hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Duygu Merzifonluoğlu Duygu Merzifonluoğlu

    Kabını çatlatmayan hiçbir şey büyüyemez

    17.09.2018 Pazartesi | 17:19Son Güncelleme:

    Anna, 12 Eylül sabahı Salt’ın yaklaşık 2.5 yıl aradan sonra yeniden sanat ile buluşan Beyoğlu’ndaki binasında gerçekleşen sergi açılışına, işleri beraber sergilenen diğer 3 sanatçı ile beraber katılamadı. Çünkü Anna’nın kulakları ağır işitiyordu ve özellikle de böyle açılışlardaki kalabalıklar ona kendisini iyi hissettirmiyordu. Anna’nın işlerinin olduğu katta, onun işlerinin arasındaydık. Bu bilgiyi öğrenince, ne hoş dedim. Bunu başarabiliyor. Belki de bunu başarabildiği için böylesine özgür zihni. Biz henüz, duymak istemediğimiz şeyleri duymayabilmemiz için göz kapaklarımız gibi kulak kapaklarına sahip olmadığımızın bilincinde değiliz. Hatta belki bugüne kadar hiç böyle bir şeyi düşünmedik bile.. 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Kabını çatlatmayan hiçbir şey büyüyemez

    Düzeni bozan Anna için.. 

    Anna Boghiguian - How Minds Are Made (Akla Giden Yollar) 

    Derin mavilikteki duvarlarda sonu gelmeyecek bir storyboard akışı gibi gerçek bir yaşamın el izleri asılı. Anna, zihne giden soruları sorguluyor ardından da bu beyaz dikdörtgen kağıtlara sorgu sonuçlarını aktarıyor. Bu sorgu esnasında kah kendi içinden çıkıyor kah kendi içinde kalıyor. Bu ikilem nasıl bir histir iyi bilirim diyorum kağıtları teker teker inceledikçe. Ama kalemi hep konuşuyor diyorum. Arada boş sayfalar üzerine karmaşık çizgiler çizerken birden zihninden, kaleminin çizdiği çiziminin yanına düşen kelimeyi de alıp ayağına gelen topu gelişine kaleye doğru sürükleyen bir futbolcu gibi kelimelerini kağıda sürükleyişini hayal ediyorum Anna’nın. Kağıt üzerinde ayak izleri görünüyor Anna’nın. Sorgulamaksızın, düşünmeksizin olduğu gibi kabul ediyor geleni. İçine geleni, içinden geçeni. Bu dünyanın, evrenin ve henüz daha adı bilinmedik pek çok tanımsız şeyin kendisini delip geçerek sayfaya taşmasına izin veriyor Anna. Sayfa bitince yeni bir sayfaya geçiyor. Sonra yenisine. Ardından bir yenisine daha. Taa ki sona gelinceye kadar. Sona gelmeden anlamıyor sona geldiğini insan.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Gelince ise artık sona gelmiş olduğundan sona gelmiş olduğunu kabul etmekten başka çaresi kalmıyor. Anna ‘derin bir mavilikle kaplanmalı’ diyerek boyanmasını istediği duvarları zihin akıntısı ile ıslanmış ve kurumuş beyaz dikdörtgen sayfalar ile doldurmuş. Duvarlar bitince sıra zemine gelmiş. Zeminde bir avuç toprak duruyor. Anna’nın, bu beyaz sayfalar arasına koyduğu toprak henüz daha nemli. İstesen basarsın öyle yakın duruyor ayak parmaklarına zemindeki toprak ve tuhaf bir his geçiriyor öylece dibinde dururken. Doğaya ait olan birşeyin doğal ortamında olmayışını görmek gibi. Aynı asansöre kazayla girmiş bir sinek gibi hissettiriyor insanı. Sonu olmayacak bir uçuşun, sınırlı atmosferinde kendini gerçekleştirmeye çalışmak gibi bir his. Yazık diyorum yerdeki toprağa bakarak.

    Uçuyorsun ama uçamıyorsun. Uçuyorsun ama sağa sola çarpıyorsun. Uçuyorsun ama anlamı yok uçuşunun. Bir avuç toprak, Salt Beyoğlu’nun ikinci katında yerde yığılmış bir halde sessizce duruyor. Anlatmaya çalışıyorlar Anna’nın işini ama Anna gibi almuyor tabi. Toprak hem besin verir hem ölü alır diyorlar. Alır diyorum içimden. Anna’nın bir avuç toprak içine diktiği kağıt adamlar, kağıt askerler, kağıt ufo’lar, uzaylılar ve 3-5 canlı kaktüs öylece kağıt üzerinde durur gibi, incecik çubuklara saplı bir halde toprak üzerinde duruyor. Ayşegül’ün karton bebeklerine giydirilen arkası çıplak kağıt kıyafetleri hatırlıyorum. Bir ilkokul çocuğunun hayat bilgisi dersi projesinde birinci seçilen ödevine benziyor der bilmeyen Anna’nın kafasını. O duvarlara asılı zihin sayfalarını anlayamaz, ne bu şimdi der Anna gibi düşünemeyen. Anna’nın, bir zihni görünür kılmanın özgür cesaretinden ilham alarak, topuklarına basa basa nasıl görünmez sesler çıkardığını idrak edemez Anna’nın varlığına yaklaşmayan.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Kabını çatlatmayan hiçbir şey büyüyemez

