hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Melis Danişmend Melis Danişmend

    Selamlaşma deneyi - Bölüm II

    18.04.2017 Salı | 15:13Son Güncelleme:

    Geçen haftadan devam. Sokaklarda yılmadan ‘merhaba’, ‘nasılsınız’ derseniz başınıza neler geliyor? 

    Selamlaşma deneyi - Bölüm II

    • Nasıl ki insanı ormana bırak yaşam savaşı veriyor, hayatta kalmak için dişini tırnağına takıyor, şartları kendine göre dönüştürüyor, ben de bu deneyi şehir hayatında beni çıldırtan noktalarda bir destek kuvvet olarak kullanmanın yollarını buldum. Mesela bankamatik sıralarında. Para çekerken sol yanınızda (tam dibinizde) biten, kafasını ekrana uzatarak dünyanın hız düzeninde dramatik bir değişiklik yapabileceğine inanan birine mi rastladınız? Dönüp ansızın, “İyi günler!” deyin (dedim), TOMA seviyesinde püskürtücü kuvveti var. Afallıyorlar ve kuzu kuzu durmaları gereken ama asla barışamadıkları o arka bölgeye geçiyorlar.
    • Nişantaşı’ndaki bakkal Alaaddin’i bilmeyen yoktur. Orhan Pamuk’un Kara Kitap’ında bile bahsi geçen, selam sabahı günahı kadar sevmeyen bu bakkal amcamızın önünden geçerken, “Aa!” dedim, “yahu en iyi deney onunla yapılır.” Girdim dükkana (gitmeyeli de yıllar olmuş, pek tercih etmiyorum) tezgahın arkasında aynı ‘sıcakkanlılığıyla’ duruyor. Gülümseyerek, “Merhaba!” dedim, tam olarak (kesinlikle abartmıyorum) beş saniye Çince konuşuyormuşum ve hiçbir şey anlamıyormuş gibi yüzüme baktı. “Nasılsınız?”ı patlattım ben de ‘bu daha başlangıç mücadeleye devam’ ekolünden. Keşke yüz ifadesini kamerayla çekebilmiş olsaydım. Hani babaların ergen çocuklarına, “Ya bu saçma sapan adetler nerden çıkıyor be!” derkenki bakışı vardır, aynen öyle hatta dudaklarını büzüştürüp hafif bir tiksinme ifadesiyle, “Buyur, ne istemiştin?” dedi. Adam lüzumsuz buluyor selamı, “Sadede gel!” diyor. Suyumu aldım çıktım.
    • Bir akşamüstü Kadıköy-Beşiktaş vapuruna binip büfeye yöneldim. Büfe görevlisi telefonuyla uğraşıyordu. “Merhaba, nasılsınız?” diyerek yaklaştım, bu soruyu nadiren duyduğunu anlayacağım şekilde irkildi ve kekeledi. Üzüldüm. Bir çay rica ettim. Büyük semavere uzanırken bir şey dedi, “Xxx mi olsun?” gibilerinden, tam duyamadım. Kaptığım kelimelerden bir anlam çıkarmaya çalışıp, “‘Tavşan’ mı dediniz?” dedim. “Hı??” dedi. “Tavşan tavşan, koyu mu olsun dediniz yani?” (Hay dilim tutulsun, nasıl böyle bir anlam çıkarmış olabilirim!) “Yok, ‘Açık mı olsun?’ diye sordum,” dedi. Bu sefer ben kekelemeye başlayıp aldım çayı, koşa koşa dışarı kaçtım.
    • Bir sabah gittiğim kahvaltıcıda önümdeki bir masada yaşlı bir kadın 20 dakika boyunca kendisiyle aynı yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim arkadaşıyla ‘facetime' yaptı. Sanki arkadaşı gelememiş de o da çayını içip böreğini yerken yalnız kalmasın diye onu sanal bir sohbete davet etmiş gibi. Titrek sesleriyle apartman meselelerini, aile mevzularını konuştular uzun uzun. Çok komiklerdi. Konuşma bittikten sonra kadın gitmek üzere ayağa kalktı, o paltosunu giyerken ben de hesabı istemek üzere ilerideki garsona seslendim, “Pardon bakar mısınız?” diyerek. Yaşlı kadın dönüp, “Buyurun?” dedi. Patladım. “Bilmem bazen olur ya öyle, seslenebilir insan,” dedi. Karşılıklı kahkahalarla gülmeye başladık, “Çok yaşayın!” dedim. “Size afiyet olsun,” diyerek olağanüstü bir tatlılıkla çıktı gitti. Deneyi ben başlatmadım ama onun sayesinde kısa da olsa sohbet etmiş olduk.
    • Geçen pazar malum sandıklardaydık. Oy kullandığım okuldaki sandık görevlileri çok kibar ve güleryüzlüydü. “Merhaba, nasılsınız, kolay gelsin, iyi günler” havalarda uçuyordu. 
    • Bu deneyin sonlarına doğru şöyle hissetmeye başladım. Yakın zamanda bir TED Talk izlemiştim. Yıllar önce geçirdiği ağır bir trafik kazasının ardından beynindeki hasar yüzünden okulu bitiremeyeceği söylenen, buna rağmen yılmayan ve okulu bitirdiği yetmiyormuş gibi Harvard’da hocalığa uzanan bir yol çizen ve marifetin “Fake it till you make it” değil “Fake it till you become it” olduğunu çok güzel bir şekilde anlatan sosyal psikolog Amy Cuddy’nin hikayesiydi bu. İşte aynen Amy Hoca misali (sonunda Harvard yok tabii de) yılmazsanız, o an öyle hissetmiyor, en kötü günlerinizden birini geçiriyor olsanız da, dolu dolu bir ‘merhaba’yı, hal hatır sormayı alışkanlık haline getirirseniz (ki selamımı sabahımı bu deneyden önce de sabit tutmaya çalışan biriydim ama tonlamalarım konusunda çok çalışkan değildim) bir süre sonra en yılgın, en karanlık gününüzde bile bunun ağzınızdan kolayca akıp gittiğini ve karşınızdaki de bir hanzo olmayıp size karşılık verdiğinde gününüzün, hayatınızın iki saniye için bile olsa bir avize gibi şıkırdadığını göreceksiniz. Bence denemeye değer. İyi günler.