hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Duygu Merzifonluoğlu Duygu Merzifonluoğlu

    Göğü yere indiren aynalar aslında bize neyi gösteriyor?

    08.03.2022 Salı | 10:58Son Güncelleme:

    Ne zor bir histir. Kontrol edemediğiniz, neden ve nasıl olduğunu bilmediğiniz bir durumla karşı karşıya kalmak. Çıkışı bir türlü bulamamak. Anlayamamak, ön yargıların oluşturduğu, çoğu zaman güven yoksunluğu yaşayan bireylerin içinde "öyle değil böyle" diyerek algıyı değiştirmeye çabalamak. Yalnız kalmak, ne yaparsanız yapın o yalnızlığın geçmeyeceğine inanmak. Bazı serin ve karanlık duyguların içinde sonsuz bir okyanusta gibi bilinmezliğe doğru yol almak. O güne kadar dünya olarak bilinen yer neresidir, gerçek dünya neresidir, insan kimdir, beden nedir sorgularında günlerce gecelerce kaybolmak. Sonra da her şeye rağmen bu dünyada bir iz bırakmak, iyiliğin yayılması için çabalamak.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Ne zor iştir ama.. böylesi tarifsiz bir kayboluşun içinde var olmaya çalışmak.

    ***

    İyi eğitimli güzel bir ailenin bir kaç yıl evvel beklenmedik bir anda ve beklenmedik bir şekilde yitirdiği başarılı, ilham dolu kızlarının geride bıraktığı miras..

    Mina Başaran adına dünyayı değiştirmeye, dönüştürmeye and içmiş “Mina'nın Çocukları” ve onun biricik annesi Beril Başaran..
    Bugün 2022'nin Mart ayında, tam da 8 Mart kadınlar gününe rastlayan haftasında, Trabzon kızlar manastırında, göğü yere indiren bir sanat hareketi ile karşımızda..

    Göğü yere indiren aynalar aslında bize neyi gösteriyor

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    ***

    Geçtiğimiz hafta Trabzon'dan ayrılmamıza son bir kaç saat kala Beril Hanım’la 13’ncü yy'dan kalma, restorasyonu geçtiğimiz yıl tamamlanan, Boztepe dağının etekleri olarak bilinen bölgede yer alan Trabzon kızlar manastırı üzerine konuşurken, Beril Hanım; “..ilk geldiğimde bu manastır ile ayrı bir bağ kurdum. Burası bana bir şekilde çok iyi gelmişti. O nedenle bir şeyler yapmak istedim, yapmam gerektiğini hissettim.." dediğinde bir gün evvel öğlen saatlerinde bu manastıra ulaşabilmek için incecik bir sokaktan yağmur altında bu tepeye çıkışımızı yeniden düşündüm. Beril Hanım’ın yıllar evvel aynı yere kim bilir hangi duygularla, yaşam adına her şeye rağmen hiç durmadan çıkışı bir anda zihnimde canlandı. Sonra da bu taş binanın buraya ilk inşa edildiği günlerini düşünmeye başladım.

    Sahi ne yapılırdı bu manastırda? O zamanlar kızlar nasıl hayatlar yaşardı burada? Nasıl telaşları vardı? Nelerle mücadele eder, neye ağlarlardı? Neyi özlerlerdi? Ne kadar özgürlerdi? Kadın olmanın onlardaki karşılığı neydi? Peki ya 21’nci yüzyılda aradan 8 yüzyıl geçtikten sonra bu dünyada yeni ayak izleri izi bırakma peşinde olan biz kadınlar, bu manastırda geçen hayatların neresindeyiz şimdi? Onların, zamanında o sıkıntıları çekmişlerin adına, göğsümüzü gere gere kendi ayaklarımızın üzerinde dimdik durarak gücümüzü ne kadar gösterebiliyoruz dünyaya?

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Peki ya bu düşüncelerin de ötesinde bu kutsal mekanda, kızlar manastırında sanatın yardımı ile geçmişten bugüne uzanan bir köprü aracılığıyla, bu manastır bizlere nasıl bir alan tutma, neyi gösterme çabasında?

    ***

    Serginin ilk eseri “Dünyadaki Cennet” 11 basamaklı.
    Serginin ikinci eseri “Piramit” 11 katlı.
    Sergi Küratörü Ayça Okay’ın hayatındaki aralarında kendi doğum günü ve saati de olmak üzere bir çok önemli olayın yaşandığı gün ve saatin gösterdiği rakam 11 rakamı.
    4 yıl önce bir elim bir kaza ile hepsi okumuş, meslek sahibi olmuş, bu yaşamda ne yapmak istediğini genç yaşlarda bulmuş, özgür, güçlü ve de yaşamı dolu dolu yaşamaya hevesli 11 kadını kaybettiğimiz gün 2019 yılının 11 Mart’ı.

