hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Duygu Merzifonluoğlu Duygu Merzifonluoğlu

    Ruhunuzdaki açlık neden?

    18.11.2019 Pazartesi | 12:56Son Güncelleme:

    Çocukken çok sevdiğim yeşil bir kangurum vardı. O kanguru şu an nerede hiçbir fikrim yok. Bir zaman avucumun içinde sımsıkı tutup, tüm anlarımı paylaştığım o minik kangurunun benden nasıl bir büyüme hevesi anında gitmiş olduğunu şu an katiyen hatırlayamıyorum. Yalnızca bir zamanlar varolduğunu ve artık olmadığını anımsıyorum. O kadar..

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bazı sanat eserlerini meydana getiren sanatçıların, algısını bu kadar derin bir biçimde seyirciye aktarabilmesine bayılıyorum. Çünkü eserlerini izleyiciye sunuş biçimleri, insanda bir çarpışmaya neden oluyor. Kendi kayıp anlarının içindeki bir yerlerde, beklenmedik bir anda aniden gerçekleşen türden bir çarpışmaya. Bu his, kendi başına yüzebileceği bir sahile, kendi başına yüzmesi için onu açıklarda bırakıp basıp giden bir teknenin arkasından bakakalmak gibi bir his. Herşey daha iyi kulaç atmayı öğrenmen için. Ama tabi açıklarda insan daha iyi yüzmek konusuyla pek ilgilenmiyor. Yalnızca en hızlı nasıl sahile dönebilirimin peşinde oluyor. O yolculuk da zaten öğretinin ana evresi.. Tıpkı Leyla Gediz’in babasının 1970’lerde Afrika’dan getirmiş olduğu, çocukluğundan bu yana hep salonlarının bir köşesinde duran, beraber büyüdüğü o ince uzun minik kadın heykelciklerin bana eski evimizdeki odamda hep görmeye alışık olduğum yeşil kangurumu hatırlatışı gibi. Hiçbir şey yapmadan çok fazla şeye neden olmak, tam olarak böyle bir şey sanırım.

    Ruhunuzdaki açlık neden

    Size şöyle anlatayım. Serginin girişinde sizi yatay değil de dikey pozisyonda olan bir nevi ayağa kalkmış bir yatak karşılıyor. Ardından şövale gibi görünen ancak aslında bir küvetin ahşap taşıyıcısına asılmış bir resim görüyorsunuz. O resmin arkasında ise o resmi tamamlayan o resmin bir zıttını. Sonra 10 yıl önce yaşanmış bir anın bir fotoğrafının büyütülerek yağlı boya yapılmış bir halini. Sonra birden siz eserler arasında gezinirken galerinin tam orta yerinde siyah bir plastik kasanın yarısı ile karşılaşıyorsunuz. Neredeyse ayağınıza takılıyor gibi oluyor, yanlışlıkla mı gelmiş buraya derken duvarda o plastik kasanın yağlı boya tablosunu görüyorsunuz. Onu görünce hızlıca yanından geçip gidiyor, bu sefer de duvardaki bir tabloda bir karton bardağın yan yatık halinin ve başaşağı yere düşmüş olan bir oyuncak pandanın yağlıboya resmini görüyorsunuz.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Ruhunuzdaki açlık neden

    Serginin tam ortasında ise, serginin açılış günü izleyicilerin önünde monte edilmiş ahşap bir kütüphane duruyor. Olduğu gibi, en son nasıl bırakıldı ise öylece serginin orta yerinde sergilenmeye devam ediyor. Alandaki tüm bu eserlerin ardında ise bir bölmeden bitmeyen bir melodi duyuluyor. Aslında hep aynı seviyedeki bir ses bir yerden sonra daha duyulabilir olur ve insan sese doğru çekilir ya hani. Aynı öyle. Sese doğru yaklaştıkça ses artıyor. Açık piyano görmüş olan birinin tuşlar üzerinde parmak ucunda gezinerek denemeler yaptığı bir anın habersiz kaydı gibi. Bir tür mücevher kutusu müziği gibi bir müzik. Fakat bu müzikte bir düzensizlik var, düzen değil. Ancak hep aynı şeyi çaldığı için düzensizlik de bir yerden sonra düzene dönüşüyor. Düzen içinde düzensizlik. Müzik neredeyse iki insan boyunda bir müzik kutusundan geliyor. Bu koca kutunun etrafında dönüyorsunuz ve bu kutunun iki kenarının parkeden iki kenarının ise duvardan oluştuğunu görüyorsunuz. Parkeler eski İstanbul zemini. Kullanılmış ve gerçekler. Artık böyle parke yok. Duvarın olduğu iki kenardan birinde ise 1950’lere ait siyah beyaz bir fotoğraf asılı. Bit pazarından alınmış bu fotoğrafta, eski bir İstanbul evinin salonunun akşam vaktini, loş bir ışıkta görüyoruz. Halı üzerinde, beyaz tütülü, balerin olmak için biraz şişman olan küçük bir kız çocuğu parmak ucunda duruyor. Sahneye çıkmak üzere hazırlanmış ancak sahnede ya da kuliste değil, evin loş ışıklı salonunda parmak ucunda durmuş bale yapıyor. Şişman bir balerin. İnsan içinden, saçları itina ile topuz yapılmış o beyaz tütülü balerine üzülüyor ve o balerin adına hayatın karşısına geçip içinden şöyle demek geliyor: ‘Şişmanlar balerin olamaz mı?..’