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

     

    Sergi Küratörü Van Abbemuseum’un Baş Küratörü Annie Fletcher, Anna’yı anlatmaya devam ediyor. O anlatırken toprak ayak uçlarıma değiyor. Ben Anna’nın yere attığı bir avuç toprağa yeniden bakıyor ve içimden ‘geçici’ diyorum. Bu toprak da geçici. Aynı insanın bu hayatta karşısına çıkan pek çok şeyin de olduğu gibi. Geçici olan herşeyin bir şey hatırlatma çabası var insana. İşte Anna bunu anlatıyor aslında. Apokaliptik dünya düzenini anlatıyor. Kendince. Dili döndüğünce. Nereye gidiyoruz diyor. Bu mudur insanlığı yıkıma sürükleyen diyor.

    Bir avuç toprak mıdır, bu kağıt bebekler gibi kendi başımıza doğurup büyüttüğümüz, sevgi mayası özünde bulunan insanoğlu mudur birbirini öldürmeye niyet eden diyor. Kendi ellerimizle diktiğimiz bu kağıt bebekler, bilinçsiz kuklalar mıdır bizi kendimizden uzaklaştıran diyor. İnsanlığın yapamadığı nedir diyor. Kendi zihnine girip fütursuzca kaybolmaktan korkup kaybolamadığı için kendini bu dünyanın içinde kayıp hissetmeye mahkum olan insanoğluna şov yapıyor adeta Anna. Zihin katmanlarını en basit yolla bir bir açık ediyor. Gözüne gerçek toprağı sokarak ‘nerde toprak?’ diyerek yapıyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Gidin kendi toprağınızı ekin biçin diyor. Ölülerinizi kucaklayan toprağı onurlandırın diyor. Yaşlılarınızı, bu vatan için zamanında gözlerini kırpmadan savaştıklarını hatırlayın diyor. Masanızdaki aşınıza bakın diyor. Toprak size neler veriyor siz neden ona hiçbir şey veremiyorsunuz diyor. Zihin neyi ekerse toprağa onu biçer yolun sonunda diyor. Tohum nedir diyor. Sen ne ektin zihin toprağına diyor. Sendeki tohumlar nereden kimden gelmektedir diye hesap soruyor. Seçimlerin kime ait senin bu hayatta? Kimsin sen? diyor. Bir dağ olamıyorsan tepe ol, bir okyanus olamıyorsan göl ol diyor.

    Ama sonuçta her ne olursan ol, kendi gerçekliğini yaratan yaratıcı kendin ol diyor. Bu dünyaya tek bir şey için geldin, o da kim olduğunu idrak ettikten sonra kendini yeni baştan yaratmaktır diyor. Defalarca yıkıp yıkıp yeni baştan yarat, kendini ne yaparsan yap gerçekte asla öldüremeyeceğini gör diyor. Ne istiyorsun diyor? Bu topraktan, bu toprak anadan, bu dünyadan tam olarak ne istiyorsun diyor. Ne istiyorsan o yaratılacak bu hayatta ama sen de istemesini bil diyor. Kendinin kim olduğunun peşine düşmek için hala neyi bekliyorsun? diye soruyor.

    Ve son bir soru patlatıyor Anna kulağına. Gerçekten ne için oynuyorsun bu oyunda diyor. Kazanmak için mi yoksa kaybetmemek için mi?  

    …. 

    Kabını çatlatmayan hiçbir şey büyüyemez

    Anna tabi ki de böyle şeyler demiyor. Yani en azından ortada bu tip bir metin yok ve biz henüz kendisiyle tanışmadık. Sanırım bunların hepsi benim onun basın davetindeki yokluğunu fırsat bilerek kendi hayal dünyamın yansımasını taşıyamamam sonucu ortaya çıktı. Ama yine de sanırım sanatı sevme nedenim de tam olarak buradan geliyor. Hiç aklında olmadık türden şeyleri aklına sokup sonra da onları dışarı çıkartmak için bir neden yaratabiliyor insana.  

    Sergi gerçekte adını Çinli bilimkurgu yazarı Cixin Liu’nin ‘Üç Cisim Problemi’ / ‘Three-Body Problem’ başlıklı bilimkurgu romanından alıyor ve ‘Evrenin Titreşen Işıkları’ başlığı altında ‘kifayetsiz şimdi algılamasını’ sorguluyor. Bana göre sergi, yaşamı sağlayan 4 ana element gibi 4 kuvvetli sanatçıyı içinde barındıran bir sergi. Ancak benim ne yazıkki bu sanatçıların düşünce sistemlerini yansıtan ciddi, sıradışı ve tanımsız işlerini anlatabileceğim kadar çok boş sayfam yoktu. Eğer olsaydı, korkarım sizlere aynı Anna gibi 4 ayrı makale yazmış olabilirdim. Çünkü her sanatçının işi kendi içerisinde kavramsal anlamda ayrı bir makale konusu barındırıyor. O nedenle sizleri 30 Aralık’a kadar Salt Beyoğlu’nda Anna’nın yanısıra Rana Hamadeh, Navine G. Khan-Dossos ve Merve Ünsal’ın da işlerini görmeye davet ediyorum.  

    Davet benden, ısrar sizden olsun! 

    İyi haftalar!