hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Duygu Merzifonluoğlu Duygu Merzifonluoğlu

    Geleceğe giden yol, geçmişten geçer

    07.12.2020 Pazartesi | 15:05Son Güncelleme:

    SALT Araştırma ve Programlar Yardımcı Direktörü Lorans Tanatar Baruh ile bir akşam üzeri SALT Beyoğlu’nda buluşuyoruz. Buluştuğumuz ilk an bana doğru eğilerek yanından geçen kalabalığı gösteriyor ve “buradalar !” diyor. “Sergisini yaptığımız Köpe Ailesi Amerika’dan bu sergiyi gezmek için gelmişti, tam da sizin gelişinize rastladı..” dediğini duyar duymaz ben de “ne duruyoruz.. hemen gidip fotoğraf çektirelim o halde, kaçırmayalım bu anı…” diyorum. Bunun üzerine Köpe Ailesi ile tanışıyorum ve beraber SALT Beyoğlu'nun önüne, İstiklal Caddesi'ne çıkıyoruz. Maskeli oluşumuzdan ötürü hiçbirimizin gülümsemesi objektiflere yansımıyor olsa da biz o an tarihe tanıklık ettiğimizi bilerek kocaman bir gülümsemeyle bakıyoruz objektife...

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Hiç unutulmayacak olan bir anın içinde olduğumuzu çok iyi bilerek gülümsediğimiz bu fotoğrafın sol başında ben duruyorum, sağ başında ise Baruh. Tam ortada ise Köpe Ailesi’nin bugün sergide tanık olunan hikayesinin hayatta olan tek temsilcisi Elizabeth Childress. Elizabeth’in sağ ve sol kanatlarının altında ise o ve ailesinin gelecekteki mirası; çocukları ve torunları…

    Köpe Ailesi ile fotoğraf çektirdikten sonra onları uğurluyoruz ve ardından da Baruh ile beraber “İmparatorluklar Arasında, Sınırlar Ötesinde” başlıklı sergiyi gezmeye başlıyoruz..

    Kendisine ilk olarak Köpe Ailesi’nin hikayesini nasıl sergi yapmaya karar verdiklerini soruyorum. Baruh bana her şeyin, belgeselci Nefin Dinç’in bu arşivi kendilerine iletmesi ile başladığını anlatıyor. Bir gün Amerika’da belgesel eğitimi alırken Dinç’in Fransızca öğretmeni, içinde İstanbul’un eski zamanlarının anlatıldığı bir metni İngilizce’ye çevirdiğini söylüyor Dinç’e. O da merak ediyor ve o merakın peşinden Köpe Ailesi’ni ziyarete gidiyor. Aileyle tanışıyor ve hikayelerinden o kadar etkileniyor ki onlarla bir belgesel projesi yapmaya karar veriyor. Ailenin zaman içinde biriktirmiş olduğu metinleri ve görselleri görünce de belgeselin yanında farklı bir proje olarak bir serginin yapılma fikrinin de güzel olabileceğini düşünüyor. Bunun üzerine hikaye her şeyin başladığı yere yani İstanbul’a yeniden dönüş yapıyor. İşte bugün ailenin özellikle de pandemi nedeniyle böylesine riskli bir dönemde Amerika’dan sırf bu sergi için kalkıp gelişinin asıl sebebi bu. Sergide hikayesine bolca yer verilen Antoine’ın kızı Elizabeth’in bu yolculuğu göze almasının tek nedeni kendi köklerinin bir dönem yaşadığı kente kendi geçmişi adına ayak basma fırsatını geri çevirmek istemeyişi.
    Çünkü Köpe Ailesi’nin tarihine baktığınızda serginin metninde anlatıldığı gibi “2’nci Meşrutiyet’ten 1’nci Dünya Savaşı’na ve de Mütareke Dönemi’ne dair Osmanlı İmparatorluğu’ndaki bir yaşamın tanıklığını detaylı arşiv kayıtlarıyla” görebiliyorsunuz, ancak bir yandan da o dönemde yabancı kökenli bir ailenin İstanbul’da neler yaşadıklarını da görüyorsunuz. En ince ayrıntısına kadar tutulmuş bir kaydı izlerken de bu kayıtlarda kendi tarihinize rastlıyorsunuz. İnsanların hayatındaki bağlantıların önemini bir kez daha fark ettiğiniz güzel bir karşılaşma...

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Geleceğe giden yol, geçmişten geçer

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Köpe Ailesi’nin hikayesinde beni derinden etkileyen bir kaç anı var. Fransız-Macar evliliğinden doğan Köpe Ailesi'nin İstanbul’da yaşamaya başlaması ile beraber gerçekte Avusturya Macaristan vatandaşı olmalarına rağmen o ülkeden çok burada Levanten kültür ile büyüyüşleri ve kendilerini bu toprağa ait kabul ettiklerini yaşadıkları pek çok olayda gösteriş biçimleri...

