hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Duygu Merzifonluoğlu Duygu Merzifonluoğlu

    Bu Yıldızlı Gökler Ne Zaman Başladı Dönmeye? Ne zaman yıkılıp gidecek bu güzelim kubbe? (Ömer Hayyam / Rubailer, 331.)

    18.03.2022 Cuma | 14:32Son Güncelleme:

    “Akıl yürütürken, ne içinde yaşadığı toplumun, ne de daha öncesi zamanlarda yaşamış toplumların kabul ettiği hiçbir kurala bağlı kalmamış, kendinden önce yaşayan insanların aklına koymuş olduğu sınırları kabullenmemiş, bir anlamda dünyayı, insanı, var oluşu kendi aklıyla baştan tanımlamış; bu nedenle de çağını aşarak ‘evrenselliğe’ ulaşmıştır.”

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bir vakit evvel böyle cümlelerle anlatılmış kitaplarda Ömer Hayyam.
    İran’da çadır yapma işi ile uğraşan bir aileye doğan, hayatı boyunca cebir ve geometri çalışan, geceleri astronomi ile uğraşan, celali takviminin büyük bir kısmını tamamlayan ve de zamanında Büyük Selçuklu Hükümdarı Melikşah’ın danışmanlığını yapmış olan Ömer Hayyam.
    Hani 11’nci yüzyılda, İslam’ın altın çağında yaşamış, yaşadığı süre boyunca da çeşitli bilim dallarında bir çok eser yazmış Ömer Hayyam var ya; şair, filozof ve dünyanın önde gelen bilim insanlarından biri sayılan, işte ondan bahsediyorum.

    Soyadı Hayyam’ın “çadır yapan”, adı Ömer’in ise “hayat” anlamına geldiğini yani bir nevi “hayat çadırını yapan” anlamındaki bir isim ve soy isimle bu yaşama doğmuş olan Ömer Hayyam’ın buradan bakıldığında bile hayatı, bugüne ulaşan mısralarında iyi anlatmış oluşu ne kadar da anlamlı ama. Kim bilir neler yaşadıktan, neler gördükten sonra rubailer olarak bilinen, Arapçada dörtlükler anlamına gelen, bin civarında şiirin toplandığı en ünlü eseri olan Rubaibat’ı yazabilmişti zamanında. Bir hayal gibi geçip giderken bu dünya yolculuğundan ne meraklar, ne çabalar ile nerelerden nerelere ulaştırmıştı kim bilir kendini ve sonra da aşarak kendi sınırlarını ispat edebilmişti kendini kendine.. Sonra da bu dörtlükleri, dizeleri, hazineleri bırakmıştı geriye.. Dünyayı bulduğu halinden daha güzel bir şekle ne de güzel getirebilmişti kalemi ile..

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    İşte o nedenle Mehmet Güreli’nin “Kimse Bilmez” isimli parçasını dinlerken gizliden gizliye sözlerinde dinlemeyi sevdiğim Ömer Hayyam’ın rubailerinden mısralar verdi bu yazıya başlığını. Bu şarkının sözlerinin Ömer Hayyam’a ait olduğunu, bilmeyenler bilsin, unutmuşlar hatırlasın dedi içimdeki bir ses. Çünkü insan bildiğinde daha farklı değerlendirmeye başlıyor olanı biteni. Bugün Hayyam’ın bir rubaisinden ilhamla adı konan “Hayal Fanusu” adını taşıyan bir serginin derinliği o zaman daha başka anlaşılıyor. Dünyayı bir fanusa, güneşi de muma benzeten bu önemli ruhun bize onca yüzyıl öteden yaşamın gelip geçiciliğini, hayal gücünün önemini, insanın ışık gölge oyunundaki bir kukla oyuncusundan fazla bir şey olmadığını anlatan, kalıcı olanı yeniden düşündüren Ömer Hayyam’ı işte o nedenle hatırlamış olarak yazmak istedim bu yazıyı..

