hourSON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Prof. Dr. Derya Uludüz Prof. Dr. Derya Uludüz

    Beyin sağlığınız iyi mi? Diğer organlar beyin için nasıl sinyal veriyor?

    11.03.2020 Çarşamba | 11:57Son Güncelleme:

    Beyin vücudun her organı ile sürekli iletişim halinde. Benim bu yazıyı yazmamı, sizin okumanızı sağlayan komutları şu anda beynimiz veriyor. Hatta öyle ki uyku halinde bile hiç durmuyor ve sürekli çalışıyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Beyin tüm organlar üstünde etkili olsa da bazıları ile daha yakın bir iletişim içerisinde. Cildimiz, kalbimiz, bağırsaklarımız gibi organlar beyin sağlığını, beyin sağlığı da organları çok fazla etkiliyor. Peki, hangi organ nasıl etkileniyor ve bu etkiyi nasıl iyileştirebiliriz?

    1. Cildimiz ve beynimiz

    Cildimiz vücudun en geniş organıdır. Vücudu yaralanma, enfeksiyon, ultraviyole ışınlar, sıcak ve soğuk, hava kirliliği gibi etkilere karşı korur. Ancak güneşten gelen ışınlar ile D vitamini üreten hücrelere sahip olan cildimiz ayrıca bakteri ve virüsleri önlemeye yarayan bağışıklık hücrelerine de sahiptir. Yani tüm vücudu saran bu organın aslında sandığımızdan çok daha fazla işlevi var. Cildi en olumsuz etkileyen faktörlerden biri de stres. Stres nedeniyle salgılanan kortizol hormonu bağışıklık sistemini zayıflatır ve cildin iyileşme kapasitesi azalır. Zararlı maddeler, virüsler ve bakterileri dışarda tutan cildin geçirgenlik bariyerinin işlevi bozulur.

    Hangi hastalıklar?

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Akne, saç dökülmesi, egzema, dermatit, uçuklar, aşırı terleme, kaşıntı, sedef hastalığı, kurdeşen ve siğiller sadece stres ile ortaya çıkan ya da stres ile tetiklenerek alevlenen cilt hastalıklarından.

    Cilt rahatsızlığı olan ama tıbbi tedaviye yanıt vermeyen insanlar, örneğin egzama veya sedef hastaları, psikiyatrik tedavi ile stresi kontrol altına alındığında iyileşme gösterdiğini biliyoruz.

    Ayrıca stres ile salgılanan kortizol hormonu vücutta enflamasyon dediğimiz iltihabı da arttırıyor.

    2. İkinci beynimiz bağırsaklar

    Beyin ve bağırsak arasında doğrudan birbiriyle iletişim kuran sinir bağlantıları var. Bağışıklık hücrelerinin yüzde 70’i beyinde bulunurken milyonlarca sinir hücresi de yine bağırsaklarda bulunuyor. Hatta bu sayı omurilikte bulunan sinir hücresinden daha fazla ve bağırsaklar merkezi sinir sisteminden ‘bağımsız’ olarak karar alabiliyor.

    Sonuç olarak, beyinle doğrudan bağlantısını da düşünürsek bu demek oluyor ki ‘ikinci beyin’ olarak adlandırdığımız bağırsaklarına iyi bakanlar aslında beynini de korumuş oluyor.

    Aynı şekilde duygu durumu bozulan, depresyona giren kişilerde bağırsak problemleri de daha sık görülüyor. En basit örnekle açıklarsak gerildiğiniz bir ortamda gaz sancısı çekmeye başlarsınız.

    Hangi hastalıklar?

    Huzursuz bağırsak sendromu, kronik kabızlık ve ishal, ülseratif kolit gibi inflamatuar hastalıklar, stres, depresyon gibi psikolojik rahatsızlıklarla ortaya çıkabiliyor veya tam tersi psikiyatrik hastalıklara neden olabiliyor. Mutluluk hormonu olarak bildiğimiz serotonin hormonu az salgılandığında bağırsak hareketleri de bundan etkilenebiliyor. Ayrıca yeni yapılan çalışmalar bize bağırsaklardaki faydalı bakterilerin sayısı arttığında hafif depresyonun iyileşme gösterdiğini, tokluk hissinin arttığını, bağışıklığın güçlendiğini, insülin hassasiyetinin azaldığını, kolesterol düzeyleri ve kan basıncının düşürülebildiğini gösterdi.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Beyin ve beyinden salgılanan birçok kimyasal ya da hormon bağışıklık sistemini de etkiliyor. Bağışıklık sistemi hücreleri, sitokin adı verilen proteinleri salgılayarak sinir hücreleriyle iletişim kuruyor. Dolayısıyla, bağışıklığın aktif olmasını tetikleyen herhangi bir olay olduğunda sitokinlerle ruh halimizden, davranışlarımıza kadar beyinde pek çok değişiklik olabiliyor. Örneğin bir çalışmada, bağışıklık hücrelerinin farelerde otizm benzeri davranış anormalliklerinin gelişmesine neden olduğu bulundu. Bağışıklıkla ilgili romatoid artrit gibi birçok otoimmün hastalık yüksek depresyon riski ile de ilişkili. Vücut ve beyin arasında ilişki çift yönlüdür. Örneğin stres bağışıklığı zayıflatarak iltihaba neden olurken, aşırı karbonhidratlı beslenme de iltihabı arttırarak Alzheimer gibi hastalıklara neden olabiliyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    3. 'Kalp mi beyin mi?' derseniz her ikisi de

    Duygular beyinden doğuyor. Bu bilimsel olarak da bildiğimiz bir gerçek. Peki, o zaman kalp beyin ile nasıl bir ilişki içerisinde?

