Söz konusu rallinin devamı ve temposu ile ilgili olarak farklı analizler bulunmakla beraber,”TL.’nin, 2020 yılı başından beri kaybettiği değeri; kademeli olarak geri aldığı görüşü” ortak kabul görüyor.
Genel-geçer bir ifadeyle, ulusal paramızın değer kazanması veya Amerikan parası karşısındaki parite erozyonunun durdurulması arzulanır, olumlu bir dinamiği temsil eder. Üstelik, parite ile “ekonominin genel gidişatına dair vatandaşın algı ve değerlendirmeleri” arasında kuvvetli bir ilişki olduğunu unutmayalım; yükselen dolar müspet etki uyandırmaz. Bununla birlikte, ekonomi sarkacının farklı salınımları ile karşıt açılım ve değerlendirmeler, bir anda gündemin ortasına kurulur:
6.50 düzeyinin altındaki parite, ithalatı teşvik ve tenbih edici etki sarmalını tetikleyerek, 37 milyar dolar ile “patlama” yaşanan cari açığı; rehabilitesi zor bir kulvara savurabilir. Zira ülkemizde, cari denge meselesi, dönemsel bir serimden ziyade, yapısal bir karakteristiğe dönüşmüştür ve ancak BÜTÜNSEL ve YAPISAL REFORM temelli yaklaşımlar yardımıyla istenilen sürdürülebilir-kalıcı iyileşmeler sağlanabilir. Bu açıdan bakıldığında, değer kaybeden Dolar’ın, belirtilen yolu tıkayacağı açıktır.
Öte yandan, ekonominin selamet ve geleceğinde, cari denge platformu ile irtibatlı olarak ana rolü üstlenen ihracat cephesinde bakış farklıdır. Dolar/TL. kurundaki gerilemenin, hammaddeyi yüksek kurla alan ihracatçının “ters makasa düşmesi” sonucunu gündeme getirdiği biliniyor; ihracatta üç aylık kur kaynaklı kayıp miktarını 21 milyar TL. olarak tespit eden hesaplar paylaşılıyor. Buna göre, sektör üst kuruluşları tarafından ihracatçının parasının 3 ayda %18 oranında eridiği iddia edilerek, rekabetçi ve kaybettirmeyen kur düzeyi; 7.40-7.50 arasına endeksleniyor. Yorumlarında daha keskin olan bazı sektör mensuplarının; “ihracat için üretime ara verildiğini, kurda düzelme olmaz ise, kalıcı hasar ile kapanmaların gündeme geleceği” ifadelerini daha kuvvetle seslendirmeye başladığı görülüyor.
Görülüyor ki; farklı çıkar ve beklenti mekanizmaları, ekonominin her alanında farklı anlayış ile uygulamaları tetiklemekte; ülkemiz gibi “çift paralı(TL. ve Dolar)” ve “enflasyon sarmalında kıstırılmış” yapılarda bu durum daha bariz hale bürünmektedir. Sokaktaki vatandaş, kurdaki düşüş seyrine “hayat pahalılığı-geçim” açısından bakarken; ithalatçı ve/veya ihracatçı, ücretini dolar üzerinden alan işgören birbirine karşıt duruş ve değerlendirmeleri ile, belki de bizlere şu temel tanımı anımsatmak isterler:
“Ekonomi; kıt kaynakların nasıl dağıtılacağına/paylaşılacağına dair meselelerden ibarettir ve sahip olanlar(haves) ile sahip olmayanlar (have nots) toplamı insanlığı teşkil eder!” İlaveten, “ birilerinin karı, diğerlerinin zararıdır!”
Tanım ve kapsamı gereği; “parite” kavramı hareketliliğe ve iniş-çıkışlara işaret eder; dönemsel ve mevzi olma özelliklerini taşır. O halde, ülke ekonomisi için daha KALICI-ÖNGÖRÜLEBİLİR ve SÜRDÜRÜLEBİLİR fonlama, parite-faiz geçici çekiciliği ile gelen “sıcak para” değil, uzun soluklu YATIRIM iradesiyle kazandırılacak kaynaklara dayandırılmalı; oradan kaynaklanmalıdır.
Kur-parite tartışmalarına ayırdığımız zaman ve enerjiyi; Küresel Yatırım Havuzu” ndan çektiğimiz kaynakların, nicel ve nitel anlamda nasıl geliştirilebileceği kulvarına yönlendirmemiz gerektiği açıktır.