    Şunu düşünüyorum. Belki Bozlu Art Project’in Kurucusu, Bozlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Şükrü Bozluolçay da bilmiyordu, 1979’larda henüz daha Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde talebeyken, ailesinden gelen harçlıklardan biriktirdikleriyle almaya başladığı klasik eserlerle günün birinde sahibi olacağı bir sanat koleksiyonunun sergisinin aynı zamanda Ömer Hayyam’ın izini de taşıyacağını.. Bu iz sayesinde bizleri geçmişe doğru aydınlık bir yolculuğa çıkaracağını.. Ve yıllar evvel başladığı sanat koleksiyonunun bugün 70’in üzerinde sanatçının, 150’ye yakın yapıtından oluşan, 19’ncu yy’dan günümüze Türkiye’nin son 40 yıla uzanan sanat tarihi hakkında kapsamlı bilgi sunan bir koleksiyona dönüşeceğini..

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    ***

    “Hayal Fanusu” kitabının yazarı ve sergisinin küratörü sevgili Özlem İnay Erten ile Dr. Şükrü Bozluolçay’ın koleksiyonu üzerine konuşurken Özlem Hanım, Bozlu Art Project imzası taşıyan hem kitap hem de sergi ile sanat tarihimiz hakkında kapsamlı bir perspektif ortaya koymaya çalıştıklarını anlatmıştı bana. Biçimsel değerlerin öne çıktığı bu sergideki eserleri, bir nevi seçilmişlerin arasından tekrar değerlendirdiklerini ve hepsinin de ayrı bir hikayesi olan bu eserleri mekana göre özel olarak yerleştiklerini öğrenmiştim. Bu sergi özelinde ise eşi Bozlu Art Project’in Direktörü Oğuz Erten ile beraber uzun yıllardır bu koleksiyonun sanat danışmanları oldukları, bu koleksiyonun yıllar içerisindeki oluşumuna beraber tanık oldukları ve de farklı dönemlerde bu koleksiyona kattıkları eserleri bu sergi sayesinde bir arada görebildikleri için ayrı bir heyecan duyduklarını öğrenmiştim.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bu Yıldızlı Gökler Ne Zaman Başladı Dönmeye Ne zaman yıkılıp gidecek bu güzelim kubbe (Ömer Hayyam / Rubailer, 331.)

    Dolayısıyla Mongeri Binası’nın 3 katına yayılmış olan “Hayal Fanusu” adını taşıyan bu sergi bugün bize bir yandan Avrupa’ya gittiğimizde bulunduğumuz ülkenin önemli müzelerinden birinde, o ülkenin tüm tarihinine bir çırpıda ulaşmamızı sağlayan o eserlerde tanık olduğumuz heyecanı yaşatırken bir yandan da bizleri bizimle aynı toprakta yetişmiş önemli sanatçılara, o sanatçıların kendi tanıklıklarını anlattıkları sanat eserlerine yakınlaşabilmemiz için fırsat tanıyor. Klasiklerle başlayıp kronolojik olarak ilerleyen yani hem klasik, hem modern, hem de çağdaş sanata dair çok önemli eserleri bizlerle buluşturuyor ve diğer bir yandan da sanatçıların bir dönem yaşamış oldukları önemli hikayeler ile bizi baş başa bırakıyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Örneğin hemen giriş katında aynı zamanda serginin de afişinde gördüğümüz en eski dönem ressamlarımızdan biri Süleyman Seyyid’e ait olan “Çiçekler” adlı natürmort, Osmanlı dönemine ait en erken dönem eserlerden biri. Seyit, o dönemdeki ressamların yaptıkları resimleri, “Biz resim sanatını sevdirebilmek için zengin ailelere iştah açan resimler yapardık.” şeklinde tanımlarmış. Bu resmin hemen karşısında yer alan Sami Yetik’in eseri ise bir zamanlar resim yaparken kullandığı kendi şövalesinde sergileniyor. Bu şövale zamanında kendisine yurtdışından gelmiş ve bu şövaleyi kendisinden sonra da bir kaç sanatçı daha kullanmaya devam etmiş. Hatta kendisinden sonra hangi sanatçıların bu şövaleyi kullandığı bu resmin hemen yanında duvarda yazıyor.

