hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Duygu Merzifonluoğlu Duygu Merzifonluoğlu

    Portreler üzerine “kalıplaşmış değer yargılarınızı” fazla vakit kaybetmeden yıkın

    12.02.2018 Pazartesi | 12:34Son Güncelleme:

    John Berger, “Görme Biçimleri” isimli kitabında resmin biricikliği ve fotoğrafın bu biricikliği ortadan kaldırabilir olması üzerine şöyle bir cümle kurar: “Fotoğraf makinası aracılığıyla artık resim, seyirciye gitmektedir, seyirci resme değil. Böylelikle resmin anlamı çoğalmaktadır.” Bu benim de katıldığım bir yorum, çünkü artık fotoğraf makinasının, resmin fotoğrafını çekebilmek gibi bir kabiliyeti vardır. Dolayısıyla bir resim tek bir mekan yerine, artık pek çok mekanda birden aynı anda olabilir durumdadır. Bu da demek oluyor ki resim artık anlamı bölünerek çoğalmış bir durumdadır. 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    British Council / Exhibitions / Küratör: Ulya Soley - “Tanışıyor muyuz?”

    Bu önerme bizi nereye taşıyor derseniz.. Geçtiğimiz yıl Altın Örümcek’ten ödüllerle dönen ‘o’ dijital serginin ikinci etabını gösteririm.  

    Nerede derseniz, internette derim.  

    Kim yapmış derseniz British Council derim.  

    Portreler üzerine “kalıplaşmış değer yargılarınızı” fazla vakit kaybetmeden yıkın

    David Shrigley, Portreniz Buraya, 1998

    Ne anlatıyor derseniz.. İşte o konu biraz kapsamlı derim ve 9000’lik bir seçkiden seçilen 17 sanatçının 22 önemli eserinden ilkiyle başlayarak size şöyle bilinç akışı sunarım:  

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Sanal bir küre biçiminde olan sergi, Frank Auerbach’ın 1980 yapımlı “Head of JYM III” eseri ile başlıyor. Bu eser Berger’in de portreler üzerine kurduğu bir cümle olan - ki bu cümle Berger’i bu makaleye konuk alma sebebimdir - “portresi yapılmayacak birinin portresini yapmak” cümlesinin alt metin olduğu bir eser. Kimin portresinin yapılması gerektiği konusu bu eserde kibarca irdeleniyor ve biz de böylece profesyonel bir modelin, soyut, tanınmayan diğer bir deyişle kendine benzemeyen bir portresi ile karşı karşıya kalıyoruz. Gerçekte gördüğümüz ile görünenin farklı aktarılma biçimi, yani modeli resimde farklı gösterme biçimi, dünya sanat tarihine bakıldığında portre konusunda pek de alışkın olmadığımız bir durum. Bu da bizi portre konusunda bir takım kafa soruları sormaya itiyor. Örneğin; 

    Gerçekte kimlerin portresi yapılmalıdır? / Portresi yapılan kişilerin portresi gerçekte bu kişilere benzemek zorunda mıdır? / Portresi yapılan bir kişinin portresi kendisine benzemiyorsa, bu kişinin portresi yapılmış sayılır mı?  

    Konuya portreden girmek durumunda kaldım çünkü sergi her ne kadar sanal da olsa, içinde dijital heykeller ve video art’lar da olsa özünde bir portre sergisi ve ana teması da ‘kapsayıcılık, eşitlik ve çeşitlilik’. Sergi genel hatları itibariyle, bu temalar üzerinden nasıl gidiyor ya da nasıl oluyor da bu temaların içlerine girip fazla bekleme yapmadan birinden bir diğerine geçiyor derseniz, size serginin, bir biçimde insanın portreye karşı olan algısını yıkabilme gücüne sahip olduğunu söylerim. Üstüne üstlük de bu gücün sizi bir yerden sonra kavramsal olarak daha derin düşüncelere de itebildiğini eklerim.  

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow


    British Council'den dijital sergi: Tanışıyor Muyuz?

    Bunu şöyle tanımlayabilirim de aslında; 

    İnsan yapısı itibariyle kendisinin gerçekte kim olduğu ve dışarıdan nasıl göründüğü üzerine gün içerisinde fazla düşünmez. Kendiliğinden gelen bir akış içindedir ki bu durum aynı zamanda içteki ile dıştakini farkında olmadan eşitlemeye çalıştığı da bir durumdur. Bunu yaparken de büyür. İçtekinin yansımasını dışarda göremediğinde üzülür, kızar ve mutsuz olur. Gördüğünde ise kendini iyi hisseder. Bir cep telefonu aracılığıyla selfie çekmek (özçekim yapmak) ya da saat ayarı ile oto portre çekmek konusuna hiç girmiyorum ancak siz uğramak istediğim durakları tahmin ediyorsunuz. Her gün gördüğümüz insanların bile sosyal medya profillerinde ki resimleri bir kaç eksen üzerinden karşımıza çıkıyor ve bize zaman zaman ciddi derece anlam sorgulatmıyor mu? ‘Gerçekten oldukları hal, olmak istedikleri hal ve olduklarını sandıkları hal.’ Sergi, bize işte bu düşünce aritmetiği içerisinde kendimizi ve kendimizin dışardan görünme biçimini nasıl konumlandırdığımızı hiç beklemediğimiz bir perspektif üzerinden düşündürüyor.  

