hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Duygu Merzifonluoğlu Duygu Merzifonluoğlu

    Hayatta her şey tam zamanındadır

    13.04.2020 Pazartesi | 15:01Son Güncelleme:

    Benim yarışım kendimle. Ama kendi sınırımın ne olduğunu da başkaları ile olan yarışım belirliyor. Mercimekler ve pirinçlerden bahsediyorum. Benim oturduğum masada benden başka mercimek ve pirinçleri birbirinden ayırıp sayabilen olmadı. Herkes sırayla vazgeçip kalktı. Bense, vazgeçme anında, vazgeçenlerle beraber vazgeçmeyip, kendi vazgeçmeyişimin sonuna kadar gitmek istedim. Ve gittim de..

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Geçtiğimiz günlerde evdeki kavanozlara pirinçleri ve mercimekleri doldururken birden size mercimekleri ve pirinçleri anlatamamış olduğumu hatırladım. Oysa tam da Marina’nın Ulay’ı kaybettiği hafta, Marina ve Ulay’ın aşkları üzerine yazdığım yazının bir devamı olarak yazmayı planlamıştım bu yazıyı.. Ancak birden araya ‘hayat’ girdi ve tüm planlar aksadı. Dolayısıyla belirtmem gerekiyor ki bugün okuyacağınız yazı, karantina günlerinden bir haber olduğumuz günlerde notları alınmış, 1 ay önce, Koronavirüsü henüz ortalıkta silik bir vaziyetteyken yayınlanması düşünülen, ancak şimdi karantina günlerinde yeniden tamamlanıp yayına hazır gelebilmiş bir yazıdır..

    Yazının şu an daha anlamlı olacağını tahmin ediyor ve sizi benimle beraber 1.5 ay önce SSM’deki Abramovic sergisini gezdikten sonra almış olduğum notlarla buluşturuyorum:

    Marina Abramovic ‘Akış’ Sergisi üzerine ilk izlenim / İstanbul - SSM

    - Sergi SSM’nin 3 katına birden yayılmış bir sergi ancak ben Marina Abramovic ismi ile yeni tanışmamış olduğum için, bana göre en ilgi çekici ve farkındalık yaratan alan serginin son bölümü olan ‘Abramovic Metodu’nun uygulandığı bölümdü. Bana göre bu alanda insan tamamen kendi sınırlarını görebiliyor ve performans sanatının aslında nasıl bir şey olduğunun anlaşılması için oldukça güzel bir deneyim yaşayabiliyor.

    Hayatta her şey tam zamanındadır

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    - Diğer iki bölümün ilkinde ise pek çoğunu daha önce görmüş olduğum Abramovic’i Abramovic yapan videolar ile karşılaştım. İkinci bölümde ise performans alanı vardı. Bu alanda Abramovic’ten ilham alarak canlı canlı sergilenen performanslar belli aralıklarla değişiyordu. Benim denk geldiğim performanslardan biri Şebnem Dönmez’in 90’larda 22 yaşındayken canlandırdığı Marilyn Monroe, Rita Hayworth ve Liza Minelli gibi Hollywood starlarını, bugün 46 yaşında yeniden canlandırdığı bir performanstı. Şebnem Dönmez, 20-30 kişinin 8 saat boyunca dönüşümlü olarak izleyebildiği bu canlı performansta, yaşlanan bedenin güzellikte geldiği noktayı irdeliyordu. Bir nevi ‘artık genç değilsin, yaşlandın’ algısına karşı sert bir yüzleşme yaşıyor ve de yaşatıyordu. Özellikle performans sırasında üzerinde olan kostümleri herhangi bir soyunma odasına gereksinim duymadan herkesin önünde sanki hiçbir şey yokmuş gibi giyinip çıkarması bana göre güzelliğin yaşla değil kendine güvenle ilgili bir durum olduğunun da altını çizmesi bakımından son derece anlamlıydı.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Hayatta her şey tam zamanındadır