    Örneğin ailenin iki oğlunun da sanatsal bir bakış açısına sahip oldukları için o dönemde yaptıkları işlerin sanatla ilgili oluşunu ve aile dostlarının, kendi bağlantılarının ve arkadaşlıklarının bu konuda kendilerine nasıl yardımcı olduklarını bu kayıtlar üzerinden görebiliyorsunuz. Mesela ailenin babası Charles Köpe o dönemde aynı zamanda Cemal Paşa’nın yakın bir dostu. Cemal Paşa da biliyorsunuz o günlerde “İttihak ve Terakki”nin önde gelen liderlerinden birisi ve dolayısıyla 1909 sonrasında devletin en önemli isimlerinden biri haline geliyor. İşte bu bağlantı Charles’ın oğlu Taib’in, o günlerde sultanın ve de “İttihak ve Terakki”nin önde gelenlerinin fotoğraflarını çekmesine vesile oluyor. Charles’ın diğer oğlu Antoine ise yaşadığı anıların kimi zaman yazarak kimi zaman çizerek kimi zaman da fotoğraflayarak kaydını tutuyor. Bu görsellerle beraber tutulmuş olan bu anı kaydı ve olayların nasıl olduğunu anlatma beceresi ise bu aileye has bir durum.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Geleceğe giden yol, geçmişten geçer

    Çünkü Köpe Ailesi o günlerde İstanbul’a yeni geldiği için İstanbul’u görüp tanımak istiyor ve sahip oldukları tüm imkanlarla beraber İstanbul’un heryerini gezmeye başlıyor. Gezerken de bunu sanki öylesine bir gezi değil de bir deneyim, bir gözlemmiş gibi değerlendiriyor. Dolayısıyla da ellerinde o dönemin İstanbul’undan, yani 1900’lerin başlarından ilginç kareler birikmeye başlıyor. Vapurla, trenle, balonla, uçakla İstanbul’u geziyor, Rumelikavak’ına, Trakya’ya, Göksu Deresi’ne, Kadıköy’e ve Florya’ya gidiyorlar. Bu sayede de belki yedi göbekten beri İstanbullu olanların bile İstanbul’u bu kadar gezmediği bir dönemde Köpe Ailesi’nin İstanbul’u layıkıyla gezdiğine tanık oluyorsunuz.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Geleceğe giden yol, geçmişten geçer

    Sergide yer alan siyah beyaz fotoğrafları yakalayabilen kişi ise genelde hep Taib Köpe. Örneğin cepheye gidişler, Sultan Reşad’ın ve Cemal Paşa’nın olduğu bir ortamda bir donanmanın geçidi, seferberliğin ilan edilişi, savaşa katılan her ülkenin gençlerinin ordularına katılma anları, Osmanlı sokaklarında askerlerin, atların cepheye doğru gitmeye başlayışı ve Beyoğlu’ndan da geçen bu gidişin uzaktan görünüşü gibi nadir bulunan kareleri yakalayan isim hep Taib. Bunun yanısıra Taib’in yakaladığı 1909 yılında İstanbul’da Taksim’de Talimhane’den 3 kez uçurulan “Osmanlı Balonu”nun görüntüleri, Sırp kralının 1910 yılında İstanbul'a gelişi, sultanın Nispetiye Camii’nde selamlıktan çıkışı, Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’nın cenaze merasimi, Bab-ı Ali saldırısı sonrasındaki kalabalık, kapitülasyonların kaldırılışı vesilesiyle Gülhane’den Sultanahmet’e yapılan yürüyüşler, Almanlarla yakın dostluk ve silah kardeşliğinin görüldüğü kareler ve 1914’te Taşkışla yangınında ölen Alman Bahriyelilerin cenaze törenine Enver Paşa ve Cemal Paşa’nın katılımı gibi kareler de hep tarihe tanıklık eden fotoğraflar olduğu için son derece önemli kareler.

    Diğer bir yandan Taib’in kardeşi Antoine’ın anılarında yer alan bazı kayıtlar ise beni bu sergide etkileyen başlıca anılardan bir kaçı arasında yer alıyor. Antoine’ın askere gitmek istemesi, yeterli görülmediği için askere alınmaması, bu sırada çizim yeteneğini kullanarak “La Défense - Müdafaa” gazetesine karikatür çizimleri yapmaya başlaması ardından ikinci kez askere başvurması ve bu defa askere ihtiyaç olunduğu için askere alınması gibi anılar oldukça iz bırakan anılar. Bu günlerde Antoine’ın anılarında her nereye giderse gitsin çizimlerine ve yazılarına devam ettiğini görebiliyorsunuz. Örneğin askerliğini İstanbul’da şöförler bölüğünde yapmaya başlayan Antoine, Osmanlı ordusuna araba kullanmasını öğrettikleri bu günlerde Maslak Büyükdere yollarında aldığı eğitimin yanında köy yolu gibi yollarda araba kullanmasını öğrenişlerini hep fotoğraflıyor. Antoine’ın sanatsal bakış açısını askerdeyken arkadaşlarını ve ordudaki kendi subaylarını çizişinden ve bu kişilerin karakterlerini bir bir kendi metinlerinde anlatışından hep takip edebiliyorsunuz. Bu dönemin canlı bir kaydını tutuyor oluşu, bir çizgi roman yaratır gibi hayatının karakterlerini kendinden sonra gelenlere çizip tanıtıyor oluşu ve bunları sırf içinden geldiği için yapıyor oluşu takdir edilesi bir durum.

