hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Esra Öz Esra Öz

    Mutluluk hormonu, aşkın fizyolojisi en büyük uydurmalar

    03.01.2022 Pazartesi | 14:21Son Güncelleme:

    Doğumu başlatan kimyasal oksitosin. Nöron, oksitosin salgılamaya başladığında doğum olayı başlıyor. Ancak tersi karar verdiğinde doğum gecikiyor. Prof. Dr. Türker Kılıç, “Mutluluk hormonu, aşkın fizyolojisi gibi tanımlamalar en büyük uydurmalar” diyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    ABD ve AB temelli iki önemli bilimsel araştırma sayılan, İnsan Nöro-Zihin Projesi ile İnsan Beyin Projesi’ne Türkiye’den katılan tek isim olan Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi Kurucu Dekanı Prof. Dr. Türker Kılıç, ‘Dünya Sanat ve Bilim Akademisi’ne, Türkiye’den seçilen 8.kişi oldu. Hayat hikayesi kitaplaştırılan Kılıç’ın insan beyninin bilinmeyenleri ile beynin işleyişi üzerinden ortaya koyduğu yeni yaşam felsefesinin detaylarının ele alındı.

    “Beyin Nedir’den Yaşam Nedir’e Bir Hayat Serüveni Türker Kılıç” isimli kitabı kaleme alan Gazeteci Mert İnan çalışmada, yapay zekânın yeni düzen yaratacağını, yeni bir kültür ve dünya düzenini ortaya çıkacağını aktarıyor. Özellikle psikoloji ve psikiyatri alanında geçerli olan bazı kavramların da yanlış anlaşıldığını gündeme getiren Kılıç, ‘Bağlantısal Bütünsellik’ bilimsel yaklaşımının detaylarına da yeni çıkan kitapta yer verirken, merak edilen soruları yanıtlıyor.

    Mutluluk hormonu, aşkın fizyolojisi en büyük uydurmalar

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    1.5 kg ağırlığındaki insan beyni nasıl oluyor da düşüncelerimizi oluşturuyor?

    Beynimiz, yaşama yanıt veren, bilgi ve düşüncelerimizin şekillendiği varoluş merkezimiz. Bilgi ve düşüncelerimiz, beynimizde sürekli kendini yenilerken elektrokimyasal ırmaklar hâlinde akıyor. Tüm işleyiş, nöronlar arasındaki bağlantılar sayesinde gerçekleşiyor. Sistem, her gün kendini yenilerken sürekli farklı örüntüler oluşturuyor. Bir ırmağın akışı nasıl ki yatağını değiştiriyorsa, beynimizdeki bağlantılar kullandığımız oranda derinleşip gelişiyor. Beynimizde oluşan örüntüler yalnızca anlık gerçekleşiyor. Örüntüler, öncesinde hiç var olmadığı gibi, bir daha asla var olmuyor. Zihin ile beyin arasındaki ilişkiyi henüz tam olarak bilmesek de beyin, zihin yaratan organ. Varoluşumuzun öncelikle zihinde oluştuğunu düşünürsek, beyin için ‘yaşam yaratan bilgi işleme sistemi’ demek, doğru tanımlama olacaktır. Sistemin en kritik ve önemli ayağını ise nöronların çokluğu değil, birbirleriyle bağlantısı oluşturuyor. Varoluşumuz zihnimiz sayesinde, zihnimiz de beynimizde yaşam buluyor.

