hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Duygu Merzifonluoğlu Duygu Merzifonluoğlu

    “Bu yazının bir başlığı yok”

    01.05.2021 Cumartesi | 15:18Son Güncelleme:

    Tüm sevme çabalarının ardından, sevmekten sonunda vazgeçen ve gittikçe de sevgisiz kalan bir kalbin, zaman içinde nefreti kendine sevgili edinerek nasıl karardığını düşündüm, Apartman.52’nin sokağa bakan ilk katındaki odacığında. Yerde bir keten kumaş üzerinde Mustafa Horasan’ın “Karanlığın Uykusu” adını taşıyan eserleri arasında balmumundan yapılma ufak heykelleri duruyordu. Heykelleri yakından görmek isteyip örtüye doğru eğildiğinizde ise heykellerin neyi anlattığına dair kelimeleri okuyordunuz.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Belki “sevgi” kavramına fazlaca vurgun bir insan olduğum için bu örtü üzerinde ilk olarak simsiyah bir kalp kendini gösterdi bana. Sonrasında ise bu simsiyah kalbin yanında “nefret etmek” yazdığını okudum ve işte o andan itibaren de nefes alamadığımı hissetmeye başladım. Boğazım düğüm düğüm olmuştu, sanki yaşam o odada hiç yoktu, kalp atmıyordu ve sevgi bir anlığına dünyadan yok olmuştu… İşte o anda bu odada verilmek istenen mesajı tüm benliğimle hissetmiş olduğum için sanatçının sanatındaki ustalığını görmüş oldum.

    Sanırım bir sergi başlangıcı için genelde bu kadar rahatsız olmaya hazırlıklı olmuyor insan. Midem bulanacak, oraya o örtünün üzerine düşüverecekmişim gibi hissetsem de açıkçası bir kaç heykele ve yanında ne yazdığına bakmaktan da kendimi alıkoyamadım. Sonrasında gördüklerim ise yanlarında “saklanmak, vazgeçmek, kaçmak, çözmek” kelimelerinin olduğu bir kaç heykeldi. 

    “Bu yazının bir başlığı yok”

    Genelde sondan başlamayı tercih etmeyen her insanın sergiyi gezmeye başladığında ilk göreceği bu odacıktan çıkarken, sevginin ve insanın kalbinin sevgi için atmasının gücünü düşünüyordum. O güçten yoksun olan her insanın da ne denli eksik ve güçsüz olduğunu..

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Sonra Apartman.52’nin üst katlarına doğru devam ettim. Neyle karşı karşıya olacağımı pek kestiremesem de bir şekilde bir şeylerden rahatsız olacağımı, bedenimin yine istemsiz bazı tepkiler vereceğini ancak bu hislerin günün sonunda bana iyi geleceğini hissediyordum. İşte Dinçer İşgel’in “Şirin” adını taşıyan videosunda durmadan dönüp duran şarkı ile böyle tanıştım. 

    Bir öğleden sonra Kadıköy Yeldeğirmeni’ndeki eski sokaklardan birinde eski bir apartmanın içindeydim. Güneş, camlardan içeri kavuniçi rengi ışıklarla giriyordu. Zemin kattaki karanlık ve soğuk his burada yoktu. Geçmişini özleyen ancak bugün olduğu kişiyi de kabul etmekten başka çaresi olmayan, artık gençliği güzelliği gitmiş bir kadının kalan ömrünü yaşama çabasını görüyordum izlediğim videoda. Eski püskü eşyalar, ahı gitmiş vahı kalmış bir divan ve bir evin içinde aynı tekrarlar ile ömrünü geçirmek zorunda olan yalnız bir kadının pembe ağırlığı da başka türlü bir kalp ağrısı veriyordu şimdi bana… 

    “Bu yazının bir başlığı yok”

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

     Apartman.52’nin birinci katının arkaya bakan odasında bir avize, bir naylon pembe perde, bir minik tabure ve bir de eskiden kalma siyah beyaz fotoğraflarla kuru çiçekler arasında öylece duruyordum. Videoyu izleyip, videoya adını veren Şirin’in çıplak sesi ile söylediği şarkısını dinlerken bir yandan da onun kendi banyosunda kendi saçını tararkenki halini izliyordum. Onu izlerken de kendi yaşamımı, yaşamımdaki tekrarları düşünüyordum. Bir iç gıcıklığı, bir rahatsızlık, sanki uzun yoldaymışım gibi bir araba tutma hali geliyordu birden içimden. Burada da bir sanatçının eseri aracılığıyla nasıl güçlü duygu aktarımı yaptığına şahit oluyor, sıradan günlük bir anın içinden geçerek kendimle müthiş bir yüzleşme yaşıyordum.

