Dünya ekonomisine paralel olarak, NORMALLEŞME seyir ve yol haritasında halen elimizde geçerli olan tek kerteriz noktası veya ÇIPA Kriter; “aşıya temin ve erişim” faktörüdür. Bu süreçte; “finansal güç zoru” ve “emperyal/ ben-merkezcil yaklaşımlar” temelinde diğerlerini geride bırakanların; bu talihsiz yarışta sağlamayı umdukları avantajın geçici ve temelsiz olduğu gerçeği iyice belirgin hale gelmiştir. Dünya nüfusunun üçte ikisinin altında kalan bir aşılanma düzeyi ile “hiç kimsenin kendisini güvence altına alması” mümkün değildir. Yerel risk yapılanması; algılanması; vaziyet edilmesi farklı olmakla beraber, sorun; LOKAL değil, GLOBAL niteliklidir ve ancak, topyekün-koordineli-birlikte yaklaşımlarla çözüme ulaştırılabilir.
Birliktelikten doğan güç-SİNERJİ yaklaşımını hatırlamanın ve global planda tatbik etmenin zamanıdır!.
Pandemi kökenli krizin bunaltıcı-kahredici etkilerini hafifletme ve “kalıcı hasar bırakma riskini azaltma amaçlı” destekleyici-cansuyu sağlayacağı politikalar, hız kesmeden devam ediyor. Geçtiğimiz yıldan bu yana dünyada uygulanan reflasyonist politikaların parasal toplamı; dünya ekonomik hacminin üçte birine ulaşarak, yirmibeş trilyon doları aştı.
ABD, yeni devreye soktuğu 1.9 trilyon dolarlık nakdi destek planı ardından, hiç vakit kaybetmeden, iddialı “alt yapı insiyatifi” ni yapılandırma sürecine geçiş yapıyor. Şimdiden 2.5 trilyon dolar hacmine ulaşan yeni paket maliyetinin; sekiz yıl boyunca ülke GSYH’ sının %1’ ine mal olacağı hesaplanıyor. Parasal genişlemeci politikaların “enflasyonu arttırıcı etkileri” de artık bir akademik tartışma olmanın ötesine taşınıyor; Amerikan ekonomisi için açıklanan son rakamlar, son on yılın en yüksek seviyesini temsil ediyor. İlaveten, Üretici Fiyat Endeksi(ÜFE)’ nin, manşet enflasyon endeksinin tam dört katına ulaşmış olması, önümüzdeki dönemler için yukarı yönlü gidişin habercisi kabul edilmelidir.
Şimdi önümüze gelen kritik soru; “dünyada enflasyonlu ekonomilere dönüş başladı mı?” deyişiyle formüle edilendir!.
FED Başkanı başta olmak üzere “rezerv paranın sahip ve tedarikçisi” Amerikan ekonomisini yönetenler, enflasyon kaynaklı risklerin tehdit oluşturmadığı yönündeki benzer demeçlerini daha sıklıkla paylaşıyorlar. Aslında, en kötümser senaryoda dahi, %5 çıtasının altında kalan bir düzeyin öngörüldüğünü, pandemi döneminin olağanüstü ve zorlayıcı konjonktür dayatmaları dikkate alındığında, enflasyon riskinin; bir “ öncelikli-primer risk “ kategorisinde değerlendirilemeyeceğini kabul etmeliyiz. Aslında, fiyat istikrarı ile birlikte “istihdam oluşturma” vazifesi ile sorumlu FED’ in, bu kulvarda yol alabilmek için bir parça “enflasyon-tansiyon yükselmesine” itiraz etmeyeceğini de ıskalamayalım. Esas mesele; tabloyu, orta-uzun vadede “ yerleşmiş yüksek tansiyona “ çevrilmesine izin vermeden kontrol altında tutmaktan ibarettir.
Kriz dönemlerinde uygulanan tüm destekleyici politikaların ortak paydası;” genişletici-cansuyu(para) sağlayıcı” nitelikte olması ve işin tabiatı gereği, “enflasyon arttırıcı ve balon oluşturucu etki” meydana getirmesidir. Hal böyle olunca, Türkiye ekonomisinin önündeki zorluklar ve üstesinden gelinmesi gereken özellikli-kronik hale gelmiş sorunlar daha net biçimde ortaya çıkmaktadır. Yerleşik yüksek enflasyon(esansiyal tansiyon) yüzünden her türden teşvik ve destek, hemen tabloyu bozucu; manşet göstergeleri yukarıya adeta fırlatan etki yaratmaktadır.
Tamamladığımız ilk çeyrek rakamlarına dair analizlerimiz; “ yapışkan-inatçı yüksek enflasyon tablosunda” yeni bir faza geçildiğine, adeta mutasyona uğramış virüs benzeri, yapısal olarak farklı katmanların ortaya çıktığına işaret ediyor. Bu yeni durum ve dönüşümün kodlarını çözmeden etkin bir enflasyon mücadelesi yürütmemiz güç olacaktır.
İçine girilen enflasyon kısır döngüsünden kurtuluşta; sadece ve öncelikle, TCMB faiz politikalarından çözüm bekleme rahatlık ve lüksüne, artık sahip değiliz.