    Nöronlar yani sinir hücreleri ise hem beyin hem de sinir sisteminin en temel birimi. En basit tanımıyla, bilgiyi barındıran en küçük hücrelerimiz. Nöronların özünü karbon atomu oluşturuyor. Bir nöronun içinde, sistemin yapıtaşı olarak milyarlarca karbon atomu ile birlikte diğer gereken elementlerden bulunuyor. Beyin, bedenimizde üretilen enerjinin yüzde 25-30’unu tüketiyor. Düşünce, davranış ve algılarımız, nöronlar arasındaki etkileşim biçimine göre şekilleniyor. Sinir hücrelerine uyarı, elektriksel sinyaller biçiminde iletiliyor. Bu minicik sinir hücreleri, tüm duygu ve düşüncelerimizin çıkış noktası. Üstelik, vücudumuzdaki diğer hücreler ile aynı genetik bilgiye sahipler. Nöronların yapısında zar, çekirdek ve organeller bulunuyor. Diğer hücrelere kıyasla nöronları bu kadar özel kılan bilgi alma, işleme ve gönderme gibi temel süreçleri gerçekleştiriyor olmaları. Farklı yapıya sahip birçok nöron olmasına rağmen nöronal yapı dediğimiz sistem, hücrenin gövdesini oluşturan soma, antencikler diye tanımladığımız dendrit ve akson dediğimiz kuyruk olmak üzere üç temel kısımdan oluşuyor. İnce, uzun bir kuyruk şeklindeki aksonlar, elektriksel uyarıları bir nörondan diğer nörona iletiyor. Aksonun bağlandığı, elektriksel akımın iletildiği noktada ise en özel ve önemli bağlantı bölgesi sinaps bulunuyor. Sinaps, nöronal bağlantı dışında, kas ve salgı bezlerine de mesaj iletiyor. Kimyasal sinaps’lar sayesinde nöronlar, sinir ağını oluşturuyor. Algılama, düşünme gibi zihinsel işlevler, nöron-sinaps işbirliği sayesinde gerçekleşiyor. Her nöronun antencik dediğimiz dendrit kısmında binlerce sinaps yer alıyor. Her bir nöron, bunlar sayesinde eşzamanlı olarak 15 bin farklı nöronla iletişim kurabiliyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Son yıllarda adeta popüler hale gelen bazı kavramların da yanlış yorumlandığını söylüyorsunuz. İnsan beynine ilişkin şehir efsaneleri nelerdir?

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Serotonin, dopamin, oksitosin insan beyninde saptanabilen kimyasalların çok azı. Yüz binlerce farklı kimyasal daha var ve bu kimyasallar bir nörondan diğerine sinapslardan salgılanıyor. Ancak bu noktada bir ayrıntı çok önemli. Nöron isterse kimyasal salgıyı dağıtıyor. İstemediği durumda kimyasal salgı dağılımı gerçekleşmiyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Doğum zamanı gelmiş bir kadından örnek verelim. Doğumu başlatan kimyasal oksitosin. Nöron, oksitosin salgılamaya başladığında doğum olayı başlıyor. Ancak tersi karar verdiğinde doğum gecikiyor. Mutluluk hormonu, aşkın fizyolojisi gibi tanımlamalar en büyük uydurmalar.

    Serotonin diye bahsedilen kimyasal reseptörlerin birçok farklı türü vardır. Beynin işleyişi, bazılarının anlattığı kadar basit değil. Sizin serotonin diye dilinizden düşürmediğiniz kimyasal öyle bir yere bağlanmıştır ki öldürmekle orgazm olan, hastalıklı beyin yapısı ortaya çıkabilir.

    Beynimizde bilinçaltı diye bir şey yok. Bilinçaltı dediğimiz, dil ile tanımlayamadığımız bağlantısallığın diğer bölümü. Konuşamadığımız, tanımlayamadığımız düşünce ve hislere bilinçaltı diyoruz. İnsanın dil ile düşündüğünü ortaya koyan görüşler de doğru değil. Düşündüğümüzü dilimizle aktarıyoruz ama beyin dil aracılığıyla düşünmüyor. Düşünceyi yaratan nöronal bağlantıdır.

    Türkiye’de beyin cerrahisinde uygulanan yeni yaklaşımlar neler? Türkiye bu alanda hangi noktaya gelindi?

    Artık ameliyat sırasında sadece navigasyonu değil, MR’ı da kullanabiliyoruz. Böylelikle hastanın anatomik değişimini o anda takip edebiliyoruz. Teknolojik imkânlar süreyi tabii ki kısalttı ama bazı ameliyatlarda da işin niteliğini, kalitesini, hastaya yararını artırabilmek için aslında süre uzadı. Örneğin, dokuyu çıkardığımız an tümörün hemen o anda genetik ve moleküler yapısını inceleyerek operasyona o sonuçlara göre devam edebiliyoruz. Eskiden bunları yapma imkânı yoktu. Bazen ikinci, üçüncü ameliyatlar gerekli olabiliyordu.

