hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Duygu Merzifonluoğlu Duygu Merzifonluoğlu

    Ya 2018’in dünyasında geçen bir rüyadaysanız...

    28.05.2018 Pazartesi | 16:20Son Güncelleme:

    “Sergiyi gezmek için takmak zorunda olduğum gözlüğü gözüme takmamla beraber içinde bulunduğum oda karardı. Rehber elimden tuttu ve beni yavaş yavaş odanın ortasına doğru yürütmeye başladı. Bu sırada etrafımda hareket eden beyaz ışıkları fark ettim ve sormaya başladım.. 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    - Bu gördüğüm silüet gibi görünen beyaz ışıklar başkaları mı?

    - Evet onlar başka ziyaretçiler.

    - Sizi burada onlar gibi göremiyorum..

    - Evet sadece ziyaretçileri ışık halinde görebiliyorsunuz. Çünkü benim sırt çantam ve gözlüğüm yok. Benim sadece sesimi duyabiliyorsunuz.

    - Siz beni görebiliyorsunuz, sesinizi bana duyurabiliyorsunuz, benim göremediklerimi görebiliyorsunuz ancak içinde bulunduğum sanal gerçekliğe göre hayalet gibisiniz. Bir nevi duru işiti gibi. Olan ve olacak olanları bana söylüyorsunuz.. 

    - Kesinlikle öyle. Çünkü siz şu an sanal gerçeklik içindesiniz. Tuhaf ancak gerçek bu.

    - Gerçekten gerçek bu mu?”  

    ... 

    Ya 2018’in dünyasında geçen bir rüyadaysanız...

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bu dialogun üzerinden 15 dakika geçtikten sonra Yapı Kredi Kültür ve Sanat’ın Genel Müdürü Veysel Uğurlu ile Collishaw’ın sergi alanının hemen arkasındaki odasında oturuyoruz. Kendisine “Eşikler” (Thresholds) sergisini soruyorum. Collishaw’ın insanın gerçekliğini sorgulatan bu ‘sanal gerçeklik / virtual reality’ sergisini İstanbul’un göbeğine getirmeye ne zaman ve nasıl karar verdiklerini anlatmalarını istiyorum. Veysel Bey, Mat Collishaw’un 2013 yılında Arter’de bir sergisini gördüklerini, onun da ilginç bir sergi olduğunu ancak ‘Eşikler’ gibi bir ‘sanal gerçeklik / virtual reality’ sergisi olmadığını daha normal bir sergi olduğunu anlatmaya başlıyor ve şöyle devam ediyor “Eşikler sergisi Londra’da fotoğraf bienalinin ekinde olan bir sergiydi. Bu sergide karşılaşmış olduğumuz sanal gerçeklik bizi çok çekti ve Türkiye’de bunun mutlaka görülmesi gerek dedik. Biz kurum olarak uzun yıllardır geniş kitlelere hitap etmeyi amaçlıyoruz. Yani her tarzın en iyi örneğini sergileyerek farklı kesimlere hitap eden bir felsefe anlayışımız var. Bu serginin yolculuğuna bu anlayışla karar verdik.” 