Dünya ekonomisine paralel olarak, NORMALLEŞME seyir ve yol haritasında halen elimizde geçerli olan tek kerteriz noktası veya ÇIPA Kriter; “aşıya temin ve erişim” faktörüdür. Bu süreçte; “finansal güç zoru” ve “emperyal/ ben-merkezcil yaklaşımlar” temelinde diğerlerini geride bırakanların; bu talihsiz yarışta sağlamayı umdukları avantajın geçici ve temelsiz olduğu gerçeği iyice belirgin hale gelmiştir. Dünya nüfusunun üçte ikisinin altında kalan bir aşılanma düzeyi ile “hiç kimsenin kendisini güvence altına alması” mümkün değildir. Yerel risk yapılanması; algılanması; vaziyet edilmesi farklı olmakla beraber, sorun; LOKAL değil, GLOBAL niteliklidir ve ancak, topyekün-koordineli-birlikte yaklaşımlarla çözüme ulaştırılabilir.
Birliktelikten doğan güç-SİNERJİ yaklaşımını hatırlamanın ve global planda tatbik etmenin zamanıdır!.
Pandemi kökenli krizin bunaltıcı-kahredici etkilerini hafifletme ve “kalıcı hasar bırakma riskini azaltma amaçlı” destekleyici-cansuyu sağlayacağı politikalar, hız kesmeden devam ediyor. Geçtiğimiz yıldan bu yana dünyada uygulanan reflasyonist politikaların parasal toplamı; dünya ekonomik hacminin üçte birine ulaşarak, yirmibeş trilyon doları aştı.
ABD, yeni devreye soktuğu 1.9 trilyon dolarlık nakdi destek planı ardından, hiç vakit kaybetmeden, iddialı “alt yapı insiyatifi” ni yapılandırma sürecine geçiş yapıyor. Şimdiden 2.5 trilyon dolar hacmine ulaşan yeni paket maliyetinin; sekiz yıl boyunca ülke GSYH’ sının %1’ ine mal olacağı hesaplanıyor. Parasal genişlemeci politikaların “enflasyonu arttırıcı etkileri” de artık bir akademik tartışma olmanın ötesine taşınıyor; Amerikan ekonomisi için açıklanan son rakamlar, son on yılın en yüksek seviyesini temsil ediyor. İlaveten, Üretici Fiyat Endeksi(ÜFE)’ nin, manşet enflasyon endeksinin tam dört katına ulaşmış olması, önümüzdeki dönemler için yukarı yönlü gidişin habercisi kabul edilmelidir.
Şimdi önümüze gelen kritik soru; “dünyada enflasyonlu ekonomilere dönüş başladı mı?” deyişiyle formüle edilendir!.
FED Başkanı başta olmak üzere “rezerv paranın sahip ve tedarikçisi” Amerikan ekonomisini yönetenler, enflasyon kaynaklı risklerin tehdit oluşturmadığı yönündeki benzer demeçlerini daha sıklıkla paylaşıyorlar. Aslında, en kötümser senaryoda dahi, %5 çıtasının altında kalan bir düzeyin öngörüldüğünü, pandemi döneminin olağanüstü ve zorlayıcı konjonktür dayatmaları dikkate alındığında, enflasyon riskinin; bir “ öncelikli-primer risk “ kategorisinde değerlendirilemeyeceğini kabul etmeliyiz. Aslında, fiyat istikrarı ile birlikte “istihdam oluşturma” vazifesi ile sorumlu FED’ in, bu kulvarda yol alabilmek için bir parça “enflasyon-tansiyon yükselmesine” itiraz etmeyeceğini de ıskalamayalım. Esas mesele; tabloyu, orta-uzun vadede “ yerleşmiş yüksek tansiyona “ çevrilmesine izin vermeden kontrol altında tutmaktan ibarettir.
Kriz dönemlerinde uygulanan tüm destekleyici politikaların ortak paydası;” genişletici-cansuyu(para) sağlayıcı” nitelikte olması ve işin tabiatı gereği, “enflasyon arttırıcı ve balon oluşturucu etki” meydana getirmesidir. Hal böyle olunca, Türkiye ekonomisinin önündeki zorluklar ve üstesinden gelinmesi gereken özellikli-kronik hale gelmiş sorunlar daha net biçimde ortaya çıkmaktadır. Yerleşik yüksek enflasyon(esansiyal tansiyon) yüzünden her türden teşvik ve destek, hemen tabloyu bozucu; manşet göstergeleri yukarıya adeta fırlatan etki yaratmaktadır.
Tamamladığımız ilk çeyrek rakamlarına dair analizlerimiz; “ yapışkan-inatçı yüksek enflasyon tablosunda” yeni bir faza geçildiğine, adeta mutasyona uğramış virüs benzeri, yapısal olarak farklı katmanların ortaya çıktığına işaret ediyor. Bu yeni durum ve dönüşümün kodlarını çözmeden etkin bir enflasyon mücadelesi yürütmemiz güç olacaktır.
İçine girilen enflasyon kısır döngüsünden kurtuluşta; sadece ve öncelikle, TCMB faiz politikalarından çözüm bekleme rahatlık ve lüksüne, artık sahip değiliz.