Bilindiği üzere, mevcut küresel eko-finansal sistem, İkinci Dünya Savaşı sonrasında yapılandırılan ve Dünya Bankası (IBRD) ve Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi kurumlar ve Bretton Woods Anlaşması (Rezerv Para = ABD Doları) üzerinden işlerlik kazanan bir yapıyı temsil ediyor. Sekseninci Genel Kurul toplantısının bugünlerde sürdüğü Birleşmiş Milletler (UN) ise, küresel düzenin çatı örgütünü oluşturuyor.
Uluslararası ticaret işleyiş ve çerçevesi, 1947 yılında Cenevre’de imzalanan Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT) ile sistematik yapıya taşınıyor. Aslında, geçici nitelik taşıyan GATT, 1948-1994 yılları arasında kırkaltı yıl boyunca fiili olarak küresel ticaretin çerçevesini teşkil ediyor. Türkiye’nin de 1951 yılında katılım sağladığı bu mekanizma; 1994 yılında kurulan Dünya Ticaret Örgütü (WTO) ile yeni bir kurumsal yapıya taşınıyor.
Halen 166 ülkenin üyesi bulunduğu WTO, Genel Sekreteri Ngozi Okonjo-Iwela’nın ifadesiyle; “ABD’nin tek taraflı ticaret düzenlemelerinden kaynaklanan tarihinin en büyük meydan okuması” karşısında kalıyor. Amerika’nın, Dünya Ticaret Örgütü’nün yerleşik kural ve kurumsal mekanizmalarını (başta, uluslararası tahkim olmak üzere) adeta “yıkıp, geçen” uygulamaları, endişe yaratmayı sürdürüyor. Başkan Trump’ın ben-merkezcil eksen üzerinde yürüttüğü Ticaret Savaşları süreci, yerleşik kural ve anlayışların dışına çıkarak, bir taraftan WTO düzenleyici işlevini sakatlar iken, diğer taraftan, küresel ticarette belirsizlik iklimini hakim kılıyor. İşte, bu noktada, Dünya Ticaret Örgütü üzerinden yeniden daha istikrarlı; çok taraflı ve kural temelli işleyen çözüm ile açılımlara duyulan ihtiyaç artıyor.
2001 yılında üyeliğe kabul edildiğinden bu yana, “gelişmekte olan ülke” statüsü ile Çin’in yararlandığı özel ve farklı avantajlar, yıllardır eleştirisi konusu olmayı sürdürüyor.
Gelişmiş ülkeler dışında kalan ülkelere, daha kollayıcı; destek sağlayıcı ve kısaca SDT (Special & Differential Treatment) avantaj paketlerinden dünyanın en büyük ikinci ekonomisinin yararlanması tartışmalı bulunuyor. Bu kapsam dahilindeki ülkeler, özellikle korumacı tedbirler ile bir kısım mali yükümlülük muafiyetleri ayrıcalıklarından yararlanma fırsatı elde ediyor. Çin’in; Birleşmiş Milletler COP İklim Zirveleri için de, söz konusu statüyü kullanarak, düşük fon katkısı sağladığını ve bu yüzden ve çok eleştirildiğini hatırlatmak gerekiyor. Küresel ticaretin en büyük tedarikçisi şapkasını takan Çin’e; “ücretsiz taşıma kartı ile seyahat eden milyarder işadamı” benzetmesi yakıştırılıyor.
İşte, şimdi Çin bu eleştirilerin önünü kesmek adına, seneler sonra aksiyon almış bulunuyor. ABD ile devam eden ticaret görüşmeleri sürecinde, “TikTok sahipliği” gibi mevcut kartlara ilaveten, Çin’in yeni bir pazarlık alanı açtığı izleniyor. Ancak, şimdiden kazançlı çıkan tarafın; Dünya Ticaret Örgütü olduğunu teslim etmek gerekiyor. Zira, senelerdir, başta Amerika’dan gelen “Çin’ i haksız kayırma/kollama” eleştirileri artık geçersiz hale geliyor. Bu suretle, WTO bakımından ön açıcı; inisiyatif kazandırıcı bir etki ortaya çıkıyor.
