hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Duygu Merzifonluoğlu Duygu Merzifonluoğlu

    “Günü dolan gidiyor, tutamıyorsun…”

    10.06.2021 Perşembe | 14:57Son Güncelleme:

    Yaşadığım hayatı kimseye göstermek istemediğim, en basit şeyleri bile kendime sakladığım günlerden geçiyorum. Ve bu bana bugünlerde çok iyi geliyor. Çünkü her şeyin her zaman aynı gitmeyeceğini bana hatırlatıyor. Çünkü kitapların sihirli dünyasında kaybolmuş durumdayım.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Ne zamandır başladığım bir kitabı bitirme huzurundan yoksundum. Başladığım kitaplar hep yarım kalıyordu. Çünkü hep bölünüyordum, hep öncelikler sırasında kitap birinci sırada olmaktan vazgeçiyordu. Hep ertelenen o oluyordu. Çünkü nasılsa en yaşlı, en olgun, en kalender, en sabırlı olan oydu. Nasılsa bekledim, nasılsa yüzyıllardır pek çok insan tarafından okunmayı bekliyorum diye diye bu dünyadaki gününü dolduruyordu.

    Aynı sevilmeyi yıllardır bekleyen insanlar gibi..
    Aynı hakettiği başarıya yıllardır hazır olan insanlar gibi..
    Aynı “hadi artık benim sıram gelsin” diye diye kuliste bekleyen, koreografisini ezbere bilen ancak sırası gelmeden sahneye adımını atamayacak olan dansçılar gibi..

    Biliyor musunuz, babannemle geçirdiğim yaz tatillerinde babannem ve ben Bodrum’daki bir yazlık sitenin bekçileri gibi olurduk bir zamanlar. Tam olarak bu mevsimde, Mayıs aradan çekilince, Haziran ince bilekli narin ayaklarını derin bir yırtmaçtan çıkarıverince Bodrum’da alırdık soluğu. 10 saatten fazla süren o otobüs yolculuklarında merakla yazı düşlerdik. Walkman’da aynı kasetin A - B yüzünde bir ileri bir geri defalarca giderdik. Bilmediğimiz şehirlerin yanından geçerken o evlerin içinde nasıl hayatlar olduğunu tahmin ederdik. Bir kattaki floresan ışığı uzaktan sevmemeye yeterdi o asla kapısından girmeyeceğimiz apartmanı. Sabaha karşı saat 4’te ise ışığı açık çok az ev olurdu..

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Yıllar sonra anlıyor insan kendi ışığının karanlıkta parlayışını ancak o saatte uyanık olanların, yolda olanların, gözü karanlıkta ışığa takılmaya hazır olanların görebildiğini. Ama işte o anlayış da o günlerin sayesinde. Zamanında yolun öte tarafında olmasaydın bugün dışardan nasıl göründüğünü anlayamazdın. Hayat belki de o yüzden önce, ilerde nasıl görüneceğini gösteriyor sana başkaları üzerinden ve sen de o sayede başkalarının hayatlarının üzerinden giderek oluşturuyorsun kendi hayatını, kendini her gördüğün yenilikte hizaya getirerek. Bir zamanın yankısı, bir vakit sonra aynadaki yansımaya dönüşüyor. Kendini sevmenin bir yolunun başkalarını sevmekten, kendini anlamanın bir yolunun da başkalarını anlamak için çaba sarfetmekten geçtiğini anlıyorsun o vakit.