Söz konusu rallinin devamı ve temposu ile ilgili olarak farklı analizler bulunmakla beraber,”TL.’nin, 2020 yılı başından beri kaybettiği değeri; kademeli olarak geri aldığı görüşü” ortak kabul görüyor.
Genel-geçer bir ifadeyle, ulusal paramızın değer kazanması veya Amerikan parası karşısındaki parite erozyonunun durdurulması arzulanır, olumlu bir dinamiği temsil eder. Üstelik, parite ile “ekonominin genel gidişatına dair vatandaşın algı ve değerlendirmeleri” arasında kuvvetli bir ilişki olduğunu unutmayalım; yükselen dolar müspet etki uyandırmaz. Bununla birlikte, ekonomi sarkacının farklı salınımları ile karşıt açılım ve değerlendirmeler, bir anda gündemin ortasına kurulur:
6.50 düzeyinin altındaki parite, ithalatı teşvik ve tenbih edici etki sarmalını tetikleyerek, 37 milyar dolar ile “patlama” yaşanan cari açığı; rehabilitesi zor bir kulvara savurabilir. Zira ülkemizde, cari denge meselesi, dönemsel bir serimden ziyade, yapısal bir karakteristiğe dönüşmüştür ve ancak BÜTÜNSEL ve YAPISAL REFORM temelli yaklaşımlar yardımıyla istenilen sürdürülebilir-kalıcı iyileşmeler sağlanabilir. Bu açıdan bakıldığında, değer kaybeden Dolar’ın, belirtilen yolu tıkayacağı açıktır.
Öte yandan, ekonominin selamet ve geleceğinde, cari denge platformu ile irtibatlı olarak ana rolü üstlenen ihracat cephesinde bakış farklıdır. Dolar/TL. kurundaki gerilemenin, hammaddeyi yüksek kurla alan ihracatçının “ters makasa düşmesi” sonucunu gündeme getirdiği biliniyor; ihracatta üç aylık kur kaynaklı kayıp miktarını 21 milyar TL. olarak tespit eden hesaplar paylaşılıyor. Buna göre, sektör üst kuruluşları tarafından ihracatçının parasının 3 ayda %18 oranında eridiği iddia edilerek, rekabetçi ve kaybettirmeyen kur düzeyi; 7.40-7.50 arasına endeksleniyor. Yorumlarında daha keskin olan bazı sektör mensuplarının; “ihracat için üretime ara verildiğini, kurda düzelme olmaz ise, kalıcı hasar ile kapanmaların gündeme geleceği” ifadelerini daha kuvvetle seslendirmeye başladığı görülüyor.
Görülüyor ki; farklı çıkar ve beklenti mekanizmaları, ekonominin her alanında farklı anlayış ile uygulamaları tetiklemekte; ülkemiz gibi “çift paralı(TL. ve Dolar)” ve “enflasyon sarmalında kıstırılmış” yapılarda bu durum daha bariz hale bürünmektedir. Sokaktaki vatandaş, kurdaki düşüş seyrine “hayat pahalılığı-geçim” açısından bakarken; ithalatçı ve/veya ihracatçı, ücretini dolar üzerinden alan işgören birbirine karşıt duruş ve değerlendirmeleri ile, belki de bizlere şu temel tanımı anımsatmak isterler:
“Ekonomi; kıt kaynakların nasıl dağıtılacağına/paylaşılacağına dair meselelerden ibarettir ve sahip olanlar(haves) ile sahip olmayanlar (have nots) toplamı insanlığı teşkil eder!” İlaveten, “ birilerinin karı, diğerlerinin zararıdır!”
Tanım ve kapsamı gereği; “parite” kavramı hareketliliğe ve iniş-çıkışlara işaret eder; dönemsel ve mevzi olma özelliklerini taşır. O halde, ülke ekonomisi için daha KALICI-ÖNGÖRÜLEBİLİR ve SÜRDÜRÜLEBİLİR fonlama, parite-faiz geçici çekiciliği ile gelen “sıcak para” değil, uzun soluklu YATIRIM iradesiyle kazandırılacak kaynaklara dayandırılmalı; oradan kaynaklanmalıdır.
Kur-parite tartışmalarına ayırdığımız zaman ve enerjiyi; Küresel Yatırım Havuzu” ndan çektiğimiz kaynakların, nicel ve nitel anlamda nasıl geliştirilebileceği kulvarına yönlendirmemiz gerektiği açıktır.