    Mat Collishaw. 52 yaşında İngiliz bir sanatçı. Bugüne kadar yaptığı eserler, işler ve sergiler aynı “Eşikler” (Thresholds) gibi insana ‘var mısın yok musun?’culuk oynatan cinsten ki bu da Collishaw’u biraz yakından tanımak istediğinizde beklenmedik bir durum değil zaten. Bir insanın o an içerisinde tam olarak ne yapmakta olduğunu anlayabilmeniz için o güne kadar yapmış olduğu şeylere biraz yakından bakmanız yeterlidir bilirsiniz. Çünkü o gün karşınızda duran kişi, o güne kadar yapmış olduğu tüm o şeylerin birleşiminden oluşmuş olan bir hali ile karşınızda duruyordur ve dolayısıyla da bir yerden sonra şaşıramaz olursunuz. Collishaw, 1980’lerin sonlarında birlikte açtıkları sergilerle dünyayı sarsan ve kendilerinden sonra gelen kuşakları derinden etkileyen Genç Britanyalı Sanatçılar (Young British Artists) topluluğunun önemli bir üyesi. 1988’de katıldığı “Freeze” sergisi ve 1990’da açtığı ilk kişisel sergisinden beri çağdaş sanat sahnesinin en etkileyici figürlerinden biri olarak anılıyor. 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Mat Collishaw’un interaktif, insanları çarptığı an tüm benliği ile sorgulatan İstanbul’daki sergisinin ana konusu ‘sanal gerçeklik / virtual reality’ üzerinden aktarılıyor. Gözlüğü taktığı andan itibaren insan içinde bulunduğu mekanı - gerçekte var olmamasına rağmen - gerçekte varmış gibi hissediyor ve böylece de bir anlamda dünyanın similasyon olma ihtimaline daha çok yaklaşmış oluyor. Bu durum da tabi insana şöyle şeyler düşündürmeye başlıyor. 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Collishaw’un bugün Matrix vari bir alanda sergilenen ‘sanal gerçeklik / virtual reality’ gözlükleri, bir açıdan da aynı bilgisayarın ilk icat edildiği yıllarda bilgisayarlarla insanların ilk karşılaşma anına benziyor. Belki ilk yapılan bilgisayarlara da insanlar aynı bizim bugün ‘sanal gerçeklik / virtual reality’ gözlüklerine baktığımız gibi bakıyor, teknolojininin ne mucizevi bir gidişat içinde olduğunu düşünüyordu. Derken bilgisayar teknolojisi zaman içinde gelişmeye, küçülmeye, ucuzlamaya ve akıllı telefonlar şeklinde cebimize girmeye başladı. Dolayısıyla da herkes için son derece normal bir ürün haline gelmeye başladı. Şimdi kaç hanemiz var ise o kadar hatta bazen daha bile fazla bilgisayarımız, akıllı telefonumuz var. O zaman bilgisayarların yerine ‘sanal gerçeklik / virtual reality’ gözlüklerini koyarak ilerde olabilecekleri düşünüp, herşeyi bir anlığına hızla ileri saralım. Bir yerden sonra aynı her evde akıllı telefonların oluşu gibi tüm evlerde bu sanal gerçeklik gözlüklerinden olduğunu ve herkesin istediği an bu gözlükleri kullanabildiğini, hatta kullanmakla da kalmayıp isterse bu gözlükleri hiç çıkarmadan yaşayabildiğini düşünelim. İlerde ulaşacağımız teknolojinin buna hatta daha fazlasına bile izin verebileceğini düşünmeye başladığımız zaman, insan o sanal gerçekliğin son derece ulaşılabilir olduğu bir durumda ne yapıyor olurdu sizce? Bugün akıllı telefonların hayatlarımızda oynadığı gibi bir role sahip olduğu bir dünyada ne yapıyor olurduk? Düşünmeye başlayalım. Şimdi zaten bizim içinde bulunduğumuz dünyada gerçeklik algımız tamamen kırılmış durumda. İnsanlar bu dünyadalar ama aynı zamanda da içinde bulundukları dünyadan sıkılmış bir durumda oldukları için sanal bir dünyaya kayar bir durumdalar. Çünkü yaşayabilmek için para kazanmaları lazım ancak paranın kazanıldığı vakit içerisinde yaşam da bir yandan bir anlamda yaşanamamış ya da durmuş da oluyor. (Oluyor mu?) Mesela sanal dünya bile bizim ikinci kimliğimizi yaşattığımız bize göre belki de son derece gerçek bir alan. 3 boyutlu dünya gerçekliğinde var olan halimizden başkaca, kendimizi görmek istediğimiz makyajda, bedende, boyda, kiloda gördüğümüz, istediğimiz aktivitelerde asılı kalabildiğimiz ve toplum tarafından öyle kabul edildiğimiz bir başka kimlik daha yarattığımız bir alan. Bu bir yerden sonra bir oyunda kendimize bir avatar yaratmak ya da seçmekten farksız olmaya da benzemiyor mu aslında? O da ben bu da ben. İkisi de benim ama biri gerçek benken biri olmak istediğim ben oluyor. Bu benler arasında biraz daha derinlemesine düşünürse insan, o zaman şöyle şeyler sormaya başlamıyor mu? 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Ya biz şu an gelecekte bir yerlerde gözlerimizde gözlüklerimiz, kendimize 2018’in dünyasında geçen bir rüya izletiyorsak? 

