

Amerikan tarafı, bundan sonra geçerli olacak oran ve koşulların en yakın zamanda ülkelere “mektupla bildirileceğini” açıklıyor. Böylece, karşılıklı pazarlık ve görüşmeler yoluyla ilerleme hazırlık ve beklentileri boşa düşürülmüş oluyor. İngiltere, Çin ve Vietnam dışında kalan onlarca ülke ve Avrupa Birliği, artık ABD insiyatif ve belirleyici iradesi ile karşı karşıya kaldıklarını görüyor. Esasen, baştan beri Trump’ın duruş ve söylemlerinde en keskin yansımaları görülen “ben-merkezcil/buyurucu” yaklaşım, bir kez daha sahne almış oluyor.
Bizzat Trump ve Amerikan tarafınca seslendirilen ve erken Merkantilist dönemlerden bu yana uluslararası ticaretin yapıtaşları arasında yer alan “reciprocity / karşılıklılık” esası devre dışına çıkarılmış bulunuyor. Mütekabiliyet prensibi üzerinden yapılandırılan ve kurgulunan uluslararası ticaret dinamikleri özelinde, bir kere daha, Kemal Tahir’in deyişiyle; “zor, oyunu bozuyor”! Büyük ihtimalle baştan beri bu hareket tarzına yakın Trump’ın, tartışmalı yeni vergi indirimi yasasının 4 Temmuz’da kabulu ile birlikte “elinin daha güçlendiğini” düşünerek ilerlemesi öngörülüyor.
Yeni yasa ile birlikte içeride getirilen vergi indirimi dolayısıyla azalacak hasılatın; artan gümrük tarifeleri üzerinden karşılanması düşüncesi artık ABD için uygulama imkanına kavuşmuş bulunuyor. Trump’ın penceresinden; “sözlüklerdeki en güzel kelimeler arasında yer alan” dış ticaret gümrük vergileri üzerinden “vergi hasılatında artan dış katkı sağlanması” temel mantık olarak ortaya çıkıyor. Hal ve niyet böyle olunca, diğer ülkeler ile yapılacak ticarette geçerli olacak yeni oranların hangi esaslara bağlanacağı; güçlü tarafın kestirim ve keyfine kalmış gibi görünüyor. Bu durumdan, baştan beri “zorlu müzakereci” şapkasını taşıyan ve pazarlık tekniklerini kullanmaya çalışan Kanada, Japonya, Hindistan ve hatta Avrupa Birliği gibi en büyük dış ticaret ortaklarının dahi kendilerini kurtaramadıkları değerlendiriliyor.
Nitekim, Kanada tarafının, ABD mahreçli dijital ürünler üzerinden attığı son “müzakere çiçeği” bile, Trump’ın tek taraflı müzakere kesme ve iki hafta içinde gelecek mektup ile yeni oranlardan haberdar etme mesajını durduramıyor! Japonya’nın tüm incelikli pazarlık teknikleri, Amerikan pirinci ithalatındaki çekingenliği bahane edilerek, bir anda işlevsiz kılınıp, gönderilecek mektuplarda yer alabilecek “20;30 ve hatta 40’lı oranlar” bizzat Trump tarafından ifade ediliyor. Hindistan’ın; “görüşmeleri hemen hızlandırmaya hazırız!” son dakika açıklaması ise karşılık bulamıyor. Avrupa Birliği ile tıkanan müzakere sürecinde, doksan günlük “müzakere” sürecinde geçerli kalacağı söylenen %10’luk universal oranın askıya alındığı ve son anda ABD tarafınca gıda üzerine %17’lik ek vergi kartının açıldığı izleniyor. Özetle, müzakere bekleyenler, karşılarına çıkan mektup (dayatması) ile gelişen bir açılıma muhatap bırakılıyor.
Aslında, Ocak ayından bu yana yaşanan gelişmelerin üstünkörü bir analizi bile, Trump-ABD tarafının ticaret politikaları üzerinden nasıl ve hangi kabullerle hareket ettiklerine dair açık bir fikir veriyor. Varlığı seksen yılı aşmış bulunan küresel yerleşik düzenin kurucusu ve banisi ABD, aslında “kendim kurar; kendim yıkarım!” ben-merkezcil/hegemon yaklaşımını, küresel ticarette yeniden yapılandırma üzerinden, bir kere daha ortaya koyuyor. Aslında, temel teori ve yapısalları dört asır önce belirlenmiş ulusları ticaretin teknik/mekanik işleyişinin dışına taşındığı ve jeo-politik güç ekseninde yeni açılan bir kulvar olarak tasarlandığı ve kullanıldığı izleniyor. Küresel ekonomik yapı ile işleyişin rezerv parası Amerikan Dolarının son zamanların en yüksek oranlı değer kaybına uğradığı günlerden geçtiğimizi ayrıca not etmek gerekiyor. Yılın ilk altı ayında %7 oranında değer kaybeden doların, Morgan Stanley kestirimlerine göre, yılın ikinci yarısında ilave %10’luk düşüşe uğrayacağı değerlendiriliyor. İlk planda Amerika’nın ihracatçı rekabetini arttırıcı etkisi bulunan bu gelişmenin, önümüzdeki eko-politik açılımlar bakımından her daim mercek altında tutulması gerekiyor.
Müzakere/Mektup ikilemi benzeri güncel gelişmeler ve nice yeni 9 Temmuz Sendromlarına hazır olunması gereken bir zorlu döneme girildiğine dair şüphe bulunmuyor, ancak, sonuçların nasıl ve hangi senaryolar dahilinde gelişeceği konusu halen tartışmalı statüsünü koruyor.