    Beyin haritalaması, hastayı uyandırarak konuşma merkezinin haritalanması ya da uyandırmadan hareket merkezinin haritalanmasını yapabiliyoruz. Eskiden bu işlemi burundan girerek veya büyük oranda kafatasından kesi yaparak beyinden yapıyorduk. Şimdi sadece burundan girerek tümörü çıkarabiliyoruz. Çünkü ameliyat sırasında MR çekebiliyoruz ya da oradaki dokunun niteliğine göre ameliyatı ilerletebiliyoruz. Sadece mikroskop değil, endoskopi de kullanabiliyoruz.

    Cerrahide bu tür yaklaşımlar bize daha büyük güvenilirlikle, daha kısa sürede ve hasta açısından daha büyük kolaylıkla tedavi imkânı sağlıyor.

    Yaşamın sırrı insan beyninin sırrında !

    Kitapta yer alan Prof. Dr. Kılıç’ın ortaya koyduğu bazı ilginç bilgiler ise şöyle:

    • Beyin ölümü tanımının da yeni dünyada değişmesi gerekiyor. Beyin ölümü dediğimiz, solunum merkezinin iflas etmiş olması ve beyin sapının çalışamaz duruma gelmesi. Ancak bu durum nöronal ölüm anlamına gelmiyor. Solunum merkezinin iflası ve beyin sapının çalışamaz duruma gelmesine insan canlısının organizma ölümü denebilir. Oysa hayatını kaybetmiş, solunumu durmuş birinden iki saat sonra yüz nöron alsak, yüzde 25’inin işlem yapmaya devam ettiğini görebiliriz.

    • Şu an olmasa da nörozihin cerrahisinin en fazla kullanılacağı alanın depresyon olacağına inanıyoruz. Depresyon, yanlış zihin üreten beynin hastalığı olarak tanımlanıyor. Bu hastalık sadece beyindeki serotonin oranının azalması nedeniyle ortaya çıkmıyor. Depresyona neden olan birçok etken var. Gelecekte bu hastalığın tedavisi de nörozihin cerrahisiyle gerçekleştirilecek. Günümüzde MR ile neredeyse 100 milyar nöronun oluşturduğu bilgi ve enformasyon ırmağını görüntülerken, gelecekte tek bir nöronun oluşturduğu bilgi ağını görüntülemek mümkün olacak.

    • Geçmiş yıllarda hayvanların bilinçli varlıklar olmadığı, içgüdüleri ile hareket ettikleri hâkim görüştü. Bir dönem de ‘bilinç değil, içgüdü’ denmeye başlamıştı. Köpeği olan herkes bilir ki insanın bu yaşamdaki en yakın dostlarından köpekler bilinçli canlılardır. Hatta bazı hayvanların bilinci insandan daha üst düzeyde olabilir. Bizler, saniyede 12-14 fotoğraf karesinin arka arkaya hareket etmesini sinema olarak algılarız. Arıkuşu ise saniyede 200 fotoğraf karesi algılar.