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Ruhunuzdaki açlık neden

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Ne zordur oysa ki ergenliğe rağmen zarif bir balerin olmaya çalışmak bu hayatta. Beli, kadınlığının ilk evresine geçme hevesinden dolayı kaybolmuş bir kız çocuğunun hafif toplu bacaklarını, yeni çıkan göğüslerini o tütünün içinde saklama derdi. Ne zordur, bitmek bilmeyen, her gün bir önceki günden daha da derine sürükleyen ‘dünya beni anlamıyor’ ruh halinde koreografi ezberlemek. O fotoğraf karesindeki zorunlu şişmanlığıyla belki ancak 10-15 yıl sonra barışacak olan o kız çocuğunun o fotoğraftaki ‘herşeye rağmen’ çabasını görünce işte o an sergi bana daha da çok çarptı. O nedenle yazmak istedim. Bugün Leyla Gediz’in tüm yaşamına dair izlerin içinde olduğu eserlerini görünce, özellikle de 10 yıl önce yaptığı bu işi, bu müzik kutusunu da sergisine dahil ettiğini görünce hissettiklerimi yazmak istedim. Çünkü belki de insan bu hayatta en çok bu küçük balerinin ‘herşeye rağmen’ çabasına aç. Kendi yaşanmışına, kendi geçmişine, kendi olmamışlığını görmeye, kendini daha fazla merak etmeye aç. Yeri geldiğinde kendi olmuşluğunu bir kenara koyabilmeye, kim olduğunu unutabilmeye, acıktığı an kendiyle kendini besleyebilmeye aç.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Ruhunuzdaki açlık neden

    Kendini dışardan görenlerin, kendini içerden gördüğü gibi görebilmesine, yolculuk nedir bilmeden yola çıkmaya aç. Daha fazla ve daha pahalı hiçbir şey almamaya, ihtiyacı olandan fazlasına zaten çoktan sahip olduğunu anlamaya ve artık dış dünyadan iç dünyaya geçmesinin vakti geldiğini duymaya aç. Çocukluğundaki kalp kırıklıklarını bugün sansürsüz bir naklen yayın halinde yeniden hatırlayıp onarmaya, aslında hiç unutmamış, hiç unutulmamış olduğunu hatırlamaya aç. Rahatsız edici de olsa biraz fazla çıplak olmaya ve biraz fazla sert gerçekliklere özgürce atlamaya, kanatsız da olsa uçabileceğini duymaya aç. Hayatında iz bırakanların iz bıraktığı anları özgürce anlatmaya, ait hissetmediklerini kendinden atmaya, layık olana layık olduğunu duyurmaya aç. Sadeleşmeye aç. Eşyadan, insandan, gereksiz şatafattan, kendini kendinden uzağa koyan her ne varsa ondan kurtulmaya aç. Çünkü artık anlıyor insan, alan açınca geliyor gelmesi lazım olan. Açmayınca da gelmiyor, diyor ki; ben değilim lazım olan.

    Ruhunuzdaki açlık neden

    Leyla Gediz’in The Pill Sanat Galerisi’ndeki ‘kendini bir yere ait hissetmeme, bir yerden bir yere gittiğinde kendini oraya ait hissetmeme’ anlamına gelen ‘Denizens’ isimli sergisi bana bunları hatırlattı. Çocukluğumun anlamlı yeşil kangurusunu ve günümüz insanının sosyal medya aracılığı ile bilmemize fırsat tanıdığı, herşeye aşırı tanık, herşeye aşırı doygun ve herşeye aşırı tamam halinin içinde barındırdığı büyük açlığına karşı olan sağırlığını..
    --