Ukrayna’da gelişen ve yaşanılan durumun da, bu cümleden değerlendirilmesi gerekir. Nitekim Rusya, ana kaygusu olan Kuşatılma/Çevrelenme riskini bertaraf edici ve “ kendisinden koparılmış ülke toprağını yeniden kazanma” argümanı ile hareket ederken, Ukrayna; “ saldırıya uğramış ve bağımsızlığını/vatanını savunan mazlum taraf” olma feryat ve duruşu ile pozisyonunu tahkim etmeye çalışıyor. Başta Amerika olmak üzere, diğer ülkeler, gelişmeleri “uzaktan” değerlendirir; farklı şekilde vaziyet eder; ahkam keserken, tarihte yeni bir trajik sayfa açıldığına şüphe bulunmamaktadır.
İkinci haftasına giren savaş dinamiklerinin hemen ilk anlarından başlayarak, Rusya’ ya karşı duruş alan güçlerin, Amerikan teklif ve insiyatifi ile Ekonomik Yaptırım mekanizmalarını devreye soktuklarına şahit olundu. Başkan Biden’in; kriz sürecinin daha hemen başında; “Yaptırımlar veya Üçüncü Dünya Savaşı!” dayatma ifadesini sarfetme tercihi ileride çok konuşulacaktır. Önceki benzer uygulamalar, yaptırım aracı’ nın etkinlik ve etkililiği konusunda ciddi tereddütleri ortaya çıkartmaktadır.
Yaşanan krizin ilk anlarında aniden ortaya çıkan dikkat çekici gelişme; “Avrupa’ nın yeşil enerjide U-dönüşü sinyali” dir. Doğalgaz ihtiyacının neredeyse yarısını Rusya’dan sağlayan Avrupa, dahil oldukları yaptırım kararı sonrasında, bizzat AB Yeşil Mutabakat Başkanı Timmermans’ın ağzından; “ yaşanılan tarihi dönemeçte, kömür kullanmaya devam ederek, 2050’de sıfır kömür hedefi’ nin rafa kaldırmak durumunda kalınacağı” deklarasyonunu ortaya koydu. Böylece, henüz haftalar öncesi COP26 İklim Zirvesi’nde benimsenen prensipler, “ yüksek prensip ve ideallerin savunucusu!” Avrupa Birliği’ nin egoist temelli ve günü kurtarıcı yaklaşımıyla, anında örselenmiş; önü kesilmiş oldu. Yaşanan süreçte, maalesef, birkısmımız “prensipler” ini; bazılarımız ise “hayatları” nı kaybediyorlar..
Üstelik, yaptırımlar gündeme geldiğinde, ekonomi biliminin ortaya koyduğu “ gecikme etkisi-lagging effect “ kavramına en uygun bir politika aracından söz edildiği unutulmamalıdır. Ne zaman ve nasıl sonuç vereceği konusunda belirsizliğin ağır bastığı bir mekanizma-duruş üzerinden hareket ederek; Rusya ekonomisi yaptırım kıskacına alınarak, hemen sonuç beklemenin akibeti tartışmalıdır, ancak, kesin ve telafisi olmayan mutlak gerçek; bu defa Ukrayna’da yaşanmaya devam eden ve telafisi olmayan can kayıpları ve insanlık trajedisidir. Şu anda yaşananlar; dün’ den gelenlerin devamı ve tortusu olup, yarın’ ların da, küresel ölçekte şekillendiricisi ve mayasını teşkil edecektir.
Kriz koşullarının dayattığı yeni vasatta, bir taraftan, artan/ artma eğiliminde olan enerji, gıda ve emtia fiyatları, diğer yönden, turizm dahil ihracat gelir potansiyelinde daralma ve düşüş beklentileri, yüksek enflasyon kıskacındaki Türkiye’nin işini zorlaştırmaktadır. Hafta içinde açıklanan Şubat TÜİK enflasyon verileri; hatırlanan zamanların rekor manşetleri ile içinde bulunduğumuz seneyi; “ enflasyon ile mücadelede kayıp yıl “ olarak, aritmetik temelinde adeta tescil etmiştir.
