hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Mete Sohtaoğlu Mete Sohtaoğlu

    Osmanlı’nın lanetli ölüm melekleri

    02.05.2014 Cuma | 16:15Son Güncelleme:

    Düşünsenize bir mesleğinizi... Herkes sizden uzak duruyor. Sabah gidip kafa kesip akşam eve dönüyorsunuz. Mutfaktan hanımın size seslenişini “-Beyyy! Nasıldı işler bugün?” “-N’oolsun hanım 3-5 kafa kesip geldim işte, yemek hazır mı?” konuşmasını hayal edin.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bu yazıda size lanetlenen bir mesleği” daha doğrusu “Osmanlı’nın Lanetli Ölüm Melekleri”ni anlatacağım.

    Osmanlı döneminde cellatlar sadece yaşadıkları dönem değil, öldükten sonra bile ahali tarafından dışlanıp ve ebedi istirahatgahları dahi diğerlerinden ayrı tutulmuş. Osmanlı’da halk, İslam dininin adam öldürmeyi yasaklaması, can alan bu kişilere toplum tarafından hoş bakılmaması nedeniyle, bir çok insani duygu ve özelliklerden yoksun olan, acıma, merhamet, sevgi hisleri bulunmayan cellatları mezarlıklarına almamış, kendi aralarına gömülmelerini benimsememişti. Tarihçi Reşat Ekrem Koçu bu konuyu şöyle izah eder: "Toplum, din ve ahlak anlayışımızın en güzel örneklerinden biri olarak, cana kıyan, kesen veya boğan celladın ölüsünü halkın, mezarlıklarına kabul etmemesi son derece takdire şayandır” demiştir. Bu nedenle, Osmanlı cellatlar için İstanbul’un en ücra yerinde mezarlık yapmış ve cellatlar halktan ayrı olarak buraya gömülmüştür.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Osmanlı’nın lanetli ölüm melekleri

    İsimsiz mezar taşları
    Haldun Hürel.”İstanbul’u Geziyorum Gözlerim Açık” adlı eserinde bunlardan birinin,Edirnekapı’dan Ayvansaraya inen kara surlarının Eğrikapı civarında olduğunu yazar. Diğer bir cellat mezarlığı da Eyüpte, mezarlıklar arasından dar bir yokuşla çıkılan, Fransız yazar Pierre Loti’nin bir müddet yaşadığı, şimdilerde müze-kafe olan evin önünden gidilerek çıkılan, Karyağdı bayırında, Karyağdıbaba tekkesinin biraz ilerisindedir. Pierre Loti kahvesinin çevresinde biraz dolaşırsanız baş uçlarında dikdörtgen taşlar bulunan bir mezarlık görürsünüz. Burası belki de dünyada cellat mezarlığı olan tek yerdir. Vakti zamanında onlarca cellatın mezarının bulunduğu bu mezarlar zaman içinde yitip gitmiş. Yarın gitseniz sadece yedi, sekiz tanesini görebilirsiniz eğer üzerlerine apartman ya da başka insanların mezarları yoksa.

    Osmanlı mezarlıkları, taş işçiliğinin en güzel örnekleri ile yapılmış mezar taşları ile doludur, burada gömülü insanların dünyada iken ne iş yaptıklarını mezar taşlarına bakarak anlamak mümkündür, vezir mi, denizci mi, subay mı, yeniçeri mi, ulema mı, kadı mı? Hepsi mezar taşlarından anlaşılır.
    Yan yana iki cellat mezarı. Cellat mezar taşlarının üzerinde ise, isim, doğum tarihi, ölüm tarihi gibi hiçbir yazı ve işaret yoktur. Bu taşlar iki metre yüksekliğinde 40-50 cm. genişliğinde dikdörtgen şeklindedir. Birçok insan bu taşların bu mezarlıkta ne aradığını, niye dikildiklerini bilmez, ama normal mezar taşları ile yan yana öylece dururlar. 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Mezarlık manzaralı daireler
    Eyüp Mezarlığı ile iç içe girmiş mahallelerde oturanlar için, ölülerle komşu olmak gayet normal ve alışılmış bir durum. Mezarlık mahallenin çocuklarının, gençlerinin oyun oynadıkları, sosyalleştikleri bir mekan olmuş artık. Ahali aslında yaşadıkları yerde cellat mezarlarının olduğunu bilmiyorlar. Söyleseniz ilk duyduklarında tedirgin olup ya biraz korkuyor, çokça da şaşırıyorlar. Zamanında mahallelinin "lanetli mezarlık" dediği, gündüzleri dahi buradan geçmeye korktuğu biliniyor. Hatta bu mezar taşlarına lanetli olduklarına inandıkları için dokunamazlarmış bile. Çünkü buraya gömülenlerden birinin geride kalan aile fertleri birer hafta arayla bilinmeyen bir hastalıktan ölmüşler.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Cellat nasıl olunur?
    Peki ya Osmanlı'da cellatlar nasıl seçilirdi? Onlar neden böyle bir mesleği seçerlerdi? Bu soruların cevabını Yaşar Karaduman'ın araştırmalarında bulabilmek mümkün. 
    Osmanlı'da adam asmak, boğmak ve kelle kesmek, bir ceza şekliydi ve bunun için de sarayda Padişah ve yüksek saray erkanı için sürekli “hazır” durumda beklerlerdi. Osmanlıda cellatlar dilsiz ve sağır olurlardı, bu iş için seçilen kişilerin dilleri kesilirdi.
    Sarayda verilen ölüm cezaları (katli vaciptir), Topkapı Sarayı bahçesinde hala bulunan bir çeşmenin önünde infaz edilir, cellatlar infazdan sonra kanlı baltalarını ve ellerini burada yıkarlardı, bu çeşmenin sağında ve solunda kesilmiş kafaların teşhir edildiği kelle taşları vardı bu taşlara “ibret taşları” da denirdi.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Osmanlı’nın lanetli ölüm melekleri