Amerikan tarafı, bundan sonra geçerli olacak oran ve koşulların en yakın zamanda ülkelere “mektupla bildirileceğini” açıklıyor. Böylece, karşılıklı pazarlık ve görüşmeler yoluyla ilerleme hazırlık ve beklentileri boşa düşürülmüş oluyor. İngiltere, Çin ve Vietnam dışında kalan onlarca ülke ve Avrupa Birliği, artık ABD insiyatif ve belirleyici iradesi ile karşı karşıya kaldıklarını görüyor. Esasen, baştan beri Trump’ın duruş ve söylemlerinde en keskin yansımaları görülen “ben-merkezcil/buyurucu” yaklaşım, bir kez daha sahne almış oluyor.
Bizzat Trump ve Amerikan tarafınca seslendirilen ve erken Merkantilist dönemlerden bu yana uluslararası ticaretin yapıtaşları arasında yer alan “reciprocity / karşılıklılık” esası devre dışına çıkarılmış bulunuyor. Mütekabiliyet prensibi üzerinden yapılandırılan ve kurgulunan uluslararası ticaret dinamikleri özelinde, bir kere daha, Kemal Tahir’in deyişiyle; “zor, oyunu bozuyor”! Büyük ihtimalle baştan beri bu hareket tarzına yakın Trump’ın, tartışmalı yeni vergi indirimi yasasının 4 Temmuz’da kabulu ile birlikte “elinin daha güçlendiğini” düşünerek ilerlemesi öngörülüyor.
Yeni yasa ile birlikte içeride getirilen vergi indirimi dolayısıyla azalacak hasılatın; artan gümrük tarifeleri üzerinden karşılanması düşüncesi artık ABD için uygulama imkanına kavuşmuş bulunuyor. Trump’ın penceresinden; “sözlüklerdeki en güzel kelimeler arasında yer alan” dış ticaret gümrük vergileri üzerinden “vergi hasılatında artan dış katkı sağlanması” temel mantık olarak ortaya çıkıyor. Hal ve niyet böyle olunca, diğer ülkeler ile yapılacak ticarette geçerli olacak yeni oranların hangi esaslara bağlanacağı; güçlü tarafın kestirim ve keyfine kalmış gibi görünüyor. Bu durumdan, baştan beri “zorlu müzakereci” şapkasını taşıyan ve pazarlık tekniklerini kullanmaya çalışan Kanada, Japonya, Hindistan ve hatta Avrupa Birliği gibi en büyük dış ticaret ortaklarının dahi kendilerini kurtaramadıkları değerlendiriliyor.
Nitekim, Kanada tarafının, ABD mahreçli dijital ürünler üzerinden attığı son “müzakere çiçeği” bile, Trump’ın tek taraflı müzakere kesme ve iki hafta içinde gelecek mektup ile yeni oranlardan haberdar etme mesajını durduramıyor! Japonya’nın tüm incelikli pazarlık teknikleri, Amerikan pirinci ithalatındaki çekingenliği bahane edilerek, bir anda işlevsiz kılınıp, gönderilecek mektuplarda yer alabilecek “20;30 ve hatta 40’lı oranlar” bizzat Trump tarafından ifade ediliyor. Hindistan’ın; “görüşmeleri hemen hızlandırmaya hazırız!” son dakika açıklaması ise karşılık bulamıyor. Avrupa Birliği ile tıkanan müzakere sürecinde, doksan günlük “müzakere” sürecinde geçerli kalacağı söylenen %10’luk universal oranın askıya alındığı ve son anda ABD tarafınca gıda üzerine %17’lik ek vergi kartının açıldığı izleniyor. Özetle, müzakere bekleyenler, karşılarına çıkan mektup (dayatması) ile gelişen bir açılıma muhatap bırakılıyor.
Aslında, Ocak ayından bu yana yaşanan gelişmelerin üstünkörü bir analizi bile, Trump-ABD tarafının ticaret politikaları üzerinden nasıl ve hangi kabullerle hareket ettiklerine dair açık bir fikir veriyor. Varlığı seksen yılı aşmış bulunan küresel yerleşik düzenin kurucusu ve banisi ABD, aslında “kendim kurar; kendim yıkarım!” ben-merkezcil/hegemon yaklaşımını, küresel ticarette yeniden yapılandırma üzerinden, bir kere daha ortaya koyuyor. Aslında, temel teori ve yapısalları dört asır önce belirlenmiş ulusları ticaretin teknik/mekanik işleyişinin dışına taşındığı ve jeo-politik güç ekseninde yeni açılan bir kulvar olarak tasarlandığı ve kullanıldığı izleniyor. Küresel ekonomik yapı ile işleyişin rezerv parası Amerikan Dolarının son zamanların en yüksek oranlı değer kaybına uğradığı günlerden geçtiğimizi ayrıca not etmek gerekiyor. Yılın ilk altı ayında %7 oranında değer kaybeden doların, Morgan Stanley kestirimlerine göre, yılın ikinci yarısında ilave %10’luk düşüşe uğrayacağı değerlendiriliyor. İlk planda Amerika’nın ihracatçı rekabetini arttırıcı etkisi bulunan bu gelişmenin, önümüzdeki eko-politik açılımlar bakımından her daim mercek altında tutulması gerekiyor.
Müzakere/Mektup ikilemi benzeri güncel gelişmeler ve nice yeni 9 Temmuz Sendromlarına hazır olunması gereken bir zorlu döneme girildiğine dair şüphe bulunmuyor, ancak, sonuçların nasıl ve hangi senaryolar dahilinde gelişeceği konusu halen tartışmalı statüsünü koruyor.