    Kocaman 2 valiz ve bir sırt çantası ile başlayan çocukluğumun o yolculukları anlamaya çalıştığım pek çok şeyin o nedenle cevabı bugün. Babannelerin evinde babaanneler ile geçecek bir yaz tatilinin önemi o günlerde anlaşılmıyor. Ancak geriye doğru bugünden bakıldığında en önemli öğretilerin başında yerini alıyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    “Gününü doldurmak” ve “gününü dolduranın gidişi” tabirleri o nedenle çok mühimdir benim için. Çünkü bana babannemden miras. O nedenle hep o yaz tatillerini hatırlarım bir iş tamamlanırken, bir kimse bir ülkeyi terk ederken, bir ruh bir ruhtan vazgeçerken ya da bir kader bir kadere bağlanma yemini ederken.. Hep bu gelir aklıma ve öyle olunca da “günü dolmuş demek ki..” derim kendi içimden. Çünkü babannem öyle derdi bana. Tatilleri, ailesi ile vakit geçirebileceği için çok severdi Babannem. O yüzden de gelecek kişileri heyecanla 3 gün önceden beklerdi. Gece uyku tutmazdı, yola çıkanlarda aklı kalırdı. Gidenlerin ardından onun yanında onun yaşadığı duygulara tanıklık ederdim ben de. Sessizce yan yana oturur verandadan denizi izlerdik. Babannemin, yıllar içerisinde yalnızca fazla heyacanlı insanlarda gördüğüm sürekli yaptığı bir el hareketi vardı. İşaret parmağını kıvırır, o parmağının kıvrık yerini sürekli dizine dokundururdu. Sanki parmakları kendi başına dans ediyor, sonsuz bir hareketin salınımını peş peşe yapıyor gibi olurdu. İşte o sessiz geçen bir kaç dakikanın ardından bir an gelir, gidenlerin gidişini kabul etmiş olduğunu teyit eder bir şekilde bana bakar ve “e işte günü dolan gidiyor Duygu, tutamıyorsun..” derdi.. Sonra o da ben de bu cümlenin sıradan gibi görünen derinliğinde sessizliğe bir müddet daha devam ederdik.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Ben her yaz başından yaz sonuna kadar neredeyse 3 ay o yaz tatillerinde Bodrum’da kalır ve hiç dönmeyecekmişim gibi hissederdim. Ancak gidiş dönüş biletin dönüş günü yaklaştıkça bavullar kendiliğinden hazırlanıp konuluyor gibi olurdu kapı önüne. Nereye, ne zaman, neden diyemezdin, bilet çok önce alınmış. Gelişi alırken seçtiğin gün ve saat sana ayrılmış. 2 valizi ve bir de sırt çantanı alıp dönmekten başka çaren yok asıl evine. Bitirdiğin kitaplar yanına kar, yaşadığın anlar, biriktirdiğin anılar yanına kar.

    Bir yaz daha biter, bir yıl daha biter, günü dolan evine geri gider. Bu iş böyledir. Geçmeyecek, bitmeyecek dediğin günler sen yaşadıkça, başkaları tarafından yaşandıkça bir bir geçer gider..

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Şimdi yaz başındayız. Benim uzun yıllar evvel yazın başlangıcı olarak kabul ettiğim aydayız. Yanıma bir valiz kitap alarak uzun bir seyahate çıktığım o günlerdeyiz. Belki o nedenle dünden beri 2 koca valizim ve de bir sırt çantam ile babannemin evine gidiyormuşum gibi hissediyorum. Eylül’e kadar beni idare edecek üst baş, biraz da öte beri ile “koskocaman yaz beni bekliyor !” gibi hissediyorum. Sanki bavulumu dolaba yerleştirip yarım kalan kitabımı alıp aşağı verandaya babannemin yanına ineceğim ve yine aynı o günlerdeki gibi engin mavi denizi beraber izleyeceğiz gibi hissediyorum. Denizdeki havalı beyaz yelkenlilerin nereden nereye gittiklerini, yakında eve yanımıza gelecek olanları, o gün olan sıradan yazlık hayatı konularını konuşurken babannemle kahve içiyormuşum gibi hissediyorum. Sonra birden yemeğe bakmak için mutfağa gidiyor babannem ve ben de o gelene kadar masada duran yarım kitabımı açıp 2-3 satır olsun okuyormuşum gibi hissediyorum.

    O kitaplar öyle bitti o günlerde. Her yere benimle taşınarak, 2 arada bir derede okunarak, biri ardından bir diğeri gelerek bitebildi. O nedenle kitap bitirmenin huzurunu çok özlemişim diyorum bugün. Bunu, bir kitaba başlayıp, bir kaç gün içinde bitişini götmenin ne büyük bir lüks olduğunu bilerek söylüyorum. Demekki bir şeyler gününü doldurdu da yeniden kendi eski kitap okuma döngüme dönebildim diyorum.

    İnsan bu hayatta akıp giden zamanın boşa gitmemiş olduğunu, verdiği emeğin karşılığını zamanın elbet bir gün getirecek olduğunu ve günü dolduğunda ise yaşadığı tüm anıların bir anlamı, değeri olduğunu görmek ister. Bir otobüse binmiş, uzun bir yolculuğa çıkmış ise garda onu bir bekleyenin olmasını ister. Bir çocuk ise çocukluğunu doyasıya yaşamak, ailesi ile güzel anılar biriktirmek ister. Bir babanne ve dede ise de evine çocukları torunları gelsin, aynı benim yıllar evvel babannemle geçirdiğim o yazlar gibi beraber vakit geçirsin ve onu, ondan sonra da yaşatsın ister.

    İnsanoğlunun sevgi dili basittir. Sevmek ister ve sevdiği gibi de sevilmek ister. Sevdikleri gelince sevinir, gidince ise üzülür ve yaşam bu sevinç ile üzüntü arasında geçen zamandan oluşur.

    Şu an o zamana girdik.

    Yazınız güzel geçsin. Gününüzü güzel doldurun. Sıra yılların ardından aynı benim gibi kitaba gelmişse de ne yapın edin bolca okuyun. Cevap da şifa da eksik parça da orada..