    İnfaz çeşmesi
    Bu çeşmenin bir adı da “cellat çeşmesi” veya “siyaset çeşmesi” idi, cellatların kaldığı yer ise çeşmenin bulunduğu duvarın arkasındaydı. Bu çeşme halen Topkapı Sarayı'nın ön bahçesinde bulunmakta, her gün önünden ne olduğunu bilmeden yüzlerce kişi geçmektedir.
    İnfazlar bazen de Yedikule Zindanları'nda yapılırdı. (Bu zindanlar ziyarete açık, belirli saatlerde gezinip o dönemleri yaşayabilirsiniz)
    İnfaz şekilleri, yani öldürme biçimleri kişinin konumu, mevkii, rütbesine ve işlediği suça göre değişirdi. Osmanlı sultanları ve şehzadelerinin kanı akıltılmaz, yay kirişi, ip ve kementle genelde ipek eşarp ile boğularak öldürülürlerdi. Bu öldürme şekli Türklerin Müslüman olmadan önceki dinleri olan Şamanizm’den geliyordu. Doğan Avcıoğlu, “Türklerin Tarihi” adlı eserinin ikinci cildinde: "Şamanist Türkler kan akıtarak öldürmekten çekinirler, Osmanlı padişah ve şehzadeleri boğularak öldürülürdü” der.

    Padişaha kelle sunumu
    İnfaz edilecek halktan biri ise, kelle kesme şekli uygulanırdı. İstanbul dışında, imparatorluğun uzak vilayetlerinde idam edilen devlet adamlarının öldürüldüklerini ispat etmek için, kesilen başları meşin bir “kırba”ya (torba) konur, torba balla doldurulur, İstanbul’a getirilir, gümüş bir tepsinin içinde padişaha sunulur, beden ise öldürüldüğü yere gömülürdü. Bal “kelle”yi diri ve taze tutup, “kelle”nin zaman içinde canlılığını yitirmemesi için bal içinde Padişah'a sunulurdu.
    Bu nedenle, başı başka yerde, bedeni başka yerde gömülü iki mezarı olan devlet adamları, sadrazamlar çoktur. Bunlardan en meşhuru Viyana kuşatmasındaki yenilgisi sonucu başı kesilen ve bir bal torbası içinde İstanbul’daki Padişah Hazretleri’ne gönderilen ve sonrada denize atılan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’dır.

    Osmanlı’nın lanetli ölüm melekleri

    Halka açık "kelle" sergisi
    Kesilen başlar çoğu zaman Topkapı Sarayı’nın giriş yani en dıştaki ilk kapısına asılıp halka teşhir edilirdi. En az üç gün sergilenen kesik başların konulduğu oyuklarda bazen yüzlerce “kelle” bulunurdu.

    Gayrimüslimlerin infazı
    Cellatlar, müslüman olan kişilerin infazdan sonra başlarını, cesedi sırt üstü yatırarak koltuğunun altına, müslüman olmayanları ise yüzü koyun yatırarak, başlarını kıçlarının üzerine koyardı.
    Öldürülen kişinin cesedi ve üzerindeki kıymetli eşya, para ve giyecekleri cellatın malı sayılırdı.