmayayım dediğimiz cümlecikler, bu anı kaçırmayayım dediğimiz, cebimizden fotoğraf makinemizi bize çıkarttıran anlardan oluşmuş, bizde geçmiş yaratan tüm hatıralar..’ diyorsun.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bardak altlığı gibi olacaksın bu yaşamda, döküleni tutacaksın..

    Sonra vitrinden duvara doğru geri adım atıyor, fotoğrafların yanına geliyor ve sol baştan gezmeye başlıyorsun.
    Ara Güler’in bir vakit önce gördüğünü fotoğraflarında görmeye çalışıyorsun. Çalışırken de ‘insan geçmişidir..’ diyorsun.
    Konuşturuyor Güler seni her fotoğrafında.
    Kendi kendine konuşmaya başlıyorsun.
    ‘..insan satır aralarında aldığı nefestir.’ diyorsun. ‘..Kimsenin görmediğini görüşünün ona diğerlerinden ayrı bir mertebe verişidir. Hayatı anlamaya ve anlatmaya çalıştığı aracını kullanış biçimidir. Akan zamanın içinde zamana takılmadan özgürce durabiliştir. Diğer insanlarda anasını, babasını, amcasını görüştür. Sıradanlıkta bulduğu sıradışılıktır. An ile arasında kurduğu sırdaşlıktır. Düğünün neden düğün olduğunu anlayıştır. Telli duvaklı kızın, kadınlığının koynuna girişinin resmini çekebiliştir. Gecekondu mahallelerine arkasını dönüp bir cigara tüttüren adamın gölgesini devleştiriştir. Arnavut kaldırımlarında bir akşamüstü kendinden uzun gölgesini köpek gezdirir gibi gezdiriştir. Her şeye rağmen bir fotoğraf makinasının objektifini gördü mü, her şeyi bir kenara koyup kocaman bir gülüştür. Sazın gümüşü, sözün sükutudur. Tahta tabure üstünde kıvrak kalçalı çay bardağından demli çayı, kırmızı beyaz fırfır etekli bardak altlığında içiştir.
    ‘İşçisin sen işçi kal’ın bıraktığı derin kırışıklığı yudum yudum sindiriştir.
    Poz veriştir kışın ortasında,
    Kimlik yitiriştir akşam karanlığında,
    Kanat çırpıştır akşam vapurunda,
    Çocukluğun içten kahkahasıdır ve fütursuz kucak açışıdır bilinmezliğe doğru..

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bardak altlığı gibi olacaksın bu yaşamda, döküleni tutacaksın..

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    ...

    Sonra bakıyorsun cümle bitiyor, 3 duvarlı fotoğraflar bitiyor, sergi bitiyor. Başladığın yere geri dönüyorsun.
    Ara Güler hınzır çocuksu ifadesi ile yine durmuş sana bakıyor.
    Sen de ona bakıyorsun.
    Ama bu defa dolmuşsun.
    İzlediklerin, gördüklerin, okudukların doldurmuş taşırmış seni.
    Fark etmişsin artık olmayanları.
    Ama Ara Güler hatırlatıyor.
    İşte şimdi de sen konuşmaya başlıyorsun:

    Bardak altlığı gibi olacaksın bu yaşamda, döküleni tutacaksın..

    “Artık pirinç karyolaların bahçelere taşındığı, dantelli yatak örtülerinde yatan saten pelerinli maşallah’lı veletlerin sünnet düğünleri yok. Artık ‘bitti de gitti maşallah’ diye konu komşuyu eğlendirmek için o bahçelerde davul zurna ile arz-ı endam eden adamlar da yok. Artık sıcak tutsun diye pazen elbiseler dikilmiyor genç kızlara. Artık düğünlerde kızlar telli duvak takmıyor. Bakır cezvelerde bol köpüklü kahveler de pişmiyor. Beyaz takımlı yakışıklı bahriyeliler de artık yok. Köy desen zaten artık epeyce uzak bir kavram bize. Çıplak ayak toprağa basmak bile para karşılığı satın alınacak bir deneyim olmak üzere. Hacı Şakir’le bembeyaz olan çamaşırlar desen reklam repliği gibi oldu şimdi. Aşı boyalı cumbalı evler de bir zamanın filmlerinde yalnızca süslü birer dekordu sanki. Tren kültürümüz desen artık hiç yok. İşçi sınıfıyla ise alakamız yok. Mazallah belgesellerde ‘alın teri ile kazanılan hayatlar’ kategorisine denk gelmesek kalaycı, çanakçı, çömlekçi kimdir bilmeyeceğiz. Kimsenin belini büküp, avuç içini sımsıkı kapatıp kana kana su içtiği çeşmeler de artık yok. İnanmayacaksın ama cancağzım ölülerimizi bile mezarlıktan geçen güzergah yakın değilse unutup gidiyoruz çoğu zaman. İstanbul İstanbul diyorsun da, o iş de iyicene tuhaflaştı. Tarihi yarımada desen... Gülhane Parkı, Sirkeci Garı, Kapalıçarşı bir vakit gezildi, görüldü, bitti. Eminönü’ndeki balık ekmekse fazla soğanlı geliyor şimdi. Gurme restaurant’larda trüf mantarlı Ravioli’nin yerine kim balık ekmek yesin? Dalga mı geçiyorsun? Ben sana söyleyeyim cancağızım.. Bir zamanların İstanbul’u git gide geçmişte kalıyor şimdi. Tüm yaşananlar artık bir film şeridi gibi. Gittikçe her şey bulanıklaşıyor. Hem artık İstanbul’un vapurları da eskisi kadar ses çıkarmıyor. Hepsi şarkı dizelerinde, şair mısralarında ya da fotoğraf karelerinde kaldı. Kendi tarihimizi bile orda burada yarım yamalak izliyor gibiyiz. Hiç sorma cancağzım. Büyük bir sadakatle yaşıyoruz hayatları bugünlerde. En organik ama en pahalısını. En kaliteli ancak en izolesini. Kadraja kimin girdiğiyle ilgilendiğimiz falansa hiç yok. Kimlik veya yaka kartlarımızda yazan isim ve titrlerin ötesine geçebildiğimiz vakit kendimiz oluyoruz, geçemezsek de hayat bizden geçip gitmiş oluyor. Anlayacağın, durum vahim cancağzım, bilesin.
    O nedenle sana son sözüm şudur sevgili Ara Güler, orda da çek, biriktir. Geldiğimizde sıra sıra yine bakarız göz izlerine. Sevgi ile, yolun oralarda tekrardan açık olsun,

    Bardak altlığı gibi olacaksın bu yaşamda, döküleni tutacaksın..