hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Duygu Merzifonluoğlu Duygu Merzifonluoğlu

    Bu yaşamda kimler senin için turna kuşu katlıyor?

    09.10.2021 Cumartesi | 15:30Son Güncelleme:

    Şanslıydım. “Synonyms” Sergisi’nin açılışı için Bodrum’a gittiğim gün Mehmet Bey (Mehmet Sinan Kuran) masada tam çaprazımda oturuyordu. Çeşitli kültür ve sanat yayınlarından editörler, yazarlar ve sanat eleştirmenleri ile beraber The Marmara’nın Bodrum manzarasını en güzel gören köşesinde ince uzun bir masanın tam ortasındaydık. Ilık bir Eylül akşamıydı ve ertesi gün akşam üzeri, 10 Ekim’e kadar açık kalacak olan serginin açılışı yapılacaktı..

     

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Mehmet Bey’e böyle bir atmosfer içinde serginin hikayesini sorunca ben, ilk olarak “Nietzsche’nin Sonsuz Döngüsü’nü ilk okuduğumda anlamamıştım ama şimdi çok iyi anlıyorum..” diye girdi söze. Sonra da “Zaman sonsuz ve madde sınırlı olduğu için sürekli aynı şeyler tekrar edecek o zaman neden kötü şeyler yapalım ki? İyi şeyler yapalım, iyi şeyler tekrar etsin..” diye devam etti..

    Ardından da bana Jean Paul Sartre, Nietzsche, Gombrich ve Hesse gibi yazarları zaman içinde okudukça bu yazarların kendisinde ve kendisinin hayatı algılayış biçiminde ciddi anlamda değişikliklere neden olduğunu anlattı. Yaşamı bu önemli bakış açıları sayesinde daha farklı şekillendirmeye başlamış, özellikle de Sartre’in yaşam tarifi Kuran’ın yaşam yolculuğunda köklü değişiklere neden olmuş. Sonrasında ise kendi kendine “bir manifesto gerekli” diyerek Kuran, “yaşam, bireyin kişisel sınırlarını belirleyip, onları genişletebilme sürecidir” tanımını benimseyerek bu manifestodan hareketle kendi hikayesini oluşturmaya başlamış. 

    Yaşam amacını sürekli deneyip yanılmak, öğrenmek, tecrübe etmek, sınırlarını genişletmek ve bu edinimleri de diğer insanlarla paylaşmak olarak bu sayede belirlemiş. Yaşamın anlamını ise sürekli bilgi aktarımı ve kollektif bilinç oluşturarak genişletmek olarak zamanla daha da iyi bir biçimde içselleştirmiş. Bu nedenle bugün genç sanatçılar ile birlikte vakit geçirmeye ve üretmeye özen gösteriyor, onlara resim yapmayı başta kendilerini mutlu etmek için yapmaları gerektiğini söylüyor ve de başkalarının beğenilerine veya yergilerine çok takılmadan yaratıcılık konusunda özgür olmalarının her şeyin üzerinde olduğunu anlatmaya çalışıyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bu yaşamda kimler senin için turna kuşu katlıyor