    Öncelikle ilginç ve geniş katılımlı bir araştırmadan bahsedeceğim. Kalp nakli olan kişiler üzerinde yapılan bir araştırmaya göre nakil olanların yaklaşık yüzde 20’sinin kişilik özelliklerinin değiştiği gözlenmiş. Ancak bizim meselemiz kalp ve damar hastalıklarının beyne olan etkisi. Yaş aldıkça insanlarda endotel hücre işlev bozukluğu ve damar sertleşmesi görülür. Bu endotel hücre işlev bozukluğu tansiyon, kolesterol, şeker hastalığı, tütün kullanımı ve obezite gibi pek çok faktör nedeniyle gerçekleşebilir. Ancak tüm bu faktörler, kalp ve damar hastalığı riskini arttırmakla birlikte felç, Alzheimer ve demans riskini de arttırır. Ayrıca damar sağlığının bozulması beyne giden kan damarlarını da etkileyebiliyor ve oksijenden mahrum kalan sinir hücreleri birkaç saniye gibi çok kısa süre içerisinde ölebiliyor. Ya da daralan damarlar, kalpten gelen kanı büyük bir basınçla beyne gönderiyor ama damarları zedeler ve yine felce neden oluyor.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Ancak bunlar fizyolojik bağlantılar. Duygu durum ile kalp sağlığı arasında da bir bağlantı var. ABD'de yapılan son bir çalışma, büyük bir depresif bozukluğu olan orta yaşlı veya yaşlı erişkinlerin, üçte ikisinin kalp ve damar hastalığı olduğunu bildirmiştir. Koroner kalp hastalığı olan hastaların yüzde 20’si kadarı majör depresyon için tanı kriterlerini karşılar ve yüzde 47’si kadarı önemli ve uzun süreli depresif belirtiler bildirir.

    4. Pankreas ve insülin hormonu

    Vücudumuza aldığımız besinler parçalanarak hücrelere glikoz taşınır ve enerji olarak kullanılır. Glikozu hücrelere taşıyan ve enerji olarak kullanılmasını sağlayan hormon, pankreasta üretilen insülin hormonudur. Tip 1 diyabet doğuştan meydana gelse de tip 2 diyabet genellikle karbonhidratlı, şekerli ve paketli gıdalarla aşırı beslenme nedeniyle ortaya çıkar. Burada pankreas, aşırı insülin üretimi nedeniyle yorulur ve yeterince insülin üretemez ya da üretilen insülin, glikoza direnç geliştirip hücrelere taşıyamaz. Dolaşımdaki yüksek glikoz ve insülin, endotel hücre işlev bozukluğuna katkıda bulunarak damar hasarına ve damar sertliğine neden olur. Bu da yine felç, Alzheimer, demans gibi hastalıklara neden olan bir diğer faktördür. Ayrıca tip-2 diyabet hastalarının depresyon riski de yüksektir.

    Fazla insülinin bir diğer olumsuz etkisi ise insülin hormonu beyni koruyan, kan beyin bariyerinden çok rahatlıkla geçebildiği için hipokampüs denilen hafıza ve öğrenme ile ilgili kısmı etkileyerek iltihaba neden olabilir. Bazı çalışmalar, fazla insülin maruziyetinin Alzheimer gelişimine katkıda bulunabileceğini gösteriyor.

    5. Seks hormonları

    Çok sayıda çalışma, erkeklerde düşük testosteronun, kadınlarda ise düşük östrojenin felç riskini arttırdığını gösteriyor. Ancak, aşırı östrojen de yüksek C-reaktif protein düzeyi ve atardamarlarda anormal kan pıhtılarının oluşmasına neden olarak ani bir kalp krizi veya felce neden olur. Bu yüzden hormon seviyelerinin dengede olması önemli. Kadın cinsel hormonları, beyinde hafıza, öğrenme ve duygusal düzenlemenin merkezi olan hipotalamusu etkiler ve etkilenir. Erkek cinsel hormonları ise beynin alarm merkezi olan amigdalaya daha çok bağlıdır. Bu yüzden, anksiyete, depresyon ve uykusuzluk gibi koşulları kadınlarda daha yaygınken, sosyal anksiyete ve öfke erkeklerde daha yaygındır.

    Hangi hastalıklar?

    Östrojen seviyeleri düşmeye başladığında, bir kadının uykusuzluk, anksiyete, depresyon, felç geçirme, bunama ve Alzheimer hastalığı geliştirme riski artar. Testosteron azalması ise nöroenflamasyonu arttırır, beyin hücrelerinin büyümesini azaltır, sinir sisteminin sürekli heyecanlı olmasına, bu yüzden de öfke ve kızgınlık problemlerine neden olur.