    Mutluluk hormonu, aşkın fizyolojisi en büyük uydurmalar

    Depresyon nörozihin cerrahisi ile bitecek

    “Beyin Nedir’den Yaşam Nedir’e Bir Hayat Serüveni Türker Kılıç” kitabını kaleme alan Gazeteci Mert İnan ise, söz konusu çalışmanın ortaya çıkış noktasını ise şöyle anlatıyor: “Türker hocayı 6 yıl önce tanıdıktan sonra çalışmalarını yakinen takip etmeye başladım. Prof. Dr. Türker Kılıç’ın zaman içinde Türkiye’nin bilim alanında sıçrama yapması ve genç bilim insanı adaylarının başarıya ulaşması için gecesini gündüzüne katmasına şahit olmamın yanı sıra, Kılıç’ın ortaya koyduğu yeni bilim felsefesi de yaşama bakışımda yepyeni bir pencere açtı. Prof. Dr. Türker Kılıç, meslektaşlarından farkı sadece girdiği her okulu derece ile bitirmesi, çok sayıda bilimsel makaleye imza atması, binlerce başarılı beyin ameliyatı gerçekleştirip cerrahide yeni teknikleri hayata geçirmesi, binlerce öğrenci yetiştirmesi veya adından yurtdışında da başarıyla söz ettirmesinden kaynaklanmıyor. Türker Hoca, “Bağlantısal Bütünlük” adını verdiği yeni bilimsel yaklaşımda, beynin nasıl düşünce ürettiğini anlamak ve açıklamak için çalışırken, aynı zamanda nöronlar arasındaki bağlantının matematiği üzerinden de yaşamın sırrına ışık tutmayı hedefliyor, daha güzel bir dünyayı yaşamdaşlıkla yaratmak için var olandan farklı seçenekler olduğunu bilimi temel alarak ortaya koyuyor. Kısaca, Prof. Dr. Kılıç, hem insanlığa hem bilim dünyasının gelecekteki dâhilerine ışık tutacak yol haritasını önümüze sermesi bu çalışmanın temelini oluşturuyor.”

    Prof. Dr. Türker Kılıç ise iki yıllık bir emeğin ardında ortaya çıkan çalışmanın serüveni için şu bilgileri paylaşıyor: “Sevgili Mert İnan biyografimi yazma teklifi ile bana geldiğinde önce şaşırdım, ‘Yaşı daha ileri kişilerin biyografisi olur’, dedim kendime. Ancak onunla konuştukça, ‘Keşke ben lisedeyken, üniversitedeyken, daha gençken benim elimde böyle bir kitap olsaydı’, diye düşündüğümü fark ettim. Nitekim Mert’in kitabı oluşturma sürecinde, birçok lise ve üniversite öğrencisinin bana şimdi sorduğu çoğu sorunun yanıtını bulabileceği bir kitap oluştuğunu gördüm. Herkesin hayatında yaşananlar önemli tabii, benim yaşadıklarım onlarınkinden daha önemli değil elbette ama deneyimlerimin derlenmiş hâlinin başkalarının işine yarayabileceğini düşündüm. Bu biyografi kanımca aynı boşluktaki alana şamandıra bırakmak, ‘ben buradan geçtim’ demek gibi... Etrafımdaki insanlar, yakınlarım, biyografimin yazılacağını öğrendiklerinde kendileri de bunun bir parçası olmak istediler ve bu kitap için yazı yazdılar. Yazım aşamasında zor bir karar vermek gerekti: Biyografiyi nereye kadar getirsek? Profesyonel hayatımın olgunlaşma kısmı olarak düşündüğüm Marmara Nörolojik Bilimler Enstitüsü’nden ayrıldığım 2012 yılına kadar olan dönemi Mert’in yazması, sonraki dönemi belki bir gün bizzat benim yazmam kararını aldık. Hayatım boyunca, iki yaşam bilgesinden çok ciddi yardım aldım. Her ne kadar öznel bir durum olsa da Mevlana ve Spinoza’nın söyledikleri, yaşamın kendisi ve geleceğin paradigması için çok önemli. İnsan, zihin, evren ayrımının kaldırılmasında Mevlana, yaşamda sevinçli bir akışın iyilik yaratabileceğini öğrenmede Spinoza, bize başucu rehber olacak isimler. Dünyanın ve Türkiye’nin geleceğinde kaçınılmaz dönüşüm gerçekleşecek. Bilim ve kültürün yaratıcısı bir ülke olabilmemiz için üniversitelerin, bilginin yaşam için sistematize edildiği, kurumsal organizasyon ağlarına dönüşmesi gerekiyor. Yeni dönüşümün yani Bağlantısal Bütünsellik kavramını bilinmesi için de bir başucu kaynak olmasını istedim ve bu çalışma ortaya çıkmış oldu."