    Belki de işte tam da bu nedenle bugün Kuran’ın öncülük yaptığı bir nevi misyon olarak adlandırılabilecek olan bu sanat hareketi o nedenle farklı bir enerji yayıyor etrafa. Çünkü buradaki öncelik aslında sanatçının kendinden sonra gelecek olan genç sanatçılara alan açması ile ilgili bir durum. Kendi ifadesi ile “yaşamının son çeyreğinde kendi sanatında şansı yaver giderek resimden kazandığı parayla geçinilebilir oluşu”nu göz önünde bulundurarak Kuran’ın, genç sanatçıların işlerini yaparak geçimlerini daha erken yaşlarda, sanat kariyerlerinin ilk yıllarında sağlamalarına destek olması ise her sanatçının yapması gereken toplum bilincini yükseltmeye fevkalade yardım eden bir anlayıştan ileri geliyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bu güzel çabanın ardında ise genç sanatçıların özgüvenini genç yaşlarda sağlamalarına destek olmanın yanı sıra bir yandan da sanatı halk ile buluşturabilmiş olmak var tabi. Çünkü Kuran, sanatın halk için, ihtiyacı olan için olduğunu düşünen halkın sanata ihtiyaç duyduğuna inanan da bir sanatçı aynı zamanda. Bu nedenle de sanatın sadece parası olan insanların ayrıcalığı olmaması gerektiğini savunuyor. Bu savını da Bosch’un "Dünyevi Zevkler Bahçesi" adlı eserinin (bu eserin hikayesini 10 Eylül 2018 tarihli makalemde yazmıştım, merak eden okuyabilir.) karşısında, milyarder bir koleksiyoner ile onun yanındaki bir çalışanın bir farkı olmadığını, koleksiyonerin sahip olduğu servet ve sanat koleksiyonunun bu anlamda koleksiyoneri ayrıcalıklı yapmayacağını, sanatın güzelliğinin de zaten bu olduğunu söyleyerek doğruluyor. 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bu nedenle bugün The Marmara Bodrum’da eserleri sergilenen 40 sanatçıyı bu sergi için bir araya getiren Kuran, bu bakış açısından beslenen, bu genç sanatçıların kendilerini tek başlarına ifade etmelerinin veya birleşip böyle bir otelde böyle bir sergi yapmalarının içinde bulunduğumuz şartlarda biraz zor olduğu gerçeğini de kabul eden, eğer kendi elinde böyle bir şans var ise bu şansı gençlerin sanatlarını görünür kılması için çaba sarf ederek kullanmak isteyen bir sanatçı olarak öne çıkıyor.

    Nitekim tesadüf eseri açılış gecesi tanık olduğum bir karşılaşma bana bu çabanın, bu anlamlı sanat hareketinin ne denli önemli bir hareket olduğunu da gösterdi.

    Açılış gecesi sergide eserleri yer alan 40 sanatçıdan 2’si ve de serginin danışmanları Collectable Art & Design’ın sahipleri Gizem Hanım (Dr. Gizem Pamukçu) ve Hülya Hanım (Hülya Şekercioğlu) ile aynı masaya düştüm. Eserler üzerine konuştuğumuz anlarda da o akşamki açılışa katılabilen yalnızca 2 sanatçı olduğunu ve onların da hemen yanımda oturan Medet Çam ve Mahmut Cila olduğunu öğrendim. Bunun üzerine masada inanılmaz keyifli bir sohbet başladı. Sohbetin bir yerinde ise karşımda oturan hanımefendi sergide beğendiği pek çok eser olduğunu ve bir eser satın almayı da çok istediğini söyleyince tam çaprazında oturan Medet’e sergideki eserinin hangi eser olduğunu sordu. Medet de eserlerinden birinin origami biçiminde yapılmış olan bir eser olduğunu söyledi ve benim kendisine eserin hikayesini sormam üzerine de anlatmaya başladı. 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Medet’in eseri ilhamını Eleanor Coerr’in “Sadako ve Kağıttan Bin Turna Kuşu” adlı kitabından alan bir esermiş aslında. ABD’nin 2. Dünya Savaşı’nda Japonya’ya atom bombası atmasının ardından ülkede yaşanan acı kayıpların getirdiği travmanın yanı sıra radyasyon nedeni ile de gelecek nesilleri tehlikeye sokan, yıllar içerisinde ülkedeki her yaştan insanın hastalanarak erkenden ölmesine neden bir dönemi hatırlatan bu kitapta Sadako Sasaki isminde bir kızın hikayesi anlatılıyormuş. Bombanın patlamasının ardından on yıl sonra lösemiye yakalandığını öğrenerek tedavi görmek için bir hastaneye yatan 10 yaşındaki Sadako bu hastaneye yattığında Japonya’da ünlü olan bir efsaneye inanmaya başlamış.

