hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Duygu Merzifonluoğlu Duygu Merzifonluoğlu

    Bu bahar, böyle hissediyorum.

    12.04.2021 Pazartesi | 17:36Son Güncelleme:

    Geçen gün bir dostumla dertleştik. Daha doğrusu genelde o anlattı ben dinledim, dinledikten sonra da dilim döndüğünce yorum yaptım. “Kaç yaşına geldim, bu yaştan sonra doğru aşkı nereden bulacağım ben?” diye şarkı sözü gibi bir cümle kurdu bana. Haklısın dedim. Bir yaştan sonra zorlama hiçbir şeyi istemiyor insan. İğreti omuzlarda mış gibi uyumak zor geliyor. İnsan, iyi hissettirmiyorsa hiçbir şeyin içinde eskiden durduğu gibi rahat duramıyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Dün akşam tam da bu sohbet üzerine bir videoya denk geldim İnstagram’da. Video, kız erkek ilişkilerinin artık %90’lara yakın bir oranda online kurulduğunu ve iki kişi arasındaki uygunluğun da belli eşleşmelerle çok yüksek oranlarda doğru tutturulduğunu anlatıyordu. Black Mirror dizisinin “Hang the DJ” adlı bölümünü hatırladım bu videoyu izleyince. Bu eşleştirme modelinden farklı olarak o bölümde, sizinle bir yabancı arasında kurulan bu eşleşmelerde ilişkiyi yaşamanız için size tanınan mecburi bir süre vardı. Bazen 1 hafta, bazen 6 ay, bazen 1 yıl, bazen de 2 yıldan fazla sizi bu programın eşleştirmiş olduğu kimse ile bu ikili ilişkiyi sürdürmeniz gerekiyordu. Bu ilişkiler size belirli puanları aldıracak bir oyun gibiydi ancak tabi o puanları alırken de farklı pek çok deneyimi edinmiş oluyordunuz. Uygulamanın size getirdiği artı değer ise size uygun olan kişiyi eninde sonunda bulmanıza vesile oluyordu. Yani evlilik bir online uygulama ile kurulan ilişkilerin ardından gelen hediye paketi gibiydi. O bölümü izledikten sonra neden bazı insanlarla belli zaman dilimlerini doldurmamız gerektiği üzerine epeyce düşünmüştüm. Bu düşünme hali de bazı kavramları zihnimde oturtmama yardımcı olmuştu. Çünkü biliyorsunuz bazen sizin için en uygun olan kişi ile bir araya gelebilmeniz için önce bazı sivri yönlerinizin törpülenmesi gerekiyor. Neyi istediğinizi anlayabilmeniz için önce neyi gerçekten istemediğinizi görmeniz gerekiyor. Bu sayede sizin için en uygun insanı seçebilir noktaya geliyorsunuz. Ancak tabi bir yandan da bu durum sizde bir çok anı ve duygu birikimine neden oluyor. Dolayısıyla da zamanla, ruh ve kalp açısından biraz ağır hissetmeye başlıyorsunuz.

    İşte o nedenle ben bu ilişki ve iletişim modellerine bugünlerde tanık oldukça arada sıkışmış bir jenerasyonun evlatlarıyız biz diyorum. Bir yerde biri ile karşılaşıp, dokunarak, hissederek, koklayarak ilişki kurmak ile holografik bir alemde gerçeği kimbilir nasıldır diyerek niyet çeker gibi kurulan ilişkilerin arasında bir yerde olduğumuzu düşünüyorum. Çünkü çoğunlukla tombala çeker gibi oynanan bu rastgele aşkların King’e 4'üncü arar gibi ‘oyunu bilsin ve boşluğu doldursun yeter’ tanımına sahip doğru aşkı arayışın, insana günün sonunda yalnızlık ve aşka dair inançsızlık getirdiğine, ruhu gittikçe dolaştırdığına tanık oluyorum.

