hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Duygu Merzifonluoğlu Duygu Merzifonluoğlu

    "Takdir ediliyorsan değil, taklit ediliyorsan başarmışsın demektir"

    28.11.2020 Cumartesi | 14:22Son Güncelleme:

    Geçtiğimiz hafta Ankara’nın en eski sanat galerilerinden biri olan Siyah Beyaz Sanat Galerisi’nin İstanbul ofisine gittim. Galerinin Direktörü sevgili Sera Sade beni her zamanki gibi güleryüzüyle karşıladı. Bu alana ilk gelişim olduğu için de buluştuğumuz andan itibaren bana, Ankara’dan farklı olarak Maslak’taki ofiste neler yaptıklarını anlattı. 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Ankaralı pek çok sanatsever ve müzisyen tarafından çok iyi bilinen, 35 yılı aşkın bir süredir Kavaklıdere’deki aile apartmanında alt katı bar, üst katı da galeri olarak faaliyetini sürdüren köklü bir galeridir Siyah Beyaz. Dolayısıyla ben de bir Ankaralı olarak çok daha farklı bir hissiyatla gezdim buradaki sanat alanını. Sera’dan hikayenin tümünü dinledikten sonra ise her şey daha da yerli yerine oturdu. 

    Buradaki Siyah Beyaz, İstanbul’daki sanat galerileri arasında çok da fazla karşılaşmadığımız bir yapıda, daha çok randevu sistemi ile çalışarak ilerliyor. Örneğin bir koleksiyoner, takipte olduğu bir sanatçının en son eserlerinin hangi eserler olduğunu merak edip görmek istediğinde bu alan, galerinin kendi bünyesinde olan sanatçılar ile koleksiyonerleri buluşturan bir alan haline geliyor. İçeri girdiğiniz andan itibaren ise mekanda yer alan eserlerin normal bir galeride olduğu gibi küratöryel bir kaygı ile yerleştirilmemiş olduğunu fark ediyorsunuz.

    Çünkü bir sonraki gelişinizde tüm eserlerin yeri tamamen değişmiş oluyor. Sera bu konu ile ilgili olarak koleksiyonerlerin ne istediğine bağlı olarak mekanın kurgusunu sürekli değiştirdiklerini anlattı bana. Dolayısıyla bu mekanda müthiş bir devinim söz konusu. Eserlerin yeri sürekli değişirken sergilenen eser sayısı da sürekli değişmiş oluyor. Ofisin üst katında ise o an için sergilemedikleri eserleri sakladıkları bir depoları var. Şu an itibariyle Maslak’ta çalıştıkları sanatçıların eski - yeni pek çok eseri burada sergileniyor. Bugünlerde gelirseniz eserleriyle karşılaşacağınız sanatçıların bazılarıysa; Ardan Özmenoğlu, Bahadır Çolak, Esat Tekand, Ali Kotan gibi çağdaş sanat alanındaki önemli isimler..

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Takdir ediliyorsan değil, taklit ediliyorsan başarmışsın demektir

    Benim ziyaret ettiğim gün mekanın kurgusu, Emre Zeytinoğlu’nun 2018 - 2019 sezonunda Siyah Beyaz’da açmış olduğu ‘Yol Halleri’ isimli sergisinden ‘Açık Dünya’ isimli eseri bir koleksiyoner görmeye geleceği için ön planda olacak şekilde yerleştirilmişti. Sera’ya eserin hikayesini sorduğumda bana bu eserin, Mıgırdiç Margosyan’ın “Gavur Mahallesi” ve “Biletimiz İstanbul’a Kesildi” adlı iki öykü kitabı üzerine kurulan bir eser olduğunu anlattı. Bu kitaplarda Diyarbakır kentinin eski kozmopolit yapısı, yazarın çocukluk döneminden aktarılan bir takım olaylarla beraber anlatılıyormuş ve olayların sahnesi de ağırlıklı olarak Gavur Mahallesi’nde geçiyormuş.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    “Açık Dünya” eseri ise iki bölümden oluşuyormuş. Birinci bölüm, öyküleri okurken yapılmış çizimlerden ve tutulmuş notlardan, yani bir bakıma o öykülerin harekete geçirdiği bir tahayyülün ürünlerinden, ikinci bölüm ise ilk bölümden tümüyle ayrı bir biçimde ortaya çıkan eserlerden, 2015 yılının Şubat ayında Zeytinoğlu’nun Gavur Mahallesi’ne yapmış olduğu bir seyahatin belgelerinden oluşuyormuş. Yani kısacası eser bir öncesi ve sonrası eseri. İlk bölümde Zeytinoğlu, Gavur Mahallesi’ni henüz görmeden, uzaktan düşünerek, yalnızca kendisi ile baş başa kalarak bazı çalışmaları ortaya çıkarırken, ikinci bölümde ise Gavur Mahallesi’ni görerek, yakından hissederek, bu defa kendi düşünce ve hislerine Gavur Mahallesi’nde bulunma deneyimini de ekleyerek farklı çalışmalar ortaya çıkarmış.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Ben bu eserin hikayesini Sera’dan öğrendikten sonra bir müddet eserin önünde durup, Zeytinoğlu’nun tutmuş olduğu notların bazılarını okuyup, çizmiş olduğu resimlere bakarak eseri biraz daha hissetmek istedim. Çünkü bu benim bu hayattaki zaaflarımdan biridir. Eğer bir hikayenin içinde bir öncesi bir de sonrası ile ilgili ayrıntılar varsa o zaman o hikaye beni o saniyede içine alır. Bilirsiniz bu tip hikayelerin içinde genelde siyah beyaz nostaljik fotoğraflar olur, eski tarihler olur, italik yazılar olur, artık yerinde yeller esen yerlerin fotoğrafları olur, bir zamanlar genç olan insanların gençlik güzellikleri olur.. Dolayısıyla da yaşanmışlığın kokusu bu tip hikayelerde çok olur..