    Bu yaşamda kimler senin için turna kuşu katlıyor

    Efsaneye göre kağıttan bin turna kuşu katlayan kişinin dileğinin kabul olduğunu öğrenen Sadako kendini iyileştirmek için kağıttan turna kuşları katlamaya başlamış. Ancak iyileşeceğine dair büyük bir umutla 644 turna kuşu katlayan Sadako 645’nci turnayı katlayamadan hastalığa yenik düşmüş ve de 1955 yılının Ekim ayında hayata gözlerini yummuş. Sadako’nun arkadaşları ise geriye kalan 356 turnayı Sadako için katlıyor ve de bu turnaları Sadako’nun katladıkları ile beraber bine tamamlamış olarak Sadako ile beraber toprağa gömmüş. Sadako’nun dileği bu dünyadan sonra gideceği yerde gerçek olabilsin, Sadako sağlıklı bir biçimde gittiği yerde yaşayabilsin diye..

    Medet işte bu hikayenin kendisini etkilemesi üzerine bu origami heykeli yaptığını ve sonra da bir origami heykelinin üzerine sığdığı kadar origami çizdiğini söyleyince ona “yani daha dilenmeden kabul olmuş bir dilek hakkı veriyorsun eserini satın alacak kişiye” dedim kulağına eğilerek ve de heykelin üzerinde kaç adet çizilmiş origami çizdiğini sordum. Medet de bana heykelin üzerine ancak 1556 adet origami çiziminin sığmış olduğunu söyledi. Bunun üzerine ben de bir sanatçının eserini satın alınması ile beraber satın alan kişinin kendisine “dolaylı yoldan da olsa bir dilek armağan etmiş” olmasının güzel bir fikir olduğunu düşündüğümü söyledim. Sonra da kendime “sence bu hayatta senin zor dileklerin gerçek olsun diye kimler senin için turna kuşu katlıyor?” diye sordum.

    Gecenin sonunda ne oldu o esere derseniz.. Medet’in hemen çaprazında oturan hanımefendi daha Medet origami eserinin hikayesini anlatmaya başlamadan çoktan satın alınmıştı bile..

    Bu yaşamda kimler senin için turna kuşu katlıyor

    Bu sırada Medet’in hemen yanında oturan Mahmut Cila ise o gece açılışa katılan diğer sanatçıydı. Medet’in ardından merak edip sorduğumda da Mahmut’un eserinin “shut up” adını taşıyan bir heykel olduğunu öğrendim. İnsanların varoluş serüveninde susmak ile konuşmak arasındaki gelgitin çoğu zaman hayali bir kontrol mekanizmasına ihtiyaç duyduğuna inanan Cila, eserinde kullandığı metali “konuşmak”, taşı ise ağırlığı ve dokusu nedeni ile “susmak” olarak ifade etmeye çalışmış. Bu emrivaki kelimenin alışılmışın dışında bir şekilde, her bireyin kendi iç benliğinde bu anlayışı doğru inşa etmesi gerektiğine inanan yaz kış Bodrum’da yaşayan Cila, bize nerede susmak ve nerede konuşmak gerektiğini yeniden ne güzel hatırlatmış değil mi ama? 

    Bu sırada bu serginin danışmanlığını üstlenen Collectable Art & Design'ın kurucularından Gizem Hanım, o gece benim tanık olduğum bu güzel karşılaşma sonucu sanat platformlarının bu nedenle gençlere destek olmayı misyon edindiklerini anlattı bana. Bu platformu sürdürebilmek için sergilerinde isim yapmış sanatçılarla birlikte çalışmaya bu nedenle önem veriyor, alışılmış düzendeki galeri mantığından çok daha farklı bir biçimde genç sanatçılara fırsat vererek onların eserlerini sergileme imkanı vermeye çalışıyorlarmış.

    Türkiye’ye yeni koleksiyonerler kazandırmak için sanatı demokratikleştirerek erişilebilir kılmanın yollarını arıyor, bir çok kişinin sanattaki algısını değiştirmenin peşine düşüyor çünkü ancak o zaman Türkiye’nin gelecekte gidebileceği yeri öngörebilmiş olabileceklerine inanıyorlarmış. 

    Synonyms adını taşıyan sergiyi Bodrum’lu sanatseverler son haftasonu olan bu hafta sonunda The Marmara Bodrum’da ziyaret edebilir.