    Klasik eserlerin olduğu bu katta İbrahim Çallı’nın “Sahilde Maşlahlı Kadınlar”, Hikmet Onat’ın “Siperde Mektup Okuyanlar” gibi önemli eserleri de yer alıyor. Örneğin Halil Paşa’nın kendi yaptığı resmi ile atölyesinde çekilmiş olan fotoğraf burada beraber sergileniyor. Yani fotoğraflarını gördüğümüz eserlerin gerçekleri burada ve hepsini bir arada görmek de sizi doğal olarak farklı duyguların içine sürüklüyor. Hoca Ali Rıza’nın dalgalarla boğuşan yelkenlisinin olduğu resminin önüne geldiğinizde ise kendisinin İtalya’ya gidebilecekken kolera salgını olduğu için gidemediğini, Türkiye’de kalarak kendi ekolünü oluşturduğu o günleri ve belki bu sayede ortaya çıkabilen kendine özgü olan üslubunu düşünüyorsunuz.

    Bu Yıldızlı Gökler Ne Zaman Başladı Dönmeye Ne zaman yıkılıp gidecek bu güzelim kubbe (Ömer Hayyam / Rubailer, 331.)

    En üst katta ise Ali Teoman Germaner’ın sanat tarihimizdeki erken tarihli soyut heykellerden biri “Güneş Kursu” yer alıyor. Hatta bu eseri malzeme bulamayıp zamanında okuduğu okulun yangın merdivenlerinden yararlanarak yaptığını öğrenince esere dokunmamak için kendinizi zor tutuyorsunuz. Kendisinin ölene kadar devam ettiği Aloşname serisinden çok önemli bazı örnekleri görünce de, “Aloşname” adının Aloş’tan geldiğini ve annesinin kendisini hep öyle çağırdığını bilerek “sadakat ve yuva” hislerinin siz farketmeden gözlerinizi doldurduğuna tanık olabiliyorsunuz. Bu katta aynı zamanda farklı mesleklerden gelen ancak sonra sanata geçiş yapan sanatçıların eserleri de ayrı bir bölümde sergileniyor. Kendi mesleğinden vazgeçerek sanata geçilen dönemlerin altını çizen bu bölüm bana göre oldukça etkili bir bölüm.

    En alt katta ise geçtiğimiz yıllarda adından oldukça söz ettirmiş ikonik bir sanat eseri, Server Demirtaş’ın yıllar evvel Anri Sala’ya ait olan videodan ilhamla yaptığı albino atı sizi katın en orta yerinde karşılıyor. En son dönem eserlerin yer aldığı daha çok yeni medium’un, disiplinler arası içeriğin öne çıkmaya başladığı bu kattaki koleksiyon sizi, Ali Alışır, Sinan Demirtaş, Murat Germen gibi Bozlu Art Project olarak da temsil edilen sanatçıların eserleri ile uğurluyor ve siz de böylece bir galeriden, müzeden ziyade bir sanat alanı olarak değerlendirilebilecek kendi koleksiyonu, sanat eserleri, kütüphanesi ve de yayınları olan bu alanı bir çok duygu ile geride bırakmaya başlıyorsunuz.

    Fahrelnissa Zeid, Adnan Çoker, Cihat Burak, Sabri Berkel, Nejad Melih Devrim, Ömer Uluç ve Burhan Doğançay gibi isimlerin de içinde olduğu 70’in üzerinde Türk sanatçının, 150’ye yakın yapıtı arasından bu mekan için özel olarak seçilen eserleri, 1925 yılında inşa edilen, Cumhuriyet dönemi 1. Ulusal Mimarlık Akımı’nın İstanbul’daki sivil konut mimarisine yansıyan en önemli örneklerinden biri olan Giulio Mongeri imzasını taşıyan Mongeri Binası’nda ziyaret edebilmeniz için son tarih 26 Mart.