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Örneğin, sergide karşılaşacağınız portrelerden biri ilk etapta bir animasyon karaktere benzeyen British Council’de 20 yıl boyunca Görsel Sanatlar Direktörlüğü yapmış olan Andrea Rose’un soyut bir portresi ve bu portre de sergideki pek çok portre gibi, portrelerin amacının, bir kişinin cinsiyeti, ortalama yaşı, giyim tarzı ve sosyal statüsünü yansıtması konusunu muazzam bir biçimde devre dışı bırakıyor.  

    Portreler üzerine “kalıplaşmış değer yargılarınızı” fazla vakit kaybetmeden yıkın

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Tracey Emin, Kendimin Dışında, 1994

    Sergide başka hangi kavram yolculuğuna uğruyor, kendimize neler soruyoruz derseniz. Size kendi izlenimlerimden arta kalan ‘şu soruları’ der aşağıdaki sıralamayı yapar, cevabı, cevap üzerine yorumu ve bu kavramın doğduğu eseri yeniden irdelemeyi de size bırakırım. 

    - Bir kişinin aynı kişiyi farklı iki halde resmetme biçimi aynı mı yoksa farklı mı olur?

    - İnsanların idealleştirilmiş insan formları yerine ne iseler o oldukları konusu, portrede altı çizilmesi gereken ana unsur mudur?

    - Portre sanatının vazgeçilmez bir unsuru olan sipariş üzerine portre geleneği yıllar içinde fazla biçim değiştirmiş midir?

    - Bir kişinin portre yaptırmasının amacının gerçekte nedir?

    - Küresel medya aracılığı ile haberdar olunan bir haber bir sanat eserine dönüşebilir mi?

    - Toplumsal cinsiyet konusu, bir portre üzerinden nasıl işlenebilir?

    - Bir otoportrenin ruh ve benlik eğrisi, çocukluk üzerinden nasıl verilebilir?

    - Her gün avuç içlerimiz arasında sımsıkı tuttuğumuz cep telefonlarımız, fiziksel bedenlerimiz ile dijital gerçekliğimiz arasında var olan görünmez çizgiyi nasıl bulanıklaştırır? 

    İşte bu sorular bir anlamda irdelemenin kaçınılmaz sonuçları olarak da ortaya çıkan sorular. 

    British Council’in bu yıl ikincisini gerçekleştirdiği adı “Tanışıyor muyuz?” olan bu sanat aktivitesi geçtiğimiz yılki gibi (Küratörlüğünü Elif Kamışlı’ nın üstlendiği ilk dijital sergileri “Rüya Sergi” Altın Örümcek’ te en iyi web sitesini almış ve 4 ayrı ödülle eve dönmüştü) bir dijital sergi ve amacı da tahmin edebileceğiniz üzere “sanatı erişebilir kılmak.” Serginin küratörü Ulya Soley, British Council’in bu yıl yaptığı açık çağrısına katılmış ve 20 kişi arasından birinci seçilmiş olan bir küratör. Bu dijital sergi içerisinde gördüğünüz tüm eserler ise British Council’in 1930’lardan itibaren günümüze uzanan sanat koleksiyonunun bir parçası. Serginin başka farklı nesi var derseniz size eğer isterseniz sergiyi yalnızca ses ile de gezebilirsiniz derim ve bu sesli betimlemelerin aynı zamanda görme engellelileri ‘kapsayıcılık’ teması üzerinden bu dijital sanat oluşumuna dahil eden de şık bir hareket olduğunu söylemeden geçemem. 