    Göğü yere indiren aynalar aslında bize neyi gösteriyor

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Yani kısacası bugün bu sergi ile karşımıza çıkan 11 rakamı hem küratör hem sanatçı hem de “Mina’nın Çocukları” Projesi ile Beril Hanım için çok önemli ve hassas bir rakam. Dolayısıyla bu sergide bir nevi bu rakamın bu kişilerin hayatlarındaki öneminin alanda ayrı bir köprü oluşturduğu bir gerçeklikle de karşı karşıyayız.

    Serginin Küratörü Ayça Okay ile bu sergi üzerine konuşurken kendisine bu manastır içindeki ilk eser olan “Dünyadaki Cennet” eserinin 11 basamaklı oluşundan hareketle bu tesadüfün arkasında gizli olan hikayeyi merak ettiğimi söyledim. Daha doğrusu Sydney Bieanal’inde sahile, Esfahan’da çöle yerleştirdiği gökyüzü ile ilişki kuran aynaları ile tanıdığımız, ‘insan - doğa - tarih’ üçlemesine eserlerinde sıklıkla rastladığımız ve bu eserler aracılığı ile hem psikolojik hem de sosyolojik çıkarımlar yapmasına alışkın olduğumuz Shirin Abedinirad’ın yolunun bu sergi ile kesiştiği ilk noktayı sordum. Ayça, bana bu manastır içindeki 11 basamağı Shirin’in kendisinin keşfettiğini, sergi öncesi zoom üzerinden yapılan toplantılar sırasında mekanı anlayabilmek için Google Earth’den nasıl göründüğüne baktığını ve buradaki merdivenlerin 11 basamaklı olduğunu görünce de kendi işleri ile “Mina’nın Çocukları” Projesi’nin birbirine tam oturduğunu düşündüğünü söyledi bana. Sonra da zaten geriye kolları sıvayıp ne mekanın ne de sanatın bir diğerinin önüne geçemediği bu alanda ilk defa güncel sanat sergisi yapmanın peşine düşmek kalmış.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Diğer bir yandan ise Ayça, numerolojik anlamda 11 rakamının bir “Gateway” yani kapı veya kapı açan yücelten güç, ruhsal uyanış gibi anlamlarının da oluşunun kendilerine mistik anlamda destek verdiğini söyleyince benim de aklıma 11 rakamının spiritüelizm’de bir çeşit “Awakening Number” yani “Uyanış rakamı” olarak bilindiği geldi. Benim bir kaç yıl evvel Peru’da oldukça mistik zamanlar geçirdiğim günlerde, orada sohbet etme fırsatı bulduğum şamanlardan öğrendiğim bir bilgiydi bu. Dünya ile ilgili önemli olan, insanlığı bilinç seviyesinde yükseltecek olan olayların bu rakamla bir bağlantısı olurmuş. Yolu kaybedenler, 11 rakamını takip ederlerse yollarını yeniden bulurmuş. Bazı ruhların bu dünyaya gelişi, bu gezegeni ve insanlığı bir sonraki aşamaya daha güçlü geçiş yapabilmesine yardım etmek için olurmuş. Bir nevi “görevli” olarak da tanımlanan bu kişiler, normal bir insanın kolay kolay yapamayacağı bu görevlere, herkesin bir çırpıda evet diyemeyeceği olaylara “ben yaparım” diyerek insanlığa yardımda bulunur, bir çıkış şansı sunarmış. Bu sayede de insanların kendilerine dönmesine, eğer ki bir yanlışın içindelerse bu yanlışı görmelerine ve de geçici yaşamlarına çok da fazla tutunmamaları gerektiğini anlamalarına katkıda bulunurlarmış.

