Bu ahenkli düşünceler uyandırdı beni. Sabaha karşı 5.37’ydi saat. Hazırlıksız yakalandım. Hazırlıksız olduğu herşeye yakalanır insan. Ne de güzel yakalanır. Doğanın doğal ritmi işte. Ben de yakalandım. Zorla göz kapaklarımı ittiren kelimeler, sabah karanlığında sessizliği yırtarak, beni ittirerek benden doğdular. Onları sizin için son 48 saattir taşıyordum. Şimdi mutluyum.
Konumuz: “Bir bardak su”.
14 Şubat’tan bir gün önce, Ekavart Galeri’nin boyutları birbirine bağlayan geniş holünde yan yana dizili sandalyelerden birinde oturuyorum. Konu resim ve şiir. Konuklar Bilge Alkor ve onun 58 yıllık eşi Can Alkor.
Söyleşi başlayalı 20-25 dakika olmuş. Su şişesi duruyor masada. 2 de bardak. 2 bardaktan biri dolu biri boş. Birden bir hamle. Bilge Hanım öne doğru eğiliyor. Dolu bardağa uzanıp eline alıyor. Can Bey’in bardağının yarısını kendi bardağına boşaltıyor geri yerine koyuyor. Ardından da Can Bey’in suyunu kendi suyu gibi içiyor. Masada duran su dolu şişe olduğu gibi duruyor. O esnada Can Bey bize, ünlü düşünürler tarafından aşk üzerine söylenmiş bazı dörtlükler okuyor. (Ne manidar ama !) Haliyle Bilge Hanım’ın bardağına boşalttığı suyun farkına varmıyor. (Gerçi varsa ne çıkar? Kızar mı? Susar mı? Bozar mı?) Derken şiir okumaya ara veriyor. Elini masaya uzatıp yarısına kadar dolu olan suyu alıyor ve içiyor. Bardağındaki suyun yarım olduğunu farketmiyor. İşin güzel yanı bunu Bilge Hanım da farketmiyor.
Reflekslerimiz çıplaklıklarımız mıdır? Ne dersiniz?
Bu bir bardak suyun paylaşılması konusu, aslında o günün toplanma konusu. Aşkın konusu. Gerçekten paylaşılan bir yaşamın görülebilir bir sağlaması. 58 yıllık evliliğin sırrı. Su insanın yaşaması için gereken en önemli şey ve o nedenle de su hayat. Bu da demek oluyor ki hayat, o metrekare içerisindeki ruhlar arasında gerçekten paylaşılıyor.
Bilge Alkor.
Biçimin ötesinde anlamın ön planda olduğu eserleri olan kadın.
“Franz Schubert’in ‘Kış Yolculuğu’nu eşim Can sayesinde ilk dinlediğim zaman buna bir cevap verme gereksinmesi duydum. Ben buna resimleyeyim diye başlamadım. Bir tepkiydi ve tepki dile geldi” diyen kadın.
“58 yıllık evlilik mi?” sorusunu “Bana esin kaynağı olabilecek şeyleri buldu Can” diye yanıtlayan kadın.
Bunun üzerine sözü alan “Nasılsa ben getirmesem de Schubert’i bir yerlerde bulacaktı” diyen şair adam.
O adamın alçak gönüllüğü karşısında akıllara gelen soru, “Can Bey olmasaydı Bilge Hanım gerçekten Schubert’i bulur muydu ve hayatının en önemli eserlerinden birinin adı olan ‘Kış Yolculuğu’nu yaratır mıydı?” sorusu...
...Mühim soru.
Çünkü..
Yaşamlar teğet geçiyor birbirine. Bazı insanlar. Sırf size bir şey yarattırmak, sizden bir şey çıkartmak, sizi bir halden bir hale sokmak için gelirler yaşamınıza. Karşılaşmalar. En mühim konu. Tesadüf yok. Gelmesi gereken insan, gelmesi gerektiği zaman, gelmesi gerektiği biçimde her zaman geliyor. Aracıyız hepimiz. Kendimize aracı. Hepimiz kendimize gitmek için yol, hepimiz kendimizin yoldaşı.
Mesela ben. İnci Hanım değmeseydi bana, yolum o gün Ekavart’a düşmeseydi bu metin yazılamazdı. Ama değdi. Aynı kaygı, heves ve tutkular buluşturur insanları. İnci Aksoy’a, Bilge Alkor gibi kudretli bir sanatçının tüm ömründen kesitler sunan eserlerini görünür kıldığı, böylesi kucaklaşmalara alan açtığı ve sanat içinden sanat yaratılmasına vesile olduğu için saygı duyuyorum.