Adı ve kapsamı (parasal-mali-yapısal) ne olursa olsun, elimizdeki somut ve teknik araç kapasite ile imkanların, yeniden ve taze bir perspektifle değerlendirilmesine duyulan ihtiyaç ortadadır. Daha da önemlisi, “ yüksek enflasyonu kanıksama; ona karşı çaresizliği kabullenmenin çıkmaz labirentine hapsolma riskine karşı direnme ortak kararlılık ve duruşunda ” milletçe buluşmaktır. Yüksek enflasyon sarmalı, yaşanılan ortak sorunumuzdur ve ancak ortak sorumluluk ve fedakarlık; birlikten doğan güç (sinerji) ile üstesinden gelinebilir.
Enflasyon manşetinden saatler önce açıklanan büyüme rakamlarımız, yıllıkta %11 seviyesi ile iki haneli ve dünya sıralamasında üst sıralarda bir sonucu temsil ediyor. Ancak, onbir puanlık büyümenin, hemen tamamının (dokuz puan) tüketim harcamaları’ ndan kaynaklanması, enflasyon ile mücadele işimizin hiç de kolay olmadığını gösteriyor. Türkiye, büyüme-enflasyon tercih ve ikileminin, bunaltıcı kıskaç ile andacından bir an önce kurtulmak zorundadır. Kalkınma ile hemhal ve terbiye edilmemiş büyüme; sürdürülebilir ve milletin tamamı tarafından paylaşılan bir ilerleme olarak görülemez.
Yaşanılan tarihin bu karmaşık ve dahi karışık zamanlarında, temel önceliklerimiz üzerinden, işleri basitleştirme; sadeleştirme durumundayız. İşte, bu bakımdan, Enflasyon’un; şişirilmiş ( adı üzerinde: inflate edilmiş ) etkisi bertaraf edilmeden, Büyüme’ nin ortak lezzetine varmak mümkün olamayacağı için, öncelikli ve sadeleştirilmiş hedefimiz; onun makul düzeye çekilmesi şeklinde formüle edilmelidir.
Ukrayna’da gelişen ve yaşanılan durumun da, bu cümleden değerlendirilmesi gerekir. Nitekim Rusya, ana kaygusu olan Kuşatılma/Çevrelenme riskini bertaraf edici ve “ kendisinden koparılmış ülke toprağını yeniden kazanma” argümanı ile hareket ederken, Ukrayna; “ saldırıya uğramış ve bağımsızlığını/vatanını savunan mazlum taraf” olma feryat ve duruşu ile pozisyonunu tahkim etmeye çalışıyor. Başta Amerika olmak üzere, diğer ülkeler, gelişmeleri “uzaktan” değerlendirir; farklı şekilde vaziyet eder; ahkam keserken, tarihte yeni bir trajik sayfa açıldığına şüphe bulunmamaktadır.
İkinci haftasına giren savaş dinamiklerinin hemen ilk anlarından başlayarak, Rusya’ ya karşı duruş alan güçlerin, Amerikan teklif ve insiyatifi ile Ekonomik Yaptırım mekanizmalarını devreye soktuklarına şahit olundu. Başkan Biden’in; kriz sürecinin daha hemen başında; “Yaptırımlar veya Üçüncü Dünya Savaşı!” dayatma ifadesini sarfetme tercihi ileride çok konuşulacaktır. Önceki benzer uygulamalar, yaptırım aracı’ nın etkinlik ve etkililiği konusunda ciddi tereddütleri ortaya çıkartmaktadır.
Yaşanan krizin ilk anlarında aniden ortaya çıkan dikkat çekici gelişme; “Avrupa’ nın yeşil enerjide U-dönüşü sinyali” dir. Doğalgaz ihtiyacının neredeyse yarısını Rusya’dan sağlayan Avrupa, dahil oldukları yaptırım kararı sonrasında, bizzat AB Yeşil Mutabakat Başkanı Timmermans’ın ağzından; “ yaşanılan tarihi dönemeçte, kömür kullanmaya devam ederek, 2050’de sıfır kömür hedefi’ nin rafa kaldırmak durumunda kalınacağı” deklarasyonunu ortaya koydu. Böylece, henüz haftalar öncesi COP26 İklim Zirvesi’nde benimsenen prensipler, “ yüksek prensip ve ideallerin savunucusu!” Avrupa Birliği’ nin egoist temelli ve günü kurtarıcı yaklaşımıyla, anında örselenmiş; önü kesilmiş oldu. Yaşanan süreçte, maalesef, birkısmımız “prensipler” ini; bazılarımız ise “hayatları” nı kaybediyorlar..