    Bu bilge insanların aklımda kalan bu söylemlerinin ne kadarı doğrudur ya da doğru kabul edilmelidir bilmek güç, ancak ben özellikle de 11 rakamının içinde bu denli yoğun olduğu bir tesadüfler silsilesinin ardından Beril Hanım’a kendisi ile yaptığımız sohbetimiz esnasında dikkatimi çeken bir konu daha olduğunu ve bunun da bir tesadüf olup olmadığını sormak istedim. Çünkü 4 yıl evvel gerçekleşen kazanın İran topraklarına düşüşü ile bugün kızlar manastırında göğü bize yaklaştıran eserlerin yaratıcısı olan sanatçının yani Shirin Abedinirad’ın İran kökenli oluşunun da bu hikayede oldukça güçlü bir etkisi olduğunu düşündüm. Belki bu hikayenin, bu tesadüfi bağlantıları ile zihnimde beliren İran toprağından filizlenen 11 renkli çiçeğin, İran toprağından dimdik arşa doğru yükselişini Shirin Abedinirad aracılığı ile bizlere kendilerini ayna olarak gösterişini düşlemek bana iyi geldi. Belki göğü yere indiren, dünyayı görünenin ötesi ile birleştiren, bu yaşamda ölüm ile yaşamın bir idraktan ibaret olduğunu gösteren ve bize yaşam ötesi bir alandan hala mesaj vermeye devam eden, bu mesajları ise ancak görebilen gözlerin görebildiği, sanatın da bu durumu görünür kılmak için muazzam bir aracı olduğunu hatırlatan 3 aynanın çağrışımı bana bu düşünceyi verdi. Dolayısıyla Beril Hanım sanatçı seçiminin buna göre yapılmadığını, bu süreçte serginin küratörü Ayça Okay ile beraber çok sıkı çalıştıklarını, şu an için bu durumun yalnızca bir tesadüften ibaret olduğunu söylediğinde benim zihnimde böyle şeyler vardı.

    Açıkçası o nedenle de manastıra ilk girdiğimde manastırın 3 ayrı bölümünde yer alan 3 farklı eserin adları ve hikayelerinin yanında bana ne hissettirdiğini öğrenmenin peşine düştüm. O nedenle de hemen manastırın girişinde karşılaşılan “Dünyadaki Cennet" adını taşıyan ilk eseri yani 11 basamaklı ayna merdiveni başlangıcından sonuna kadar gözlerimle takip ettim. Merdivenlerin sonunun bu manastırın heryeri bir bakışta görebilen gözetleme kulesine çıktığını görünce de göğe bağlanan bu merdivenin gücünü kalbimde daha da derinden hissettim.

    Bu eserin ardından gelen ikinci eser ise bu eseri tam arkada bırakıp dümdüz yürüdüğünüzde ve yürürken de solda bir zamanlar yaşamını bu manastırda geçiren kızların kaldığı “A Hücreleri” olarak adlandırılan odaların yanından geçtikten sonra vardığınız bir yerdeydi. Bir kaç merdiven çıktıktan sonra ulaştığınız bu avluda yine 11 katlı “Piramit” adını taşıyan ikinci esere ulaşıyordunuz. Bu ikinci kattaki ikinci eserin ardından ise yine yukarı doğru hareket ediyor, bir zamanlar bu manastırın içinde “Agios Konstantinos Kilisesi” olarak bilinen bölüme geçiyordunuz. “Kolektif Yansıma” adını taşıyan bu serginin son eseri olduğu bu bölümde ise, yani kilisenin tam ortasındaki toprak zeminde “Çağrışım II” adını taşıyan yusyuvarlak bir ayna ile karşılaşıyordunuz. Bir nevi yaşamın döngüselliğini hatırlatan, size sizi gösteren başlangıç ve sonların iç içe olduğu yaşam çemberi ile.

    Serginin açılış günü bu 3'ncü eserin başında toplandığımızda yağmur hızlanmış bir durumdaydı. Shirin'in bu eserin başında şemsiyeler, yağmurluklar ve de düşen yağmur damlalarının arasında şöyle bir cümle kurduğunu hatırlıyorum. "Küçükken İran'da kadınlardan önüne yani yere bakması istenirdi. Kadınlar da mecbur oldukları için yere bakardı. İşte bu eser kadınlar yere baktığında da yere bakmasın hep yukarı baksın, yeri değil göğü görsün diye" dediğinde kalbime minik bir ağrı girdi. Shirin'in, eserini anlatırken seçtiği kelime ve cümleler bunlar değildi belki ama bende yarattığı hissin çağrıştırdığı cümleler tam olarak buna benzer şeylerdi. Dolayısıyla kayıtsız kalamayarak bu hissin peşine düştüm. Sonrasında ise öğrendiğim hikaye şu oldu.