    “Bu yazının bir başlığı yok”

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

     Bu hayatta bir gün yapmış olmayı istediklerinizin yapılamamış olduğunu düşünmek, yaşlanıp tekrarlardan ibaret olan bir yaşamın içinde can çekişmek ve belki de sessizce ölümü beklemek ağır geliyordu böyle bakınca. Kendini aynı böyle Şirin gibi elinde siyah beyaz gençlik fotoğrafını tutar bir halde düşünmek, fazla geliyordu. Yapılacak şeylerin yapılamamış oluşu ve zamanın bir anda geçmiş oluşu baş dönmesi getiriyordu. Açık camlardan dışarı taşan ve tüm katın koridorlarına yayılmış Şirin’in söylediği “cesaretim yokki soramıyorum, gülünce gözlerinin içi gülüyor, kendimi senden alamıyorum” şarkısı ise akılda kalıyordu odadan çıkarken. 

    “Bu yazının bir başlığı yok”

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bir üst katta ise Dila Yumurtacı’nın“Zamanın İzi” adlı enstalasyonunda daha da bir tuhaflaşıyordunuz. Kapalı bir kapının üzerinde kurşun kalemle yazan “İçeri gir, kapıyı kapa, mumu alıp içeride gez” yazısını okuyor ve sonra da harfiyen direktife uyuyordunuz. İçeri girip kapıyı kapatıp ardından da muma doğru elinizi uzatınca da simsiyah küçücük bir odanın içinde asılı olan çerçevelerin hemen altında tebeşirle yazılmış olan yazıyı görüyordunuz. Duvarda başlayıp oradan zemine taşmış metni görünce de kelimelerden birinin üzerine bastım mı bir an diye irkilip bir adım geri sıçrıyordunuz. Bu kat bir alt kattan daha farklı bir aydınlık karanlık oyunu oynatıyordu size. Kontrollü karanlık ve aydınlığı eşzamanlı olarak deneyimliyordunuz. Bu enstalasyonun içinde Dila Yumurtacı’nın ters köşe yapan farklı zihnini tüm çıplaklığıyla görüyor ve insanın aklında oyun yokken oyuna çeken bu beklenmedik alışılmadık gerçeklik alanı içinde kayboluyordunuz. 

    “Bu yazının bir başlığı yok”

     Yazının içinde bir yerlerde geçen “gerçek olan ne?” Sorusu ise tam odadan çıkacakken alıp götürüyordu ruhu bir yerlere. “Görünen ve görünmeyenin kesişimi, boşluk hissi” cümlesi ise az evvel giden ruhun bir yerlere gitmiş olduğundan kesin emin olmanızı sağlıyordu. Yazı “Yeşil ışık benmişim.” Cümlesi ile son bulunca da mumu yerine koyup, odadan çıkıyordunuz. Yeşil ışık olduğunu hissederek, “durduğun, durman gereken, durmalı” dedikleri her şeye akabilir izni vererek bir üst kata doğru ilerliyordunuz.

    “Bu yazının bir başlığı yok”

    Üçüncü kat ise bu kata kadar tüm katlar arasında görebileceğiniz en aydınlık kat bana göre. Katın bir tarafında Bedia Ekiz’in “Sanatçı Stüdyosu” adını taşıyan Ekiz’in son yedi yılını geçirdiği kendi stüdyosu var. Burada onun resimleri, fırçaları ve de şövalesinde duran çizimleri ile vakit geçirebiliyor, isterseniz kendi kütüphanesinden bir kitap alıp köşedeki koltuğa oturup okuyabiliyorsunuz. Fotoğraf çektirebiliyor, isterseniz ressam olduğunuzu hayal ederek kendinizle mini bir oyun oynayabiliyorsunuz. 