Ve aşk konusunda ise;
Can Bey o gün sözlerini şöyle bitirdi “Sanat için yaşadım. Aşk için yaşadım. Bilmiyorum uğruna yaşanacak daha güzel bir şey var mı?”
Tüm salon aynı vurgu ile güldük. Tabii ki de yok.
Sevgili Nilüfer ‘Aşk Kitabı’ adlı parçasında ‘Ne olur söyleyin sevenler bana, ayrılmak kanun mu aşk kitabında?’ diye sorar hani. Alkor çifti o olmayan kanunu nasıl da paramparça etmiş değil mi ama? Maksat o kadını o adamı bulmakta değil ki bir ömür boyu yanında tutabilmekte. Bu işin içinde bir sanat varsa eğer o da bu değil mi? Eser fikir değildir ki, eser fikrin yolculuğudur, yolculuğunun sonudur.
Bu arada sergide ne var yazmadın diyeceksiniz. Doğru tabi. Aşkta kaldım. Sergide ne yok ki... Alkor’un geçtiğimiz yıl yapmış olduğu Animalia dizisinden bazı desenler. Animalia’nın anlamını pekiştiren, insanın kökenlerindeki hayvansal durumun bir performans sanatçısı aracılığı ile verilişini izleyebileceğiniz bir video art. Alkor’un İtalya döneminden bazı figürasyon örnekleri. Shakespeare’in ‘Bir Yaz Gecesi Düşü’, ‘Fırtına’sı ve Mozart’ın ‘Sihirli Flüt’ünden hereketle yapılan bazı eserleri. Ve tabi Schubert’in 24 lied’lerinen oluşan ‘Kış Yolculuğu’nu söylememe gerek yok, zaten biliyorsunuz.
Sergi 24 Şubat’a kadar açık. Fazla vakti kalmadı ama isterseniz bu vakit uzun bir ömürdür size. (Bu arada naçizane önerim, en azından Schubert’in ‘Kış Yolculuğu’nu yeniden bir dinleyip öyle gidip görün eserleri. Bilge Alkor’un eserlerinde gördükleri ve gitmeden önce dinlerken zihninin yarattıkları arasında daha güzel bağ kuruyor insan. Kitabın filme uyarlanma konusu gibi. Anladınız siz onu :) )
Haftaya aynı yerde aynı saatte görüşmek üzere,
Sevgilerimle,
Ekavart Galeri / Exhibitions / Sanatçı: Bilge Alkor - “Belleğin Yöreleri”
Bu ahenkli düşünceler uyandırdı beni. Sabaha karşı 5.37’ydi saat. Hazırlıksız yakalandım. Hazırlıksız olduğu herşeye yakalanır insan. Ne de güzel yakalanır. Doğanın doğal ritmi işte. Ben de yakalandım. Zorla göz kapaklarımı ittiren kelimeler, sabah karanlığında sessizliği yırtarak, beni ittirerek benden doğdular. Onları sizin için son 48 saattir taşıyordum. Şimdi mutluyum.
Konumuz: “Bir bardak su”.
14 Şubat’tan bir gün önce, Ekavart Galeri’nin boyutları birbirine bağlayan geniş holünde yan yana dizili sandalyelerden birinde oturuyorum. Konu resim ve şiir. Konuklar Bilge Alkor ve onun 58 yıllık eşi Can Alkor.
Söyleşi başlayalı 20-25 dakika olmuş. Su şişesi duruyor masada. 2 de bardak. 2 bardaktan biri dolu biri boş. Birden bir hamle. Bilge Hanım öne doğru eğiliyor. Dolu bardağa uzanıp eline alıyor. Can Bey’in bardağının yarısını kendi bardağına boşaltıyor geri yerine koyuyor. Ardından da Can Bey’in suyunu kendi suyu gibi içiyor. Masada duran su dolu şişe olduğu gibi duruyor. O esnada Can Bey bize, ünlü düşünürler tarafından aşk üzerine söylenmiş bazı dörtlükler okuyor. (Ne manidar ama !) Haliyle Bilge Hanım’ın bardağına boşalttığı suyun farkına varmıyor. (Gerçi varsa ne çıkar? Kızar mı? Susar mı? Bozar mı?) Derken şiir okumaya ara veriyor. Elini masaya uzatıp yarısına kadar dolu olan suyu alıyor ve içiyor. Bardağındaki suyun yarım olduğunu farketmiyor. İşin güzel yanı bunu Bilge Hanım da farketmiyor.
Reflekslerimiz çıplaklıklarımız mıdır? Ne dersiniz?
Bu bir bardak suyun paylaşılması konusu, aslında o günün toplanma konusu. Aşkın konusu. Gerçekten paylaşılan bir yaşamın görülebilir bir sağlaması. 58 yıllık evliliğin sırrı. Su insanın yaşaması için gereken en önemli şey ve o nedenle de su hayat. Bu da demek oluyor ki hayat, o metrekare içerisindeki ruhlar arasında gerçekten paylaşılıyor.
