hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Duygu Merzifonluoğlu Duygu Merzifonluoğlu

    Bir yabancıdan bir yabancıya gerçek mektup: “Flashandpost”

    26.01.2021 Salı | 16:34Son Güncelleme:

    Küçükken evde çalışan elektrik süpürgesinin halıdan vakumla minik kağıtları, kurumuş elma kabuklarını, kalemtraş artıklarını ve de minik ambalaj parçalarını toplamasını çok severdim. O yüzden de süpürge görevini tamamladığında bunu oyun sanır tertemiz kağıtları yırtıp, minik kağıtlar haline getirip sonra da süpürgenin aç olduğunu sandığım karnını doyurmaya çalışırdım. Bunun işleri kolaylaştırmak yerine zorlaştıran ve benden başka da kimseye keyif vermeyen bir şey olduğunu çok geç anladım. 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bugün sanırım o nedenle hayat konusunda çoğu zaman benzer şekilde düşünüyorum. O kağıtları yırtıp önüne attıkça süpürgenin ihtiyacı olan pislikler yerine ihtiyacı olmayan pisliklerle karnını doyuruşu gibi bir döngüye kendimi sokmamaya çalışıyorum. Bunun anlamı şu demek. Gerçek olmayan hiçbir şeyi kabul etmemek.

    Ruhen hissetmediğim, benim içimde normalden fazla bir kalp çarpıntısı yaratmayan, düzenimi bozmayan hiçbir şeyin peşinden gitmemeye çalışmak ve bulunduğum ortamda gerçekten %100 orada bulunmak istemiyorsam da bulunmamak demek. Yani kısacası süpürgenin tamamen alması gerekenleri halıdan aldığı, oyunun, yapmacıklığın ve yalanın olmadığı, her şeyin son derece gerçek olduğu alanda kalmak ve o enerjiyi hissetmekten bahsediyorum. 

    Her ne kadar hayat her zaman aynı muntazamlıkta, zihninde önceden planlandığı gibi gitmiyor olsa da yine de eğer kaygılar ve hayata dair olan bakış açısı belirginse insanı kolay kolay da yanlış yola saptırmıyor, daha doğrusu insan böyle anlarda istemeden de olsa hep olmayı isteyebileceği yerlerde bulunduğunu fark ediyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bunu neden anlattım size? Çünkü geçtiğimiz hafta çarpıcı bir sergi gezdim. Gezerken de küçükken oyun olsun diye yalancıktan yaptığım süpürgeye kağıt çekme oyununun gerçeğini bulduğumu hissettim. Çünkü serginin tuhaf bir gerçekliği vardı ve içerisinde yazma eylemi başroldeydi.

    Size hikayeyi başından anlatayım. 

    Balatın en işlek caddesinde, bir araba tamircisinin hemen yanında siyah demirli bir çağdaş sanat galerisinin önündeyim. Ön camında yemyeşil devasa bir Bugs Bunny’nin gün boyunca Haliç’i hiç kıpırdamadan izlediğini görüyorum. Sağ eli duvara yaslı duruyor, o nedenle de Bugs Bunny’nin tek kolunun altından geçerek galeriye giriyorum. Girdiğim an sol duvarda aynı Bugs Bunny’nin yeşili ile serginin adının duvarda büyük harflerle yazılı olduğunu görüyorum. Hemen altında serginin açılışının ardından bana eve bir silindir kutunun içinde hediye gelen bir metrelik mektubun aynısının duvarda asılı olduğunu fark ediyorum. (Sonradan öğreniyorum ki, bende ki kopya ile beraber bu büyük mektuplardan daha doğrusu posterlerden toplam 250 adet basılmış. Yani sergide yer alan poster ile benim evimde duran posterin nerede olduğunu bilmediğimiz 248 adet kardeşi daha var..)