    Geleceğe giden yol, geçmişten geçer

    Ancak her hikayede olduğu gibi bu hikayede de hem iyi hem de kötü anılar mevcut. Mesela Antoine’ın İstanbul’da olduğu ve de parasız kaldığı bir dönemde biraz para kazanmak için bir Almanak çizmeyi kabul edişi üzerine bir anısı var. Yılbaşı için çizdiği bu Almanak hem biraz geç kalıyor hem de yeterli ilgi görmüyor dolayısıyla da çoğu elinde kalıyor. Antoine da o günlerde çizdiği bu Almanak’ın ilk çizimlerinin altına şöyle bir not düşüyor: “..kar edeceğime zarar ettim. Almanak sayfalarının, çamaşır gününde ocaktaki ateşi beslemek için kullanıldığını görünce tadım iyice kaçtı, umutlarım kül olmuştu.”

    Haliyle burada bir hayalin çöküşünü ve de hayalden vazgeçişin iç sıkışıklığını görebiliyorsunuz.. Çünkü bu sergi sizin Antoine’ın Selanik’te genç bir çocukken yaptığı çizimlerden, hayatının son evresinde İstanbul’da yaptığı çizimlere kadar izlediği yola ve bu işten para kazanamadığını anlayınca para için çizim yapmaktan vazgeçişine tanık olmanızı sağlıyor. Antoine’ın hayatı ise Düyun-i Umumiye, Karadeniz Ereğli, Ereğli Bender Kömür Madenleri ve ardından da Osmanlı Bankası gibi yerlerde çalışması ile beraber farklı bir yola giriyor. 1962 yılında son çalıştığı bankada emekli olduğunda ise artık Antoine’ın İstanbul’dan ayrılarak bir NATO görevlisi ile evlenip Amerika’ya giden kızı Elizabeth’in yanına Amerika’ya gitme vakti gelmiş oluyor. İşte bugün bu sergiye gelen Elizabeth, Antoine’ın o günlerde Amerika’ya yanına gittiği kızı olan Elizabeth.

    Açıkçası ben bu hikayeden kendi adıma şöyle bir pay çıkarttım. Bu sergi aslında Antoine’ın bir bakıma geçmişi ile hesaplaşması. Bir zamanlar onun hayallerinden vazgeçmek zorunda kaldığı şehrin, zamanı geldiğinde onun hayallerini gerçekleştirmek için onu tekrar kendine çağırışı. Bana kalırsa eğer bugün bu çizimler Türkiye’nin en prestijli kültür kurumlarından birinde, tarihe en iyi tanıklık etmiş İstanbul’un Beyoğlu gibi bir semtinde ve de bir zamanlar kendi toprağı kabul ettiği bir kentte onu hiç bilmeyen tanımayan kişilerle buluşma şansına erişiyorsa, o zaman Antoine başarmış demektir. Belki kendi zamanında hayaline ulaşamadı, çizimleri beklenen ilgiyi görmedi ve de ona zamanında ihtiyacı olan parayı kazandıramadı ancak bugün ailesine böylesine haklı bir gururu yaşattı.

    Bana sorarsanız geçmişe ait, bu yoğun duygular ile beraber kayda alınmış ve insanı derinden etkileyen hikayelerle dolu olan, böylesine bir yaşamın bugünün geçmişini aydınlatıyor oluşu, o kayıtları tutan kişileri kendi zamanında olamasa bile bugünün dünyasında iki kez daha fazla sanatçı yapmış oluyor. Ve bence bu, bir ailenin çocuklarına bırakabileceği en güzel miras, en anlamlı bayrak teslimi.

    Dolayısıyla bugün bu sergiye gelirseniz gerçek bir hayatın iz düşümünü en ince ayrıntısına kadar göreceğinizden emin olarak ve de gerçek bir hikayenin, ancak filmlerde izleyebileceğiniz olağanüstü kurgulanmış bir senaryoya ne kadar yakın olduğunu bilerek gelin. Köpe Ailesi’nin taa Amerikalardan kalkıp gelişi, ailenin yaşı hayli ileri üyesi Elizabeth’in o yolculuğa çıkmayı bu pandemi günlerine rağmen göze alışı size güç versin. O yapabiliyorsa ben neden yapmamayayım diyebilin. Açıkçası bu sergi bana, ailelerdeki bir sonraki jenerasyonun, geçmişte yapılamayan, yarım kalmış şeyleri yapmak üzere dünyaya gelmiş olabileceğini yeniden hatırlatan bir sergi oldu. Bu nedenle de SALT'a, bu hikayeyi gündeme getirmiş oluşlarından dolayı ve de sevgili Lorans Tanatar Baruh’a Köpe Ailesi’nin bu güzel hikayesini anlatmış olduğu için müteşekkirim. Bu sergi sayesinde geçmişe yapacağınız ziyaretin sizleri de benim gibi özgürleşmesi temennisiyle… Unutmadan, sergi için son tarih 27 Aralık, yer SALT Beyoğlu.