hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Melis Danişmend Melis Danişmend

    Sokağa çöp atana dünyanın 100 yılı kaldığını söyleme deneyi

    21.06.2017 Çarşamba | 13:03Son Güncelleme:

    Sokağa canı istediği gibi çöp atana dünyanın 100 yılı kaldığını söylerseniz neler olur? Neler olmaz ki!

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    80’li yılların sonunda TRT’de belirli saatlerde yayınlanan Dikkat! diye bir program vardı. Jenerik müziğini hala ezbere hatırlarım. (“Bu dünya bizim / Kirletmeyelim / Birbirimize zehretmeyelim…”) Günümüz tabiriyle bu ‘kamu spotu’nda toplum içinde düşüncesizce (günümüz tabiriyle ‘ayıca’) davrananlara verilen dersler yer alırdı. Ders verenler, duyarlı vatandaşlar oluyordu. Parktaki banka çakıyla ismini kazıyan gençten tutun, sarhoş sarhoş arabasına binip gazlamaya çalışan adama kadar tüm kendini bilmezler bu uyarılar karşısında kuzu kuzu yola geliyor ve yaptıklarından fena halde utanıyorlardı. 

    Benim bu seri içerisinde en unutamadığım bölüm, park etmiş kırmızı bir arabanın içinde hapur hupur portakal yiyen ve kabukları (ve hatta bütün bütün ısırdığı ama tadını beğenmediği portakalları) camdan fırlatan bıyıklı bir adamdı. Aslında tek tek yazmama gerek yok, teknoloji gelişti, şu link’e tıklayanlar rahatlıkla her şeyi izleyebilecekler ama tıklamaya üşenenler için anlatmaya devam edeyim. İleriden arabaya doğru yaklaşmakta olan bir kadın durumu görünce, “Olacak iş mi bu?!?” bakışlarıyla kalakalıyor, sonra da portakal kabuklarını yerden topladığı gibi adamın üzerine geri fırlatıyordu. Günümüzde olsa dağarcığındaki en nadide küfürleri sallaya sallaya arabadan fırlayacak olan adam pek de tehlike arz etmeyen bir tonla, “N’oluyo yaa? Burası çöplük mü?” diye bağırıyor, duyarlı kadın ise, “Ya burası? Bu güzel cadde çöplük mü? Bakın, ileride çöp bidonu var!” diye cevabı yapıştırıyor, adam başını öne eğerek, “Affedersiniz!” diyor ve arabasından çıkıp kabukları topluyordu. Kadın bu esnada kameraya dönüp robot gibi, “Çevremizden sorumluyuz. Birbirimizi uyarmalıyız!” diyerek finali yapıyordu. 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Dediğim gibi bugün gerçekleşse, küfür kıyamet arabadan fırlama, çığlık çığlığa bağırma, araya girenler ve muhtemel fiziksel nahoş çarpışmalarla anında ‘Gerçek Kesit’e dönüşebilecek bu sahne, Heidi’nin dağlardan aşağı ellerini açarak koşması gibi sona eriyordu. Hey gidi günler. Neyse… Nereden bilecektim, aklımdan hiç çıkaramadığım bu kamu spotu yeni deneyimde bana ilham kaynağı olacak. O adam gibi haldur huldur yere çöp atan insanlara oldum olası, ‘Aman Allah’ım!’ gözleriyle baktığım için, yeni deneyi vesile bilip sokakta böyle çevre karşıtı bir eylemi gerçekleştirene yanaşıp o duyarlı 80’ler kadınınkine benzer kararlı bir ifadeyle, “Ama farkında mısınız, dünyanın 100 yıllık ömrü kaldı!” demeye karar verdim. O da nereden mi çıktı? Şöyle…

    Bir süre önce sevgili Kanat Atkaya’nın Hürriyet’te yayımlanan ‘Ya O Uzaya Gidilecek Ya O Uzaya Gidilecek!’ başlıklı yazısını okuduğumda gördüm ki, İngiliz fizikçi Stephen Hawking 100 yıl içinde insanın dünyadaki işinin bitmiş olacağını, insanoğlunun neslini devam ettirebilmek için başka gezegenlerde koloniler oluşturması gerektiğini söylüyordu. Yani durum, 100 yıl sonra ‘finito’ydu. Bu can alıcı bilgiyle insanlara yaklaştım. İşte yaşananlar…