    Abramovic Metodu / Mercimekler ve Pirinçleri ayırma performansı

    Bu bölümün önüne geldiğimde açıkçası ne yapacağımı bilmiyordum. Yanıma bir görevli yaklaştı ve içeri girmek isteyip istemediğimi sordu. İstediğimi söyleyince de beni kilitli dolaplara doğru yönlendirdi. Çantamı, ceketimi ve cep telefonumu burada bıraktım. Bana uzattıkları kulaklığı kulağıma taktım ve görevlinin bana uzattığı elini tuttum. (Bugünkü Korona günlerinde nasıl imkansız görünen bir sıradan an ama..) Başta kulaklıktan ses geleceğini düşündüm ancak sonra farkettim ki bu kulaklık, içinde hiçbir sesin olmadığı bir kulaklık ve bana sessizlikten başka duyuracağı da bir şey yok. Nitekim o andan itibaren 2-3 saat boyunca duyduğum tek şey kendi nefes alıp verişim oldu. Görevli ile beraber bir perdeden geçerek genişçe bir salona girdik. İçeri girdiğimiz anda karşımıza ilk çıkan şey dikdörtgen ahşap bir masaydı. Bu masanın etrafında sandalyeler vardı ve herkes sandalyelerinde oturmuş önlerinde duran birbirlerine karışmış olan mercimek ve pirinçleri ayıklıyordu. Güvenlik görevlisi hiçbir şey söylemeden beni boş sandalyelerden birine oturttu ve ben de gayri ihtiyari şöyle bir etrafıma bakındım. Ne yapacağımı anlamaya çalıştım ve o an masanın tam ortasında duran kağıttaki ‘AYIKLA VE SAY’ yazısını gördüm. Daha kısa ve net bir cevap alamazdım. Bunun üzerine ben de masanın etrafında oturan herkes gibi mercimek ve pirinçleri birbirinden ayırmaya ve saymaya başladım. İlk etapta kaç tane saydım şu an hatırlayamıyorum. Belki kırk belki elli. Ancak bir yerden sonra birden zihnimin içinde serbest bir düşüş başladı ve bir düşünce ardına başka bir düşüncenin içine girmeye, pek çok gereksiz şey üzerine düşünmeye başladım. Mercimek ve pirinçleri ayırıp saymanın imkansız ve bunu yapmanın son derece anlamsız olduğu, telefonumun yanımda olmayışının doğru olup olmadığı, bu performans için yeterli sabrım olup olmadığı, herkesin vazgeçtiği bir şeyde benim neden ısrarcı olmam gerektiği üzerine düşünüyordum ki… o an birilerinin daha üfleyip püfleyerek, artık daha fazla mercimekleri saymaya devam edemeyeceğini anlayıp pes ederek masadan kalktığını görünce birden bu düşüncelerden vazgeçtim. Vazgeçmekten vazgeçtim ve denemek istedim. Sonuna kadar gitmek istedim ve gidebildim.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Hayatta her şey tam zamanındadır

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Vazgeçmekten vazgeçmek üzerine..

    O masadaki mercimek ve pirinçleri başka kim ayırabildi ve sayabildi bilemiyorum ancak gördüğüm kadarıyla benim oturduğum masada bunu yapabilen tek kişi bendim. Bu deneyimin sonucunda ise şu 2 şeyi öğrendim;

    1) Zaman, eğer yapılması gereken işe sen öncelik veriyorsan sana yol açıyor ve sonrasında onunla ilgili hiçbir şeye istesen de takılamıyorsun. Bir dağın başında değil de İstanbul’un orta yerinde bile olsan, eğer istersen dışarıdaki dünya tamamen dışarıda kalabiliyor. Eğer yeterli sabrın, zamanın, inadın varsa ve kendi sınırını gerçekten görmek istiyorsan, yapılması o an için imkansızmış gibi görünen bir şeyi bile yapabiliyorsun. Çünkü sonu gelmeyecek sanılan her şeyin sonu bir noktada geliyor ama önce ‘son’un ne zaman olacağını hiç düşünmemen yani içinde hiçbir şekilde ‘son’ beklentisi olmaması gerekiyor.

    2) İnsanlar, kendilerinden daha başarılı gibi gördükleri insanların yanında, çoğunlukla onlar gibi olamayacaklarını düşünüp, baştan pes edip, fazla çabalamak istemeyebiliyor. Oysa ileride gibi görünen de aslında başında onlar gibiydi. Farklı başlamamıştı. Her şey yolun başında eşit şartlardaydı. Sadece vazgeçenlerle beraber vazgeçmemiş ve vazgeçmemenin sonuna kadar gidebilmişti. Aynı benim de mercimekler örneğinde yapmış olduğum gibi. Benden önce masaya oturmuş olanlar her vazgeçtiğinde ve onların yerlerine yenileri geldiğinde beni hep ilerlemiş bir halde gördüler. Çünkü benim önümdeki mercimek ve pirinçlerin birbirinden daha çok ayrılmış olduğunu farkettiler ve bunu farkedince de devam etmek istemediler. Başından vazgeçtiler. Oysa diğerleri yapamadıkça senin daha çok yapabilmen, onlar vazgeçtikçe senin daha çok vazgeçmemen gerekiyordu. O zaman yapabiliyordun. Böyle bir şeyi öncesinde yapmış olup olmadığının da o noktada bir önemi yoktu çünkü önemli olan senin yapılması imkansız gibi görünen bir şeyi yapmak isteme tercihindi.