hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Haymi Behar Haymi Behar

    Sorumlu reklamcılık devri

    09.04.2018 Pazartesi | 16:31Son Güncelleme:

    Markalar çevreci ürünler ve ekolojik dengenin korunmasına yönelik politikalar geliştirmenin yanı sıra son yıllarda sosyal sorumluluk projelerine ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği üzerine eğilmeye başladılar. Marka iletişiminin bu yönde değişmesinde markaların kendi içinde harekete geçmesinin dışında tüketicilerin birçok bilgiye internet aracılığıyla daha hızlı ulaşarak bilinçlenmesi ve taleplerini de markalara daha etkili bir şekilde iletebilmesi geliyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Coca Cola’dan Starbucks’a kadar giyim, hızlı tüketim, tekstil, bankacılık, medya gibi aklınıza gelebilecek bütün sektörlerde söz sahibi olan markaların internet sitelerine girdiğinizde gözünüze ilk çarpan ürünleri ve verdikleri hizmetler kadar sürdürülebilir projelerine ayırdıkları alanlar olur. Gerek çevre dostu üretim araçlarını kullanmaları, gerekse toplumsal artı değer sağlayacak projeleri hayata geçirmeleri veya ortaklıklara imza atmaları; hem ekolojik dengenin korunması hem de tüketicilerin marka bağlılığını artırması için neredeyse olmazsa olmaz iletişim stratejisinin sacayaklarından biri olarak karşımıza çıkıyor.

    Böyle düşünüldüğünde toz pembe bir üretim ve tüketim süreci hayal etsek de, hem markaların hem de tüketicilerin aklının bir köşesinde bulunması gereken bir nokta daha var. O da “greenwashing”. Türkçe’ye “Yeşilleme” veya “Yeşile boyama” olarak çevirebileceğimiz kavram, markaların doğa dostu olduğunu iddia ederken yanıltıcı veriler olarak düşünülebilir. Diğer yandan da çevreye ve topluma fayda sağlamak için oluşturulan projelere, bu projelerin iletişimini yapmaktan daha az bütçe ayırmaları da greenwashing olarak görülebilir. Yani projeye daha az, projenin reklamına daha fazla bütçe ayrılması da tüketicilere pek sempatik gelmiyor.

    Geçtiğimiz yıl özellikle New York’taki Korkusuz Kız heykeli üzerinden yürüyen tartışma hepimizin hafızasında tazeliğini korurken Türkiye’de bu yıl öne çıkan ve sosyal fayda gözeten bir projeden bahsetmeden de geçemeyeceğim.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Elidor Türkiye, özellikle son birkaç yıldır hem globalde hem de Türkiye’de yürüttüğü iletişim çalışmalarında bir kadın markası olarak, kadınların güçlenmesi ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına yönelik projelere ağırlık vermeye başlamıştı. 2016 itibariyle reklam projelerinde toplumsal cinsiyet eşitliğine aykırı kalıplaşmış betimlemelerden ve anlatımlardan uzak durma kararını da, gördüğüm kadarıyla oldukça başarılı bir çizgide sürdürüyor.

    Markanın iletişim stratejisindeki bu hassasiyeti de düşünürsek sponsor oldukları Bu Kızın Öyküsü biyografik belgesel serisinin değerini daha iyi anlayabiliriz. 9 kadının 9 başarı hikayesine odaklanan belgesel serisi, öncelikle kadınlara ilham vermeyi amaçlasa da büyük resme bakıldığında toplumsal yapıları yıkamayan, çaresizlik hissiyle dolup taşan veya kendinde harekete geçme gücü bulamayan bütün insanlar için oldukça etkili olduğu fikrindeyim.Sorumlu reklamcılık devri

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Her birini günlük hayatında içinde, çevremizde, iş yerimizde, yaşadığımız mahallede veya apartmanlarda görebileceğimiz kadın kahramanların hikayeleri gerçekten de izlemeye değer. “Kız başına” neler yapabileceklerini gösteren, hem toplumsal hem de fiziksel engelleri bir bir aşan kadınların ilham verici hikayelerine hayran kalmamak elde değil.

    Bu Kızın Öyküsü’nü daha fazla anlatmak istemiyorum çünkü izlediğinizde benim anlatabileceğimden çok daha fazlası olduğunu göreceksiniz.

    Markaların çevre duyarlılığı yüksek ürünler ve hizmetler üretmesini, yaşadığımız dünyaya ve topluma pozitif yönlü katkılar sağlayacağı bu tip projelerin artarak devam etmesini hem bir medya emekçisi olarak, hem bir reklamcı olarak, hem de bir izleyici olarak en büyük dileklerimden biri.