hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Duygu Merzifonluoğlu Duygu Merzifonluoğlu

    Bu hayat en çok ne öğretti bize?

    24.02.2020 Pazartesi | 16:22Son Güncelleme:

    Yağmuru görünce kaçmasını mı, kaçmayıp doyasıya altında ıslanmasını mı? Aşktan, giden aşıkla beraber vazgeçmesini mi, vazgeçmeyip aşka yine yeniden yürümesini, aşktan da öte aşkların varlığını görebilmesini mi? Her şeyin içinde hiçlik, hiçliğin içinde ise her şeyin olduğunu bilmesini mi? Yemeğin lezzetini kabın altın oluşunun değil de, masada yanyana oturduklarının belirlediğini mi? 1 dakikanın bir ömür, bir ömrünse 1 dakikadan bile az olduğunu yeri geldiğinde anlamasını mı? Yoksa insanoğlunun bu dünyada sonsuz olmayıp ölümlü olduğunu çok ama çok kolay unuttuğunu mu?

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Sahi, bu hayat en çok ne öğretti bize?

    ***

    Geçtiğimiz hafta, bugüne kadar nasıl olup da yolumun kesişmemiş olduğunu anlayamadığım ulvi bir müziğe şahitlik ettim. Orçun Baştürk ve Sumru Ağıryürüyen’den oluşan ‘So Duo’nun, Grammy ödüllü usta sanatçı Steve Gorn ile yanyana gelerek yaptıkları benzersiz müziğine.. Borusan Müzik Evi’nde katıldığım bu geceye konser demiyorum, çünkü bana göre bu müziğin paylaşılma biçimi bir konser değildi. Bir tür oluş haliydi. Seyirci ve sanatçının birbirinden aşağıda ya da yukarıda durmadığı aksine tamamen eşit durduğu, bir dostun evinin salonunda kurulmuş bir çemberin bir parçası olma halinden bahsediyorum. Gece boyu dinlediğim tüm şarkıları ilk kez duyarak dinlediğim için, söylenen bazı şarkılardan bazı notlar aldım kendime. Eve geldikten sonra da yol boyu tüm şarkılar zihnimde dönüp durduğu için tüm şarkıları yeniden açıp, kendi aldığım notlar üzerinden giderek şarkıların daha da derinine girdim.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Beni etkileyen parçalardan ilkinin sözleri, eski Uygur dilinde olan bir parçaydı. 9.yy başları Uygur diyalekti ve Eski rünik Türk yazısıyla yazılmış ‘Irk Bitig - Eski Uygurca Fal Kitabı’ından alınmış ‘Edgü ol’ isimli bir parça. Bu parçanın Türkçe anlamı ise şöyle:

    ‘Yaşlı yol Tanrısıyım. Senin kırıklarını onarırım. Çıkıklarını yerine oturturum. Nitekim ülkeyi de düzene sokmuşum. Hayırlısı olsun. Öylece biliniz. Bu fal iyidir. Boz bulut yürüdü, halk üstüne yağmur bıraktı. Kara bulut yürüdü, herşeyin üstüne yağmur bıraktı. Ekinler olgunlaştı, taze otlar çıktı. Hayvanlar ve insanlar için iyi oldu. Öylece biliniz. Bu fal iyidir.’

    Bu hayat en çok ne öğretti bize

    Kadim metinlerin dili farklıdır, her zaman doğruyu anlatırlar ancak her insanın bilgisi ile idraki doğrultusunda anlaşılırlar. O nedenle ben bu parçayı dinlerken, Türkçe sözlerini bilmediğim halde mutluluk ve sevgi hissi aldım. Ardından Türkçe sözlerine bu duygularla bakınca da, benden şu cümleler çıktı:

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    ‘Üzerine bastığın toprak senden de, senin eski dediğinden de eski. İlk kez yaşanan bir şey olmadığı gibi son kez de yaşanacak bir şey yok bu Gökkubbe altında. Zaman, eksikleri dolduran, fazlalığı yontan uzun ince bir köprü. Kötü sandığın iyilik getiriyor belki sana, üzülüyorsun şimdi ama, doğru zaman geldiğinde diyeceksin ki, o kötülük ne iyi şeymiş başıma gelen. Sen şimdi düşünme kötülüğü, yürümeye bak, zaman, geçmişi şimdiye bağlayan, herkesi kendine dönüştürmek için yemin eden tek ölümsüzdür..’