    • Deneyi yapacağım hafta bir dizi röportaj için güneyde farklı farklı bölgeleri ziyaret edeceğimden deneylerim ilk kez şehirler arası sulara açılacak ve İstanbul dışındaki insanlarımıza da iyilik-güzellikle yaklaşma imkanı bulabilecektim. Göcek-Kaş yolunda bir mola yerinde durduğumuzda, bir köşede sigaralarını tüttüren fotoğrafçı arkadaşım Önder ve transferimizi gerçekleştiren aracın şoförü ilk avlarımdı. Son nefeslerini çekip izmaritleri yere attıkları anda, “Onları yere attınız ama dünyanın 100 yıllık ömrü kaldı farkında mısınız? Sayenizde oldu, 99 yıl 11 ay!” dedim kararlı bir şekilde. Önder utanç içinde ve iki büklüm vaziyette izmaritleri yerden toplayıp hemen bir çöp kovasına koştururken şoför bey de ağzı kulaklarında, “100 yıl sonra burada olmayacağımıza göre,” diyerek arabaya yöneldi. “Oo ‘benden sonrası tufan’ diyorsunuz yani?” dedim, yine güldü. Güneyin insanlara bahşettiği bu hafifliğe imreniyorum valla. Ne olsa güle oynaya, “O da bir şey mi? Canını ne sıkıyorsun yahuuu!” gibi bir ifadeyle hayatlarına devam ediyorlar. Darısı İstanbulluların başına. Bu arada Önder, bir keresinde Ölüdeniz’de bir adamın izmaritle birinin arkasından koşup çok kibar şekilde, “Pardon sigaranızı düşürdünüz,” dediğini anlattı. O adamı tanımadan çok sevdim. 
    •  Ertesi gün elindeki çöpü kaldırıma fırlatan genç bir adama usulca sokulup, “Merhaba,” dedim. Malum cümlemi söylememle birlikte adam 32 diş gülmeye başladı. Ama hiçbir şey demeden. Hani böyle sanki kamera şakasına maruz kalmış da programın sunucusu gelip kamerayı gösterip, “Gülümseyin! Şakaa!” demiş gibi. Acayip mutlu oldu. Bir saat sonra aynı noktadan geçerken bir baktım, adamın elinde karton kola bardağı. Son yudumlarını içiyor. Adımlarımı yavaşlatıp ne yapacağına baktım. Kolayı bitirir bitirmez biraz ilerideki çöp tenekesine yöneldi. Ve çöpünü oraya attı. Bu gelişmede payım olduğunu düşünerek sevindim. 
       
    • Bu arada tuhaf bir şey. Ben elindekini sokağa fırlatsın diye (ne kötü temenni ama hepsi deney için) şahin gözlerle insanları izleyedurayım, taksisini durdurup dışarı çıkıp elindeki boş pet şişeyi çöp bidonuna atan şoför mü dersiniz, yağmurda ıslanmasın diye yağmurluğunun içine soktuğu yavru kediyle yürüyen genç kız mı dersiniz, ne ararsanız (daha doğrusu aramadığım her şey) karşıma çıkmaya başladı. Ama tabii ki bu bilinçli vatandaşları gördükçe memnun oldum.
       
    • Sonunda aradığım şeyi İstanbul sokaklarında buldum. Aynen TRT Dikkat programındaki gibi park etmiş bir arabanın camından gofret paketini sokağa atan adam. Arabaya yaklaşıp paketi içeri fırlatmayı çok istedim ama, “Pardon çöpünüzü çöp kutusuna atsanız daha iyi olmaz mı? Hem dünyanın 100 yıllık ömrü kalmış, ne yapsak kardır,” diyerek 80’lere selam çaktım. Adam beni şöyle bir baştan aşağı süzüp, “Doğada yok olup gidiyor onlar ya!” dedi. Bu fikre bayılıyorum. Sıkıştığın anda koş Doğa Ana’ya! Adamın TRT skeçlerindeki gibi bir pişmanlık belirtisi göstermeyeceğini anlayıp aldım çöpü, attım bidona. 
       
    • Bu deneyi sonlandırırken insanlarımızın çöple ilişkisinin çok mesafeli olduğunu bir kez daha anladım. Kaldırımlar koskoca meşrubat şişelerinden çikolata jelatinlerine, ayakkabı teklerinden tuhaf bez parçalarına kadar her şeyle dopdolu. Bir de görünen o ki, 100 yıl sonrası zaten pek kimsenin umurunda değil. “Onu düşünene kadar, ohoo!” gibi bir anlayış mevcut. Yine de yolda gördüğümüz duyarsız vatandaşları uyarmaya devam. Bu dünya bizim, kirletmeyelim, birbirimize zehretmeyelim.