    Bir yabancıdan bir yabancıya gerçek mektup: “Flashandpost”

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Postere biraz daha yaklaşıyorum ve evde yaklaştığım halde göremediğim bazı detayları görmeye başlıyorum. Sergi metninde aynı mektubun, yani posterde yer alan metnin Türkçesinin yazılı olduğunu görünce de oturup bu mektubu okumaya başlıyorum. Tuhaflık artmaya başlıyor çünkü ben bu okumayı yaparken galerinin içinde bir kadın sesi yankılanıyor. Dönüp duran bir filmin bir kadın tarafından seslendirilen cümlelerine takılmaya başlıyor zihnim. Kalkıp filme bakmak istiyorum ve filmin kapıda beni karşılayan yeşil Bugs Bunny’nin minik bir versiyonunun sol üst köşesini süslediği o posterin en üstünde duran el yazısı ile başladığını görüyorum. (Sonradan öğreniyorum ki, o el yazısı meğer Cezanne’ın el yazısıymış.

    Philadelphia Müzesi bir kaç yıl önce Cezanne’ın mektuplarını makalelerini alıp onun el yazısını dijital ortama taşımış. Bu yazıyı isteyen bilgisayarına indirebiliyormuş. Dolayısıyla mektup aslında serginin sanatçısı İrem’in değil de Cezanne’ın el yazısı ile başlıyor diyorum öğrenince bu bilgiyi. Ama bir yandan da İrem’in kendi mektubunu Cezanne ile başlatmayı seçişi de Cezanne’ı öne çıkarmış gibi görünürken aslında İrem’i öne çıkarmış olmuyor mu diyorum kendi kendime…)

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bir yabancıdan bir yabancıya gerçek mektup: “Flashandpost”

    Tam bu anda The Pill Sanat Galerisi’nin Sergi Koordinatörü Enes Çelenay, ben videonun önüne geldiğimde “peki serginin adı neden Salad Cake” diye ona sorduğum sorunun cevabını veriyor:

    “Çünkü bu sergide İrem, yan ürünleri ana ürün gibi anlatmak istemiş.”

     O bunu söylediği an “Bingo” diyorum içimden. Benim Cezanne’ın el yazısının ön planda olmasına rağmen aslında Cezanne’ın el yazısını ön plana koymayı seçerek İrem’in daha da ön plana çıkmış oluşunun bununla tam anlamıyla doğrudan bağlantılı olabileceğini düşünerek mektubu daha da dikkatli okumaya devam ediyorum. Arada gözüm dönüp duran filme, filmdeki bazı sahnelere takılıyor. Yumurtalar kırılıyor, sarıları beyazlarından ayrılıyor, ardından mikrokozmoz filmindeki gibi aynı minicik böceklerin dev gibi görünüşünü andıran dev gibi mısır taneleri, üzümler, kuşkonmazlar ve de karnabaharlar görünmeye başlıyor. Serginin sanatçısı İrem Günaydın, her sahne değiştiğinde yeni bir cümleye başlıyor. Böylece de her bölümü farklı bir başlıkla diğerinden ayırmış oluyor…

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bir yabancıdan bir yabancıya gerçek mektup: “Flashandpost”

    Sergiye adını veren “Salad Cake”’in ise aslında Avrupanın çeşitli yerlerinde yapılan salatadan pastaların bir adı olduğunu öğrendikten sonra işin rengi değişiyor. Türkçesi sebzeli kiş gibi içinde sebzeler ve un olan bir karışımın bir nevi salata keki ya da salatalı kek gibi bir şeyi ortaya çıkarmış oluşunun bu serginin başlığı olmasının ana sebebi ise, salatanın aslında hiçbir zaman ana öğünümüz olmayışı ile ilgili bir durum. O nedenle İrem bu alanda yan ögeleri ana öge gibi sunmayı tercih ediyor. Tüm hikaye, ana unsurun ardındaki yan unsurun görünmüyor oluşunu görünür yapma çabasından ileri geliyor. 

    Bunun üzerine tabiki de olay daha iyi anlaşılıyor. Çünkü Almanların ortaya çıkardığı “Flashandpost” kelimesi ile yani denizcilerin denize açıldığı sırada cam şişenin içine bir mektup koyup onu denize atışını anlatan ve de bu içinde mektup olan şişenin kime gideceği hiçbir şekilde belli olmayışını hatırlatan Cezanne’ın el yazısının hemen üzerinde olan bu kelime ile başlayan mektup, boyutların birleşmesine ve de aranılan anlamın derinleşmesine neden oluyor. 