    ***

    Gece boyu aklıma takılan parçalardan bir diğeri ise; sözleri Lao Tzu (Çin Filozofu) ve Yunus Emre’nin sözlerinin birleşiminden oluşan ‘söylemeden anladık’ isimli parçasıydı. Parça, genel olarak söylenenlerden de öte anlamların içine sizi çeken bir parça. Zaten Lao Tzu ve Yunus Emre’nin enerjisinin beraber içinde olduğu bir eserden başka ne bekleyebilir ki insan.. Belki de o nedenle bir iki defa dinlediğimde, anladım ki eser benle konuşuyor. Sözlerinden hareketle bu eserin bende bıraktıklarını ve bana söylettiklerini paylaşıyorum:

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    ‘Biliyorum dediğini bilmiyor belki senin gibi, duyduğunu belki duymuyor söylerken karşındaki. Senin gibi görmüyor, senin gibi duymuyor, senin gibi konuşmasını nasıl bekleyeceksin ki?
    O yüzden sen kalabalıkta sessizlik ol, sessizlikte ise kalabalık.
    Bitmek bitmez bu döngü içinde, sen ben olursun, ben sen olurum,
    Ben ben olmuyorum ki hep, nasıl bıkayım kendimden?
    Sen sen olmuyorsun ki hep, nasıl bıkayım senden?
    Seninle yıkanan ben, benimle yıkanan sen,
    Yeni bir nehir olup akıyoruz her gün, yatağımız bir.’

    ***

    Bir röportajında Sumru Ağıryürüyen, Türkiye’nin özgür doğaçlama alanındaki ilk kadın seslerinden biri olduğu konusu sorulunca sahnedeki hali için şöyle demiş: ‘Orada durduğunuz an siz neyseniz o çıkıyor ortaya..’

    Bu hayat en çok ne öğretti bize

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    İnsanın kendisini bulunduğu yerde kendi gibi gösterebildiğini çok iyi açıkladığı bir cevap bu. O nedenle işte müziğin başka türlüsü diyorlar onların müzikleri için.. O nedenle ‘So Duo’nun bugün içinde bulunduğumuz müzik endüstrisi içinde yapmaya çalıştığı saygı duyulası bir durum. Çünkü unutulmuş bir tarihin unutulmaması gereken tümcelerini kendi lehçeleri ile, kendi beden ve seslerinden yeniden doğuruyorlar. Ninniler, masallar, eski uygarlıkların şiirleri, Gabon Pigmeleri'nin sözlü şiir gelenekleri, Uygur fal kitapları, kehanet kitapları ve kadim metinler aracılığı ile de uyuyanları uyandırmaya, insanları kendilerine getirmeye çalışıyorlar ve birleşen yolların bir yerlerinde beraber yanyana yürümekte olduğumuzu bize farkettirmek için çabalıyorlar.

    O nedenle So Duo’ya, görevini çok iyi bellemiş olan bu yol anlatıcısına teşekkür etmek istiyorum kendi adıma. Aynı kökten geldiğimizi, aynı topraktan beslenip, aynı toprağın altında uyumakta olduğumuzu yeniden bize hatırlattıkları için. Tek bir Dünya olduğunu, uğruna savaşılan tek savaşın da sadece sevgi olduğunu bambaşka bir dille anlattıkları için.

    İşte şifreler böyle bozulacak. Çünkü bazı şifreleri ancak o şifreleri koyanların soylarından gelenler bozabilir. Belki o nedenle bu topraklarda, Anadolu’da doğduk, o nedenle bugün kökü çok çok eskilere dayanan bir dilin yeni dönem halini konuşuyoruz ve o nedenle de ayağımız bu toprağa bastığı, dilimiz bu dile döndüğü müddetçe de geçmiş atalarımızın bize verdiği mesajları ancak bizler okuyup çözebileceğiz. O nedenle Uygur Türkleri, Yunus Emre, Fuzuli ve Aşık Veysel gibi isimler doğdu bu topraklarda, o nedenle büyüdüler, anladılar, anladıklarını anlattılar ve vakti gelince de çekip gittiler bu topraklardan. Bize bizi bırakarak. Bize bizi anlatarak. Bizim vakti geldiğinde kim olduğumuzu hatırlayacağımıza inanarak..