    İşte bu noktada şu anki jenerasyonun doğru aşk arayışında olan ruhlarına bir şey demek doğru değil. Doğal olarak yapması gerekeni yapmaya çalışıyor herkes, özellikle de bu pandemi döneminde. Herkesten uzak kalınması gereken, sıradan mağazalara girerken bile HES kodunun sorulduğu bu günlerde en güvenli iletişim biçimini kurmaya çalışıyor. Bu nedenden dolayı, büyüklerin bildiği, onların dönemindeki gibi dönmüyor dünya bugünlerde. Aslına bakarsanız pek anlatılması kolay bir şey de değil bu. 40 yıllık alışkanlıkların yeni doğrularını daha biz bile tam anlamamışken anlatmaya çalışmak hiç kolay değil. O nedenle işte bu dönemde benim yaş grubumda olan insanlar ile bir araya geldiğimde hep aynı konuşmaları dinler oluyorum. Sanki her sabah görünmez bir Noel Baba çuvalını sırtına yüklenmiş olarak güne uyanıyor insanlar. Çuvalın içinde olsun istenilen tüm çocukluk oyuncaklarının yerine ertelenmiş duygular, hayaller ve olmazsa olmayacak şeyler var ve en kötüsü de ne biliyor musunuz taşımaktan yorulsa da bir kenara çekip çuvalı bırakamıyor bu insanlar. Onun yerine bizden bir iki jenerasyon öncesinde ne olduğunu hiçbir insan evladının bilmediği glutene, laktoza, rafine şekere takılıyor. Geçici bir hayatın geçirmeyi pek ihtimal edilmeyen rutinlerinde sonsuz mutluluklar yaşamaya çalışıyor. Dünyadaki geçiciliğini ise yakınlarda bir yerlerde bir ölüm olmadıkça hızlı bir biçimde unutmayı tercih ediyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Şimdi o nedenle sanırım o ilişki eşleşme videosunu görünce ister istemez bazı bilim kurgu filmlerinde senaryo diye yazılan hikayelerin birbir gerçekleşmeye başladığını yeniden fark ediyor insan. Artık filmlerden dizilerden mi örnek alınarak tasarlanıyor bu gibi yenilikler yoksa yol gerçekten mi öyle gidiyor orasından pek emin değilim. Ama kesin olan şey şu ki, insanların hayattan beklentileri gün be gün değişiyor. Düşündüğü, içinden geçirdiği pek çok şeyi kendine duyurmamaya çalışıyor insanlar. Başka bir yaşam olmalı bir yerlerde diye çekmeceleri karıştırmak istiyor fellik fellik. Dolapta ütülü, doğru yerde giyilmeyi bekleyen güzel bir kıyafetmiş gibi o yaşamı alıp sırtına giymek istiyor. Henüz cevabını bulamadığı şeyleri biri gelip sorunca öfkeleniyor. Sormazsa da sen nasıl insansın yaşadığın hayatı hiç mi sorgulamazsın diyor. ‘Çivisi çıkmış dünyanın ben mi tamir edeceğim’ diyor sonra yine içine dönüyor. Döndükçe de sorduruyor soruları işte hayat. Biraz daha yarım kalıyor her şey, her gün biraz daha diyor sorguladıkça da insan. Her gün yeni hayaller kuruyor çünkü insanlar, yenilikler istiyor kendileri için. Kendilerine yeni bir şeyler katabilecek insanlarla tekrara girmeyen döngülerde güzel cümleler kurmak istiyor. Güzel işler yapmak, güzel bir hayat yaşamış olmak, en azından kendi babanneleri dedeleri gibi dolu dolu yaşamış etrafı torun torba dolu bir babanne dede olabilmek istiyor yolun sonunda. O yüzden de belki gördüğü her 80'ine 90’ına basmış insana 'bu pandemi döneminde yaşaması mucize' dedikten sonra kendi önünde yaşanmayı bekleyen ömrüne bakıyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Zamanın geçişi o nedenle bugünlerde daha da çok iz bırakıyor insanlarda. Çünkü kavramlar değişiyor, anlayışlar değişiyor, bildiğimiz kemikleşmiş iletişim modellerinin her biri her gün bir parçasını daha iade edip yenisi ile değiştiriyor. Bana göre iletişim modelleri bile bu eşleşme uygulamalarının ötesinde bir oyunmuş gibi işliyor. İstiyor oynuyorsun, oyunu kazanamayınca yeni baştan oynuyorsun. İstediğin zamansa vazgeçtim diyerek bir tıkla her şeyden vazgeçebilme özgürlüğünü kullanıyorsun.