hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Duygu Merzifonluoğlu Duygu Merzifonluoğlu

    Bir kadın bedeninde gezinen gölgeden parmaklıklar..

    29.04.2022 Cuma | 10:58Son Güncelleme:

    Geçtiğimiz Perşembe akşamı Sanayi313’te Jacqueline Roditi’nin “Inside” adını taşıyan serisinden 7 fotoğrafının izleyici ile buluştuğu bir sergi açılışına davetliydim. Yalnızdım ve yollar tahmin ettiğimden daha açıktı. Öyle olunca vaktinden evvel, sanatçısından bile erken gittim açılışa. Tuhaftır, bu erken gidişin de bir hediyesi oldu bana. Bu sayede sergide görmem gereken detayları daha net, daha yakın ve daha özgür görebilmiş oldum. Sırf bundan dolayı da bu erken gidişin yansımaları ile başladım serginin sanatçısı ile konuşmaya..

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Hikaye şöyle başlamış aslında.
    Roditi’nin hamile olduğunu öğrendiği günün ertesi, Türkiye’de ilk karantina kararı alındığı günmüş. Başlarda 2 hafta süreceği söylenen sokağa çıkma yasağı bir vakit sonra bu günleri takip eden haftalara, aylara yayılmaya başlamış. Evden çıkamadığı belirsizliklerle dolu günler geçip gidiyormuş. Bu günlerden birinde ise uykusunun kaçtığı bir sabaha karşı Roditi’nin gözüne birden karşısındaki duvarın köşesi takılmış. Evdeki koltuğunda oturuyormuş ve dikkatlice oraya bakıyormuş. Bir süre sonra bu köşenin ona ‘vulva’yı anımsattığını düşünmüş ve gittikçe o köşenin içinde kendini bulduğunu hissetmiş. Kendi evinin tavanındaki bir köşe ile olan bu sessiz bakışmalar sırasında ise içinden sürekli “we are inside the house, the house is inside us” (evin içindeyiz, ev bizim içimizde) cümlesini kurup duruyormuş.
    O dakikalar evin içinde sonsuza kadar öylece duracağını düşündüğü günlerin ardından gelen, en yavaş dakikalarmış.
    Sonra da zaten haftalar ard arda sıralanmış..
    Evden çıkamadıkça Roditi, eski yaşantısından gittikçe uzaklaşmaya başlamış. O köşe ise bu süre boyunca her önünden geçtiğinde Roditi ile daha sesli bir halde konuşmuş. Kendini aynı o içe dönük köşe gibi sıkışmış hissediyormuş.

    Bir kadın bedeninde gezinen gölgeden parmaklıklar..

    Sonra bir sabaha karşı kütüphanesinden rastgele bir kitaba uzanmış. Kitap, Ela Atakan’ın “Kimsesizliğin Sonu” adını taşıyan, ön kapağının çizimlerinin kendisinin de bir çok işinde beraber çalıştığı Neşe Nogay‘a ait olan bir kitapmış.

    Bir kadın bedeninde gezinen gölgeden parmaklıklar..

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Kendi ve evinin içindeki kayboluş, birden yazarını tanımadığı bir kitabin içindeki apansız kayboluşa dönüşmüş. Günler ve geceler boyu evin içinde yaşadığı bu zamansız ve mekansız yolculuk, değişken duygular ve düşünceler eşliğinde devam etmiş. Sonrasında ise Atakan ile kendisinin arasında görünmez bir bağ olduğundan emin olarak, bir zamanlar kendi çektiği bazı fotoğraflar ile bu kitapta yer alan bazı yazıları birbiri ile konuşturmaya başlamış. Fotoğraf çekmeden geçirdiği 2-3 yılın ardından bu kitap ona, bir şekilde fotoğrafa yeniden yaklaştıran gücü vermiş. Evin içinde geçmeye devam eden bu günlerden birinde ise birden yerinden kalkmış, fotoğraf makinesini eline almış ve bugün Sanayi313’te gördüğümüz kareleri teker teker çekmeye başlamış.

    İlk çektiği fotoğraf doğal olarak onunla ilk konuşan, ilk bakışta ‘vulva’yı anımsatan köşe olmuş. Sonrasında ise zamanla evin köşelerinde saklanan başka bedenler, uzuvlar görmeye başlamış. 1 yıllık bir süre içerisinde ise bir evin içinde çekilmiş karelerden oluşan 13 fotoğraflık bir seriye ulaşmış.

    Bugün Sanayi313’te gördüğümüz 7 kare işte bu 13 kare arasından seçilmiş olan Roditi’nin sıkışmışlığı ile başlayan ve sıkışmışlığından çıkışını anlatan fotoğraflardan oluşuyor. Peki bu kareler neden Sanayi313’te sergileniyor derseniz.. Çünkü fotoğraflar ilk şekillerini aldığında Roditi, bu fotoğrafları ilk olarak aynı zamanda yakın bir dostu da olan Sanayi313’ün kurucusu mimar Enis Karavil’e göstermiş. Bir yandan mimari sayılabilecek olan bu fotoğrafların hikayesini çok beğenen Karavil’le beraber, mekanla fotoğrafların iç içe geçmesinin sergiye farklı bir boyut katabileceğini düşünerek ortak bir sergi yapmaya karar vermişler.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bu fotoğrafların sergilenme fikrinin ardından ise sıra Roditi’yi yeniden fotoğrafa yaklaştıran kişiye gelmiş. O güne kadar hiç tanışmadığı Ela Atakan ile bir araya gelerek ona kendisinin bilmeden sebep olduğu hikayesini anlatmış. Böylece Atakan ile beraber sergi öncesi 4-5 aylık bir hazırlık sürecine girmişler ve fotoğraflar ile metinleri bugünkü haline getirmişler.