Üstelik, yaptırımlar gündeme geldiğinde, ekonomi biliminin ortaya koyduğu “ gecikme etkisi-lagging effect “ kavramına en uygun bir politika aracından söz edildiği unutulmamalıdır. Ne zaman ve nasıl sonuç vereceği konusunda belirsizliğin ağır bastığı bir mekanizma-duruş üzerinden hareket ederek; Rusya ekonomisi yaptırım kıskacına alınarak, hemen sonuç beklemenin akibeti tartışmalıdır, ancak, kesin ve telafisi olmayan mutlak gerçek; bu defa Ukrayna’da yaşanmaya devam eden ve telafisi olmayan can kayıpları ve insanlık trajedisidir. Şu anda yaşananlar; dün’ den gelenlerin devamı ve tortusu olup, yarın’ ların da, küresel ölçekte şekillendiricisi ve mayasını teşkil edecektir.
Kriz koşullarının dayattığı yeni vasatta, bir taraftan, artan/ artma eğiliminde olan enerji, gıda ve emtia fiyatları, diğer yönden, turizm dahil ihracat gelir potansiyelinde daralma ve düşüş beklentileri, yüksek enflasyon kıskacındaki Türkiye’nin işini zorlaştırmaktadır. Hafta içinde açıklanan Şubat TÜİK enflasyon verileri; hatırlanan zamanların rekor manşetleri ile içinde bulunduğumuz seneyi; “ enflasyon ile mücadelede kayıp yıl “ olarak, aritmetik temelinde adeta tescil etmiştir.
Adı ve kapsamı (parasal-mali-yapısal) ne olursa olsun, elimizdeki somut ve teknik araç kapasite ile imkanların, yeniden ve taze bir perspektifle değerlendirilmesine duyulan ihtiyaç ortadadır. Daha da önemlisi, “ yüksek enflasyonu kanıksama; ona karşı çaresizliği kabullenmenin çıkmaz labirentine hapsolma riskine karşı direnme ortak kararlılık ve duruşunda ” milletçe buluşmaktır. Yüksek enflasyon sarmalı, yaşanılan ortak sorunumuzdur ve ancak ortak sorumluluk ve fedakarlık; birlikten doğan güç (sinerji) ile üstesinden gelinebilir.
Enflasyon manşetinden saatler önce açıklanan büyüme rakamlarımız, yıllıkta %11 seviyesi ile iki haneli ve dünya sıralamasında üst sıralarda bir sonucu temsil ediyor. Ancak, onbir puanlık büyümenin, hemen tamamının (dokuz puan) tüketim harcamaları’ ndan kaynaklanması, enflasyon ile mücadele işimizin hiç de kolay olmadığını gösteriyor. Türkiye, büyüme-enflasyon tercih ve ikileminin, bunaltıcı kıskaç ile andacından bir an önce kurtulmak zorundadır. Kalkınma ile hemhal ve terbiye edilmemiş büyüme; sürdürülebilir ve milletin tamamı tarafından paylaşılan bir ilerleme olarak görülemez.
Yaşanılan tarihin bu karmaşık ve dahi karışık zamanlarında, temel önceliklerimiz üzerinden, işleri basitleştirme; sadeleştirme durumundayız. İşte, bu bakımdan, Enflasyon’un; şişirilmiş ( adı üzerinde: inflate edilmiş ) etkisi bertaraf edilmeden, Büyüme’ nin ortak lezzetine varmak mümkün olamayacağı için, öncelikli ve sadeleştirilmiş hedefimiz; onun makul düzeye çekilmesi şeklinde formüle edilmelidir.