    Göğü yere indiren aynalar aslında bize neyi gösteriyor

    Shirin, İran Tebriz doğumlu ve küçükken de o kültür ile yetişiyor. Bir gün bir akrabaları evlerine ziyarete geliyor ve Shirin’i ayna karşısında saçını tararken görüyor. Shirin’in kendini izlediğini görünce de o sırada çok masum, çocukça saçını tarayan Shirin’i eleştiriyor. Çünkü bu eylemi narsist bir hareket olarak değerlendiriyor ve onu “bir kız asla böyle olmaz, olmamalı” diyerek yeriyor. Bu akrabanın “Aynada bu kadar uzun süre kendine bakmak doğru değil” deyişi de o küçük Shirin’in travmatik bir şekilde aklında kalıyor. Sonraki dönemde de genç kızlığa adım attığı andan itibaren, genç bir kadın olma sürecinde İran’da “Önüne bak, iyi bir kız ol, etrafa bakma, önüne bakarak yürü, iyi bir kadın önüne bakar” cümlelerinin kolektif hafızada yer alan önemli bir söylem olduğunu dile getirerek - yani İran'daki kadınların çok büyük bir yüzdesinin bu direktiflerle yolunu bulmaya çalıştığını düşünerek - bu ayna eserleri üretmek istiyor. Fakat tabi bu eserleri fazla tepki çekeceği için İran’da yapamıyor, üretemiyor ve de sergileyemiyor. O nedenle de hep Dünyanın başka başka noktalarında, yerlere yerleştiriyor ve bu ayna işleriyle de aslında kadınlara yere dahi baksa gökyüzünden manzaralar sunmak istiyor. Onları gökyüzüne bakmaya itekleyerek onları cesaretlendirmek istiyor. Dolayısıyla serginin adı “Kolektif Yansıma” buradan geliyor.

    Böylesi bir hafızaya sahip topraklardan, kadınların erkekler ile eşit olmadığı en önemli ülkelerden birinde, böyle bir kadın olarak yaşamak yerine, kendi gerçeğinin peşinden giden bir kadın sanatçının, Shirin'in kuvvetli hikayesi ile serginin dünya kadınlarına verdiği mesaj nasıl da birbirini tamamlıyor ama. New York’ta yaşayan bir dünya kadınının güçlü hisleri ile küt saçları, mini eteği, topuklu ayakkabıları, sürekli gülen gözleri ve de yaratıma, sanata kendini adamış oluşu o nedenle bugün etrafa bu dünyadaki bir çok kadın için güçlü bir ilham enerjisi yayıyor. Çünkü Shirin’in hayata bakışı, duruşu, ona dayatılanlara rağmen kendini gerçekleştirişi, başının dikine gidişi ve de aşkını sahiplenişi çok kuvvetli. Çünkü artık dünya kadını hangi topraktan, kültürden, ülkeden olursa olsun dünyanın neresine giderse gitsin çizgisini bozmadan, güçlü, özgür ve de cesur olabilmesi gerektiğini her dilde haykırıyor bize.

    Göğü yere indiren aynalar aslında bize neyi gösteriyor

    Dolayısıyla Shirin'in özellikle bu sergi ile bu yılki 8 Mart’ı kapsayacak şekilde, aynı kendi eserleri gibi topluma ayna oluşu son derece anlamlı ve de önemli. Böyle kutsal bir alandaki eserlerin, 3 aşamadan oluşması yani eserlere ulaşmak için sürekli bir yukarı çıkış, merdiven ile bir sonraki aşamaya geçiş hali ise bize gizliden gizliye çıkış yolunu da hatırlatıyor. Sanki bu sayede bize 3’ncü boyuttan 5’nci boyuta kestirme bir kapı aralıyor.

    İşte benim Trabzon'a ilk gidişimde hissettiklerim bunlardı. Bu yazıyı amacına ulaşsın istediğim için tam gününde yani 8 Mart'ta sizlerle paylaşma gayretim ise bu yazıyı 4 yıl evvel Mina Başaran ile beraber kaybettiğimiz 11 kadına armağanım olsun isteyişimdendi. Umarım armağanım yerine ulaşır.

    Mina'ya not.

    Sevgili Mina, buradayız, buradasınız. Zor görevi başardınız. Binlerce, milyonlarca kadın için bugün ilham olmaktasınız. Şimdi biz, hiç bir ayrıma takılmadan tüm kadınlar, sizin açtığınız bu yoldan kadın gücünü ayaklandırma çabasındayız. Desteğiniz şimdiye kadar olduğu gibi hep bizimle olmaya devam etsin. Adlarınız göklerde parlasın kahraman yıldız takımı. Bu yaşamın sonunda yeniden görüşene dek yerinizde huzurlu ve mutlu kalın.