    “Bu yazının bir başlığı yok”

     Açıkçası ben tüm katların ardından en üst kata çıktığımda altın rengi parlak bir güneşle dolu bu aydınlık stüdyo beni tüm katlardan çok daha fazla etkilediği için biraz uzun vakit geçirmek istedim. Kütüphanedeki kitaplara, fırçalara, masadaki izlere yakından ve detaylıca baktım. Mavi kadife renkli koltuğun köşesine gömülerek sessizce dışarıyı izledim. Sonra birden Bedia Ekiz geldi ve gelince de “Aslında gelmeyecektim. Son dakika vazgeçip geldim.” Dedi. Bunun üzerine doğru zamanda doğru yerde olduğumdan bir kez daha emin olarak Bedia Ekiz’e duvardaki resimlerin ve de bu stüdyonun hikayesini sordum. Bana şöyle anlattı:

     “Sergi projesi ile beraber biraz mahremlik kavramı üzerine düşünmeye başladım. Burası benim için her zaman bir geçit olarak vardı. Madem dedim bu sergi ile beraber benim mahremime giriliyor o zaman kendimi çırılçıplak olarak sergilemeliyim. O nedenle de bu atölyedeki her şeyi organik bir şekilde bıraktım. Çalışmalarım daha çok Çukurova kavramı üzerine. Kendi çocukluğumda büyüdüğüm ve ondan belleğimde kalan anılar, izler üzerine gidiyor. Tamamen hafızadan yaptığım bu seriye uzak yakın mesafede hafızalar diyorum ben. Burada duvarda asılı olan tek bir resim var o da buradaki balkondaki perspektiften çalıştığım bir resim. (duvarın cama yakın en sol köşesinde ortada duran duvardaki en koyu resim) Çukurova ile buradaki hayatım arasındaki gel git, arada kalma gibi konular var. Ama daha çok kendi hayatımdaki izler, anılar üzerinden gidiyor tüm resimler..”

    Sonrasında ise stüdyoya ilk girdiğim an kütüphanenin orta yerinde gördüğüm siyah beyaz fotoğrafı sordum Bedia Ekiz’e. Benim sorum üzerine Bedia Ekiz, kütüphanede duran bu siyah beyaz resmi eline alarak “Contemporary İstanbul’da aldığım bir kart bu. Hatta instagram üzerinden yazdım sahibine bu resmin orjinalini almak için ama kimseden bir cevap alamadım. Keyifle izlediğim bir fotoğraf. Çok seviyorum.” dedi. 

     Belki benim de Ekiz gelmeden önce fotoğrafı yerinden alıp, masaya koyup, bir kaç kare fotoğrafını çekip sonra tekrar yerine koyuşumun nedeni buydu. İnsan kendini bu fotoğrafa ait hissediyor dolayısıyla da hep yanında bir yerlerde olsun istiyordu. Simsiyah bir atın yanında duran bir adam atın eğerinin altındaki kemeri tutuyordu bu fotoğrafta ve eğerin oturulacak yerinin altında da kıpkırmızı bir yıldız vardı. Siyah beyaz fotoğraftaki tek renk bu kırmızı yıldızdı ve bu fotoğraf buranın kesinlikle ayrılmaz bir parçasıydı. Sanki fotoğrafı alırsak bu stüdyodan, her şey bir anda bozulur, yok olup gider gibi hissediyordum nedense. Bana göre o nedenle etkili bir kareydi bu kare. 

     Bu sırada stüdyoya girerken sol koldaki duvarda kurşun kalemle yazılmış bir metin var. Bu metin Bedia Ekiz’in 1 yıl kadar önce yazmış olduğu bir metinmiş. Stüdyoda duvarlarda görebileceğiniz tüm eserlerin bir nevi metne dökülmüş hali gibi. Sanki bir anın içinde bir kaç an saklı ve onların hikayesi bu duvarda yazarken bir yandan da o anların görseli parça parça duvarda asılıymış gibi. Hepsi bir bütünü oluşturan parçalar kısaca. Ben şanslıydım, bu metni son derece plansız ancak en etkili şekilde benim için okumak isteyince Bedia Ekiz’in sesinden dinledim. Aklımda metnin son cümlesi kalarak da stüdyodan ve sonra da Apartman.52’den ayrıldım.

     “…Geride sessiz bir saman çöpü kaldı…”

    ***

    Tuba Kocakaya ve Lara Lakay’ın küratörlüğünü üstlendiği, içinde 23 sanatçının eser ve enstalasyonlarının yer aldığı, 26 Nisan’da açıldıktan sonra 4 gün içinde 1500’den fazla ziyaretçi tarafından gezilen“Apartman.52” adını taşıyan bu etkileyici sergiyi, 17 Mayıs haftasından itibaren Nemlizade Sok. 52 nolu apartmanda ziyaret edebilirsiniz. 

     

    Duygu