    Bana göre sergiyi gezerken, sergiyi, serginin kendi küratörü Ulya’nın sesinden dinlemek, insanı içinde bulunduğu sanat aktivitesine karşı daha da yakınlaştıran bir unsur. İnsan adım adım eserler arasında gezinirken aynı zamanda Ulya’nın zihninde ve kafa sesinin içinde gezintiye çıkmış gibi oluyor ki bu her gün iç içe olduğumuz ve istemesek dahi maruz kaldığımız dijital dünyaların korkutucu ve holografik gerçekliklerinin soğukluğunu ortadan kaldırıp, insanı sıcacık hissettiren, kucaklayan da bir his. Yani demek istediğim, sergiyi gezerken gerçekte yalnız olmanıza karşın ilginçtir pek de yalnız hissetmiyorsunuz / hissedemiyorsunuz / hissettirmiyorlar :) 

    “Tanışıyor muyuz?” soru cümlesi ise bana göre aslında bir anlamda davetkar da bir cümle. Tanışıyor muyuz? Lütfen tanışalım. Eğer tanışmıyorsak dahi lütfen bir şekilde denk gelelim, hayat bizi yan yana getirsin ve tanışalım da demek gibi değil mi biraz? Ki bu tanışma hali sosyal medyada her gün önümüze çıkan ‘bu kişiyi tanımak isteyebilirsiniz?’ sorusuna da ucundan kıyısından dokunmuyor mu? Yani sosyal medya ekseninden düşündüğümüzde tanıma, tanışma ve bağlanma konularının hem kolay hem de ‘göründüğü gibi de değil aslında’ yorumlarına şık bir gönderme yapmıyor mu?  

    Bence yapıyor. Neyse biraz daha detay vermeye devam; 

    British Council Sanat Müdürü Su Başbuğu, bu dijital sergi fikrini ortaya atan isim. Bir web sitesi üzerinden dijital bir sergi açma konusunun Pera Müzesi’nde geçtiğimiz yıllarda açılan Grayson Perry sergisinden sonra aklına gelmiş ve sanatseverlerin, bir müzeye ya da galeriye gitmeden sanat eserlerine ulaşabilme fikrinin günümüz dijital dünyasında olması gerektiğini düşünmüş. Dünyadaki British Council’ler arasında başka hangi ülkede böyle bir oluşum var derseniz, bir tek Türkiye’de var derim çünkü fikir ilk olarak Türkiye’den çıkmış. Bu güzel fikir dünya geneline yayılır mı, başka şirketler de kendilerine yıllar içinde önemli sanatçıların sanat eserlerinden oluşturduğu bir koleksiyon yaratıp, böylece de hem sanata hem de sanatçıya aynı anda destek olur mu? Bir de üstüne böyle dijital sergiler açarak sanatın toplum bilincini geliştirmesine katkıda bulunur mu? Bulunsa ne güzel olur. Umarım yakın bir zamanda da olur. Günümüzün dijital dünyası için kurumsal şirketlerin istese yapabileceği en uygun sanat aktivitesi şöyle de bir düşününce belki de bu olur. Düşünsenize, her kurumsal şirketin bir sanat departmanı var ve insanlar molalarında, boş vakitlerinde koleksiyonlar, sanat eserleri ve sanatçılar üzerine tatlı tatlı konuşuyorlar.. Neden olmasın? 

    Sonuç: Bir sanat eseri, dijital ve gerçek halleri karşılaştırıldığında, o sanat eserinin kendine yaratmış olduğu yazgı, her iki hal içinde de aynı etkiye sahip midir?’   

    Sergi sanırım ilk duyduğumda bana bu sorgulamayı yaptırdı. Ben de kendime şöyle bir yanıt verdim. ‘Bu etki sanat eserinin yaratımı ile ilgili bir etki. Dijital ya da gerçek hiç fark etmez, insanı bir düşünceden diğerinin içine sokabilen her şey, aynı zamanda o sanat eserinin sarsıcılığını da görünür kılabilen tek şey. Çünkü en nihayetinde sanat, bir okyanusun iki ayrı kanatta ki ucunda da olsa - bu iki uç, birbirinden ne denli uzak olursa olsun ortasında aynı suyu barındırır ve bu durum da bir anlamda bu iki ucu hep birleşik kılar - bu iki ucun kaynağı olan sanat ve düşünce eğrisi her anlamda birbirine bağlıdır ve asla kopamaz / koparılamaz bir durumdadır. Yani sanal ya da gerçek hiç fark etmez, sen o sanat eserinin sana ne hissettirdiğine, ne hissettiği ile ilgilen yeter. 

    Son sözler.. 

    Gezip, görüp, üzerine düşünmeniz gereken yeni sürüm bu serginin herhangi bir kapanış tarihi şu an için yok. Ancak biliyorsunuz mevzu web sitesi olunca tık sayıları her zaman önemlidir. O yüzden hadi şimdi bir zahmet hem ücretsiz hem de sanata doyum ve sanata destek olma garantili aşağıdaki linke tıklayıverin. Sonuçta siz kazanacaksınız. Gerçi bu hayatta her ne yaşarsanız yaşayın hep siz kazanacaksınız bunu hiç unutmayın! :) 

    Haftaya aynı yerde aynı saatte görüşmek üzere,  

    Sevgiler, 

    Duygu Merzifonluoğlu 

    Sergi Websitesi - https://exhibitions.britishcouncil.org.tr/youlookfamiliar/