    Jacqueline Roditi, fotoğraflar ile ilgili olarak ben ona “neden bu kadar beyazlar?” ve “kaç baskı sonra bir fotoğraf bu hale geliyor?” diye sorduğumda bana duvarların pürüzlerini ten, kabarcıkları ben, çatlakları da damar gibi düşündüğünü ve de defalarca üzerinde oynamalar yapıp farklı baskılar aldıktan sonra fotoğrafların ilk hallerine sadık kalmak istediğini söyledi. Karanlık duygular ile başladığı bu serinin zamanla kendisinde aydınlık duygular yarattığını, bir yandan duvarların içine hapsolmuş gibi hissetse de o hapisten, o duvarlara bakan, onu gören gözleri sayesinden çıkabildiğini, o nedenle bu karanlığın aslında ona kim olduğunu hatırlattığını anlattı. “Neden beyazlar?” sorumu ise “neden hep en karanlık duygularımız en aydınlıkta ortaya çıkar? Neden akıl hastaneleri hep beyazdır?” soruları ile yanıtladı.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Şimdi sıra bu serginin bendeki yansımasında.
    Sergi, 18:30’da başlıyordu ve ben tam 18:00’de bu serinin önünde durmuş fotoğrafları inceliyordum. Etrafta hazırlıklar devam ediyordu ve ortalıkta henüz benden başka konuk yoktu. Derken, dikkatlice baktığım yan yana asılı bembeyaz eserlerin üzerine Sanayi313’ün camlarından gelen güneş ışığının yansıdığını gördüm. Camların önünde muntazam sıralanmış demirler, fotoğrafların üzerine gölgeden parmaklıklar düşürüyordu. Renkler gölgelerde çıkmıyordu belki ancak resimleri hapis altında gibi bırakan bu gölgelerin arasında minik hareketlilikler vardı. Kafamı çevirip bu demirlere baktığımda hafif rüzgarla beraber sallanıp duran minik yeşil yaprakların olduğunu gördüm ve gülümsedim..

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bir kadın bedeninde gezinen gölgeden parmaklıklar..

    Zamanın değişkenliği, güneş ışığının saat kaçta hangi açı ile nereye geldiği ve nereye neyin gölgesinin düştüğü, bazen zaten anlamlı olan bir şeye nasıl daha da çok anlam katıyor ama değil mi?

    O sırada ben henüz Roditi’nin hikayesini ve de fotoğraflarının neyi anlattığını bilmiyordum ancak mekan biliyordu.. Zaman biliyordu.. Açılış saatinde gelmiş olsaydım eğer göremeyeceğim, fotoğrafların üzerine parmaklık şeklinde düşen gölgeler bunu biliyordu.. O nedenle oradan ayrılırken beni vaktinden evvel oraya götüren ve belki de bu ayrıntıyı görmemi isteyen gücü yeniden düşündüm. Roditi’nin kendini evde hapis hissettiği günlerde içinde yeşeren bir filizin, yani bebeğinin iz düşümünün ondaki gizli hareketliliğini düşündüm. O nedenle bu fotoğrafları bir bedende 2 kişi olduğunu öğrendiği gün çekmeye başlayışı daha da anlamlı geldi bana.

    Hamile bir kadının hem eve hem de kendi bedenine sıkışmışlığının hikayesiydi bu aslında. Çünkü hamile olduğunu öğrendiği an, belirsizliklerle dolu bir döneme de eşzamanlı olarak giriyordu. Eşi ve kendinden oluşan hayatına, üçüncü bir kişi geliyordu. Bu yeni kişiyi tanımıyordu, kim olduğunu bilmiyordu ve bu dönüşümün ardından bir daha aynı iki kişi olup olamayacaklarından emin değildi. Yeniliğin olağanüstü heyecanı ile belirsizlik, bir tür bilinmezliğe hapis olmak gibiydi.

    Not: Bu seriyi başlatan vulva’yı andıran karenin bana göre bir masanın ya da sehpanın sivri bir köşesi, Jacqueline’e göre ise 2 duvar ve bir tavandan oluşan, üç kenar arasına sıkışmış bir köşe gibi görünüşü bende “Laurel” ve “Yanny” işitsel illüzyonunu çağrıştırdı. (Bu işitsel illüzyonun videosuna YouTube üzerinden ulaşabilirsiniz.) Birimiz sıkışmışlığın içeride saklanan yerini, diğerimiz ise aynı sıkışmışlığın dışarı çıkan halini görüyordu. Aynı fotoğrafa bakıyor ancak farklı şeyler görüyorduk. Bu nedenle de sanırım bu fotoğraf, hem Jacqueline’in hem de benim gördüğüm şey olmakla beraber diğer bir yandan ikimizin de eş zamanlı göremediği bir şey oluyordu ve gizli güzelliği de tam olarak buradaydı.