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Organik yumurta peşinde koşup, ata tohumlu ekmeği bulup, en doğru yerden en doğru besini alan insanların yaşam için gerekli sevgiyi, umudu ve tutkuyu “bir tıkla” bulamayışları içine oturuyor işte o anda. Dünya nereye gidiyor sahi diyerek parasını uzatıp aldığın sıcak ekmek kadar basit ama gerçek şeyler azalıyor diyorsun. Ekmeğin köşesinden bir parça koparıp ağzına atıyorsun. Eve doğru yürürken aynı tat ağzında geçmişe kaçıyorsun. Çocukken düşleyemediğin bir geleceğin içinde yaşadığının yeniden farkına varıyorsun. Adını hiç duymadığın bir sokakta, içinde kimler vardır, nasıl hayatlar geçmektedir bilemediğin apartmanların önünden geçiyorsun. Ekmeğin ağzında bıraktığı tat çocukluğunu getiriyor sana. O zamanlarda daha yaşamda olan büyüklerini ve kendinin büyümemişliğini hatırlıyorsun. Geçmemiş olan bir zamanda, seçimlerini daha yapmamış oluşundaki hafifliğini hissediyorsun. Hayatına ivme kazandıran büyük olaylar olmamış daha, gök aynı gök, bulutlar aynı bulutlar sanki diyorsun başını yukarı kadırdığında. Elinde fırıncının verdiği bir naylon poşet içinde köşesi koparılmış bir sıcak ekmek ile eski günlerdeki gibi babannenin evine doğru gittiğini hayal ediyorsun. Akşama tüm ailenin bir araya toplandığını, çoluk çocuk, hala amca uzun bir masada oturduğunuzu düşlüyorsun. Gün boyu pişen yemekleri ve tatlıları glutene, laktoza ve rafine şekere takılmadan özgürce yediğinin hayalini kuruyorsun. Saatler geçiveriyor zihninde bir saniyede. ‘Günlerin hep aynı şekilde geçeceğini sandığın günlerdi o günler, öyle sanıyordun ama o günler geçip gittiler’ diyorsun içinden sessizce.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Şimdi ben aynı o günlerdeki gibi köşesi koparılmış bir ekmek ile kendi evimin anahtarını cebimden çıkarıp açıyorum kapıyı. Ekmeği masaya bırakıp bu yazıyı yazmaya başlıyorum. Güzel hayaller kuruyorum. Kahkahalarla dolu kareler hayal ediyorum. Yaz güneşinin omuzda bıraktığı kırmızılığı, bahar vakti adada açan mimozaların sakin kokusunu, bir yavru tayın henüz annesinden doğmuş olduğu anın canlılığını buradan hissedebiliyorum. Canlıyım hayallerimde. Yeni açmaya çalışan bir tomurcuk gibi ha açtı ha açacak bir haldeyim yarını her düşlediğimde. Ok geri çekilmeden atılmıyor biliyorum. Ben okum, geldiğim yeri, beni ben yapan anılarımı, ufak telaşlarımı, hayat tanıklıklarımı ve iyisi ile kötüsü ile yaşamımın içinde bu ok gibi duruşlarımı hatırladıkça hep daha ileri fırlıyorum. Geçmişimi bilerek, görerek, ondan destek alarak ileri sıçrayarak hep daha iyiye gidiyorum. Gideceğim, gideceğiz. Güzel günlere. Bugünler geçecek, geçiyor, bugünlerden ilham alarak zamanı geldiğinde geçip gitmiş olacağız biz de ilerideki bizlere.
    Bu bahar, ben böyle hissediyorum işte.