Bilge Alkor.
Biçimin ötesinde anlamın ön planda olduğu eserleri olan kadın.
“Franz Schubert’in ‘Kış Yolculuğu’nu eşim Can sayesinde ilk dinlediğim zaman buna bir cevap verme gereksinmesi duydum. Ben buna resimleyeyim diye başlamadım. Bir tepkiydi ve tepki dile geldi” diyen kadın.
“58 yıllık evlilik mi?” sorusunu “Bana esin kaynağı olabilecek şeyleri buldu Can” diye yanıtlayan kadın.
Bunun üzerine sözü alan “Nasılsa ben getirmesem de Schubert’i bir yerlerde bulacaktı” diyen şair adam.
O adamın alçak gönüllüğü karşısında akıllara gelen soru, “Can Bey olmasaydı Bilge Hanım gerçekten Schubert’i bulur muydu ve hayatının en önemli eserlerinden birinin adı olan ‘Kış Yolculuğu’nu yaratır mıydı?” sorusu...
...Mühim soru.
Çünkü..
Yaşamlar teğet geçiyor birbirine. Bazı insanlar. Sırf size bir şey yarattırmak, sizden bir şey çıkartmak, sizi bir halden bir hale sokmak için gelirler yaşamınıza. Karşılaşmalar. En mühim konu. Tesadüf yok. Gelmesi gereken insan, gelmesi gerektiği zaman, gelmesi gerektiği biçimde her zaman geliyor. Aracıyız hepimiz. Kendimize aracı. Hepimiz kendimize gitmek için yol, hepimiz kendimizin yoldaşı.
Mesela ben. İnci Hanım değmeseydi bana, yolum o gün Ekavart’a düşmeseydi bu metin yazılamazdı. Ama değdi. Aynı kaygı, heves ve tutkular buluşturur insanları. İnci Aksoy’a, Bilge Alkor gibi kudretli bir sanatçının tüm ömründen kesitler sunan eserlerini görünür kıldığı, böylesi kucaklaşmalara alan açtığı ve sanat içinden sanat yaratılmasına vesile olduğu için saygı duyuyorum.
Ve aşk konusunda ise;
Can Bey o gün sözlerini şöyle bitirdi “Sanat için yaşadım. Aşk için yaşadım. Bilmiyorum uğruna yaşanacak daha güzel bir şey var mı?”
Tüm salon aynı vurgu ile güldük. Tabii ki de yok.
Sevgili Nilüfer ‘Aşk Kitabı’ adlı parçasında ‘Ne olur söyleyin sevenler bana, ayrılmak kanun mu aşk kitabında?’ diye sorar hani. Alkor çifti o olmayan kanunu nasıl da paramparça etmiş değil mi ama? Maksat o kadını o adamı bulmakta değil ki bir ömür boyu yanında tutabilmekte. Bu işin içinde bir sanat varsa eğer o da bu değil mi? Eser fikir değildir ki, eser fikrin yolculuğudur, yolculuğunun sonudur.
Bu arada sergide ne var yazmadın diyeceksiniz. Doğru tabi. Aşkta kaldım. Sergide ne yok ki... Alkor’un geçtiğimiz yıl yapmış olduğu Animalia dizisinden bazı desenler. Animalia’nın anlamını pekiştiren, insanın kökenlerindeki hayvansal durumun bir performans sanatçısı aracılığı ile verilişini izleyebileceğiniz bir video art. Alkor’un İtalya döneminden bazı figürasyon örnekleri. Shakespeare’in ‘Bir Yaz Gecesi Düşü’, ‘Fırtına’sı ve Mozart’ın ‘Sihirli Flüt’ünden hereketle yapılan bazı eserleri. Ve tabi Schubert’in 24 lied’lerinen oluşan ‘Kış Yolculuğu’nu söylememe gerek yok, zaten biliyorsunuz.
Sergi 24 Şubat’a kadar açık. Fazla vakti kalmadı ama isterseniz bu vakit uzun bir ömürdür size. (Bu arada naçizane önerim, en azından Schubert’in ‘Kış Yolculuğu’nu yeniden bir dinleyip öyle gidip görün eserleri. Bilge Alkor’un eserlerinde gördükleri ve gitmeden önce dinlerken zihninin yarattıkları arasında daha güzel bağ kuruyor insan. Kitabın filme uyarlanma konusu gibi. Anladınız siz onu :) )
Haftaya aynı yerde aynı saatte görüşmek üzere,
Sevgilerimle,
Ekavart Galeri / Exhibitions / Sanatçı: Bilge Alkor - “Belleğin Yöreleri”