    Ya aslında bizim içinde bulunduğumuz 3 boyutlu dünya gerçekliğinde de aynı bu ufak beyaz Matrix vari odacık içindeki elektrikli sobayı şömine, içi dolu kutuları ise cam vitrinler sanıyor, olmayan resimleri elimize alıp sağından solundan çekiştirip kendi kendimize takılıyorsak? 


    Zamanda yolculuk yaptıran 'Eşikler' sergisi İstanbul'da

    Ya zamanda yolculuğa çoktan çıktıysak ve şu an yaşadığımızı sandığımız şimdiye, gelecekten gelmişsek ve şimdi dediğimiz şey de, gerçekte bulunduğumuz zamana göre taş devrinden farksız bir geçmişse? 

    Ya bugün hayatlarımızda ‘dijital teknolojik gelişmelerden en olağanüstü olanlarından biri’ olarak kabul ettiğimiz ‘sanal gerçeklik / virtual reality’ dediğimiz kavram aslında yeni değil de çok eski ise? 

    Ya bugün Mat Collishaw’un eşik anlamının yanısıra sınır, giriş yeri olarak da Türkçeye çevrilebilecek olan “Eşikler” (Thresholds) başlıklı sergisini aslında bugün deneyimliyormuş gibi yapıyor görünsek de aslında eşiği, sınırı çok önceleri geçmiş ve tam şu an da birebir içindeysek? 

    Ne yapardık? 

    Peki ya biz o rüyanın içerisinde sağda solda geziniyorken de bizim dışımızdaki gerçeklikte bizim etrafımızda gezinenlerden bazıları - aynı Mat Collishaw’un sergisinde beni gezdiren hayalet rehber gibi - muzip bir şekilde beyaz odada el yordamı ile gezinişimizi izliyorlarsa? Ya bizi izleyenler aslında çoksa? Ya onlardan bazıları da bizleri izlerken bir yandan da ‘gerçek bu değil  farkındalığınızı artırın ve uyanın’ diye bizlere sesleniyor, ama biz onlara kulak tıkamayı tercih ediyorsak? 

    O zaman… 

    “Sevgili Neo’cuğum, tüm bu etrafında gördüğün güzel dünyacık büyük bir kandırmaca, şimdi bir elimde mavi bir elimde kırmızı bir hap var. Birinde gerçek diğerinde ise bugüne kadar hep olduğunu sandığın gerçek olmayan bir dünya var. Hangisini seçiyorsun?” 

    “ ‘Ayıp ettin Morpheus’çum, ben bu filmi gördüm. Matrix dediğin şeyi yer bitiririm, hadi şu yılan gibi parlak simsiyah fistanları çekip dünyayı kurtarma evresine geçelim’ ”  

    ... repliklerini de doğrulamış olmuyor muyuz? 

    “Kim / kiminle / nerede / nasıl / ne zaman / ne yapıyor?” 

    Mat Collishaw İstanbul’un orta yerinde insanları son derece gerçek bir biçimde geçmişin eşiğinden atlatıp gerçeklik algısını kırıyor.  

    Çünkü bu sergi insanı bir zamandan başka bir zamana ışınlatan sanal gerçeklik sergisi. Sergi hakkında ‘İngiliz bilim adamı William Henry Fox Talbot’ın 1839 yılında Birmingham’daki King Edward’s School’da açtığı dünyanın ilk fotoğraf baskı sergisi’ tanımsal açıklamasını paylaşıyor, ancak gidip kendi gözlerinizle görün, kendi bedeninizle deneyimleyin diye de daha fazla detay vermek istemiyorum.  

    Unutmadan serginin ilk gösterimi 2017’de Londra’da Somerset House’da gerçekleşmiş ve dünya turnesi kapsamında ilk yurt dışı gösterimini şu an İstanbul’da yapıyor ve sergi için son tarih 29 Temmuz. Sergi Londra’daki gibi ücretli değil, yalnızca önceden randevu almanız gerekli. Çünkü sergi alanı küçük bir alan ve rehber yardımı ile ‘eşik’ten atlamanız gerekiyor. Belki de daha önce atlamış olduğunuzu hatırlamanız içindir bu eşik kimbilir.  

    Haftaya yine aynı saatte aynı yerde - sanal olarak da olsa - olacağım :)