    Takdir ediliyorsan değil, taklit ediliyorsan başarmışsın demektir

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    O nedenle de dayanamam düşüveririm içine.. Sanırım bu durum; bu tip eski ile yeninin bir arada verildiği hikayelerin bana hayatta her şeyin geçici olduğunu, her deneyimin duygu ve düşünceleri değiştirmekte olduğunu ve de değişimin sen ne yaparsan yap sürekli bir devinim içinde olacağını hatırlatıyor oluşundan kaynaklanıyor. Bu nedenle varolan bir hikayeden başka bir hikaye yaratan kişileri çok severim ben. Çünkü bu sayede, tanımadığım kimler, zaman içinde kimlere dönüşmüşler, bu kişilerde neler aynı kalmış, nelerden hiç iz kalmamış ve de hayat en çok ne öğretmiş onlara tahmin etmeye çalışırken, kendi içimdeki senaryolaştırma hissini de harekete geçirmiş olurum.

    Şimdi böyle söyleyince aklıma bir kaç kitap ve bir de film geliyor. Mesela Şirin Devrim’in yazdığı Şakir Paşa Ailesi gibi.. Patti Smith’in yazdığı Çoluk Çocuk gibi.. J. D: Salinger’in Çavdar Tarlasındaki Çocuklar kitabından esinlenilerek çekilen ‘Çavdar Tarlasındaki Asi (Rebel in The Rye)’ filmi gibi..

    Bu arada bu filmi hatırlar mısınız? Eski bir film değil aslında ama kitap eski olduğu için sanki eski dönemde çekilmiş gibi düşünebiliyor insan.. O filmde genç Salinger’in yazar olmak istemesi ile yazar olduğunu fark etmesi arasında yaşadığı tuhaf ikilem beni çok etkilemişti. Kalbi kırılan yazarların ne denli tehlikeli olabileceğini orada yeniden anlamıştım. Gerçek bir yazarın içinde bir an önce söylenmesi gereken kişisel bir şeyi olduğu için yazdığını da.. Bir yazarın kabul görülmese de beğenilmese de istenmese de sürekli reddedilse de yazması gerektiğini çünkü yazmazsa ruhunun açlık çekeceğini dolayısıyla da yazmak zorunda olduğu için yazması gerektiğini de..

    Takdir ediliyorsan değil, taklit ediliyorsan başarmışsın demektir

    Bu arada bence bu son kurduğum cümlelerde geçen yazar kelimesini sanatçı veya hisseden, hatta hayatı ve duyguları bazılarına göre fazla hisseden kişiler ile yer değiştirebilirsiniz. Çünkü bana göre tüm sanatçılar için geçerli olan bir durum bu. Zeytinoğlu’nun eserinin beni etkilemesinin bir başka nedeni de bu zaten: bir hikayeyi fazla hissetmek. Fazla hissettiği için de Zeytinoğlu’nun kendini durduramayarak içinden bu çizimler, cümleler ve minik eserleri çıkarması ve o eserlerin de birleşerek bu “Açık Dünya” eserini meydana getirmiş oluşu. Bu o kadar değerli ki ben de o kitapları okumayı, o Gavur Mahallesi’ne gitmeyi ve benim içimde bu hisler, bu deneyimler ne gibi tesirler bırakacak görmeyi istiyorum şimdi.. 

    Kısacası, kişisel düşünceme göre Ankara’daki galeri ile Maslak’taki sanat mekanı birbirinden bana göre şu fark ile ayrılıyor; İstanbul’daki bu mekan Ankara’nın ardından aynı kaynaktan gelen ancak çok daha genç, dinamik ve esnek bir ruha sahip. Bana göre İstanbul’un bir gün onu seven, ertesi gün başkasını seven, aynı anda her şeye sahip olmak isterken asıl sahip olması gereken şeyi kaçıran yapısına çok uygun bir şekilde tasarlanmış. Her geldiğinizde farklı bir kurgu ile karşılaşıyor ve de hep bir şeyleri kaçırmış olabileceğinizi düşünerek mekana daha çok bağlanıyorsunuz. Çünkü her gidişinizde aynı şeyi bulamayacağınızdan emin olma duygusu sizi etrafınıza daha da dikkatli bakmaya itiyor. Çünkü gördüğünüz her şey normal bir sergi süresine nazaran çok daha geçici. 

    Takdir ediliyorsan değil, taklit ediliyorsan başarmışsın demektir

    Bu sırada bu alanda yer alan eserleri koleksiyonerler dışında görmek isteyenler de mail atıp randevu alarak bu mekana gelebiliyorlar. Özellikle de içinde bulunduğumuz pandemi koşulları açısından değerlendirdiğinizde son derece güvenli ve de steril bir ortamda sanat dolu bir kaç saat geçirmek herkese iyi gelecektir diye düşünüyorum.. 

    Yazardan son bir not: Yazıda bahsettiğim film, genç Salinger üzerinden “gerçek bir yazar yayımlanmak için yazmaz” alt metnini vererek ‘yazar ne olursa olsun yazmayı mı yoksa okunmak için yazmayı mı arzular?’ sorusunu cevaplıyordu. İlk izlediğimde film sonrası genç Salinger’ın yazmaktan ötürü uzun bir süre takdir edilmeyişine rağmen yazmaya devam etmesi sonucunda kitabını çıkartıp büyük bir başarı elde etmesi, Einstein’ın başlıkta yer vermiş olduğum sözünü getiriyor akla. Önemli olan görünürdeki alkış değil, dibi görünmeyen derinlikte kaç kişiyi etkileyerek peşinizden sürükleyebildiğinizdir.