    Kendi adıma söylemem gereken şey ise “mektup mühim” çünkü eğer orada yazanları okumadan sergiyi gezerseniz hissedeceklerinizle okuyarak gezdiğinizde hissedecekleriniz arasında dağlar kadar fark olacağı aşikar. 

    Çünkü sergiyi gerçek manada hissedebilmemiz için İrem’in kelimelerine, cümlelerine ve zihninin düşünme şekline ihtiyacımız var. 

    Çünkü sergiyi gerçek anlamda içselleştirebilmemiz için İrem’in neden böyle bir mektup yazmak istediğini anlamaya ihtiyacımız var. 

     

    Bir yabancıdan bir yabancıya gerçek mektup: “Flashandpost”

    Gelelim yoruma. Açıkçası ben bu sergi üzerine, bu alanda hissettiklerim üzerine ve her bir eserin bende bıraktığı izler üzerine pek çok şey yazabilirim. Ancak yazmayacağım onun yerine hissetmekle yetinmeyi tercih edeceğim ve ilk fırsatta da bana bu serginin hissettirmiş olduklarından ötürü benim evime daha ben sergiyi gezmeden gelen 250 posterden biri olan o bir metrelik mektubu evimin salonundaki boş duvara asacağım. Çünkü ben bu sergi sonrası İrem’in bu sergiyi yapmaya kalkışma nedenini anladım ve o nedenle de serginin bana aktardığı mesajı yakalayabildim. Çünkü İrem’in aynı zamanda hem ailesinin döviz şirketinde çalışan bir borsacı hem de bu sergiyi ortaya çıkaran özgür bir sanatçı olduğunu bilmek bana kendi hayat hikayemi hatırlattı ve bu durum da haliyle kendi hikayeme çok daha farklı bakmama neden oldu. O nedenle de İrem’in mektubuna o öyle bir cevap beklemiyor olsa da ben şöyle kısa bir cevap yazmayı uygun gördüm. 

    “Sevgili İrem,

    Mektubun bana ulaştı. Bana göre kendi üzerinde çalışmayı seven, kendi sınırlarını geçmeyi deneyen ve sonrasında yeniden geçmiş olduğu sınırlara gelerek o sınırların çizgilerini cebinden renkli kalemler çıkarıp yeniden çizen yani kısacası kendi sınırlarını kendi belirleyen bir dünyalısın. Hayatı anlama merakın seni gündelik işleri farklı okuyarak, metaforik anlamlarla eşleştirerek var olandan yeni bir model üretme evresine ulaştırmış. Böylece de içinde yaşadığın hayatın gerçek ile hakikat ayrımını anlama düzeyinin en üst seviyesine kadar çıkararak anlayabilmiş ve anladıktan sonra da anladıklarını aktarmaya başlayabilmişsin. Bu harika bir akış ! Fizik dünya ile ruhsal dünya arasındaki o zor köprüyü kurmuş ve de biri olmadan diğerinin olamayacağına dair olan denge noktasını bulmuşsun bana göre.

    Dolayısıyla sergi alanında senin enerjin çok yoğun hissediliyor. İnsan kaybolmak istiyor bu sihirli dünyada. Çünkü şu bir gerçek ki senin gibi zihinlerle insan içinde olduğumuz düzende pek sık karşılaşmıyor. Dolayısıyla sana şunu söylemeliyim. Mektubun alıcısına ulaşması ile zarfın içindeki mektupta yazan bilgilerin gerçek sahibine ulaşması arasında fark vardır. Mektup da bilgiler de bana ulaştı ve fark ettim ki serginin bir sembolü olan o poster benim evime geldiği andan itibaren ben de bu serginin bir parçasıymışım aslında. Dolayısıyla sergiyi gezmeye başladıkça serginin içinde bir yerlerde zaten aramakta olduğum için ben de kendimi buldum. Bu karşılaşmayı mümkün kıldığın için teşekkürlerimle.

    Bir yabancıdan bir yabancıya gerçek mektup.

    Sevgilerimle,

    Duygu”