Yakın zamanda gerçekleştirilen bir kurumsal çalışmaya göre, ABD tarafından başlatılan güncel Ticaret Savaşları öncesinde uluslararası ticaretin %80 oranında Dünya Ticaret Örgütü kuralları içerisinde gerçekleşmiş bulunduğu tespit ediliyor. Ancak, yeni gümrük tarifelerinin devreye girmesi ile birlikte, bu kapsayıcılık oranının gerilediği ve %72 düzeyine düştüğü izleniyor. Kanımızca, bu gelişme; örgütün düzenleyici ve kapsayıcı rolünü aşındırmış olmakla birlikte, büyük oranda koruduğu etkinlik ve potansiyeline işaret ediyor. Seksen yılı aşkın geçmişe sahip küresel kurulu düzenin önemli bir bileşeni olarak Dünya Ticaret Örgütü, belki de şimdi yeniden ön plana çıkma ve” uluslararası ticarette istikrarın teminatı ve çok taraflı/sesli yaklaşımların mimarı olma” fırsatını yakalamış görünüyor.
Bilindiği üzere, mevcut küresel eko-finansal sistem, İkinci Dünya Savaşı sonrasında yapılandırılan ve Dünya Bankası (IBRD) ve Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi kurumlar ve Bretton Woods Anlaşması (Rezerv Para = ABD Doları) üzerinden işlerlik kazanan bir yapıyı temsil ediyor. Sekseninci Genel Kurul toplantısının bugünlerde sürdüğü Birleşmiş Milletler (UN) ise, küresel düzenin çatı örgütünü oluşturuyor.
Uluslararası ticaret işleyiş ve çerçevesi, 1947 yılında Cenevre’de imzalanan Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT) ile sistematik yapıya taşınıyor. Aslında, geçici nitelik taşıyan GATT, 1948-1994 yılları arasında kırkaltı yıl boyunca fiili olarak küresel ticaretin çerçevesini teşkil ediyor. Türkiye’nin de 1951 yılında katılım sağladığı bu mekanizma; 1994 yılında kurulan Dünya Ticaret Örgütü (WTO) ile yeni bir kurumsal yapıya taşınıyor.
Halen 166 ülkenin üyesi bulunduğu WTO, Genel Sekreteri Ngozi Okonjo-Iwela’nın ifadesiyle; “ABD’nin tek taraflı ticaret düzenlemelerinden kaynaklanan tarihinin en büyük meydan okuması” karşısında kalıyor. Amerika’nın, Dünya Ticaret Örgütü’nün yerleşik kural ve kurumsal mekanizmalarını (başta, uluslararası tahkim olmak üzere) adeta “yıkıp, geçen” uygulamaları, endişe yaratmayı sürdürüyor. Başkan Trump’ın ben-merkezcil eksen üzerinde yürüttüğü Ticaret Savaşları süreci, yerleşik kural ve anlayışların dışına çıkarak, bir taraftan WTO düzenleyici işlevini sakatlar iken, diğer taraftan, küresel ticarette belirsizlik iklimini hakim kılıyor. İşte, bu noktada, Dünya Ticaret Örgütü üzerinden yeniden daha istikrarlı; çok taraflı ve kural temelli işleyen çözüm ile açılımlara duyulan ihtiyaç artıyor.
2001 yılında üyeliğe kabul edildiğinden bu yana, “gelişmekte olan ülke” statüsü ile Çin’in yararlandığı özel ve farklı avantajlar, yıllardır eleştirisi konusu olmayı sürdürüyor.
Gelişmiş ülkeler dışında kalan ülkelere, daha kollayıcı; destek sağlayıcı ve kısaca SDT (Special & Differential Treatment) avantaj paketlerinden dünyanın en büyük ikinci ekonomisinin yararlanması tartışmalı bulunuyor. Bu kapsam dahilindeki ülkeler, özellikle korumacı tedbirler ile bir kısım mali yükümlülük muafiyetleri ayrıcalıklarından yararlanma fırsatı elde ediyor. Çin’in; Birleşmiş Milletler COP İklim Zirveleri için de, söz konusu statüyü kullanarak, düşük fon katkısı sağladığını ve bu yüzden ve çok eleştirildiğini hatırlatmak gerekiyor. Küresel ticaretin en büyük tedarikçisi şapkasını takan Çin’e; “ücretsiz taşıma kartı ile seyahat eden milyarder işadamı” benzetmesi yakıştırılıyor.
İşte, şimdi Çin bu eleştirilerin önünü kesmek adına, seneler sonra aksiyon almış bulunuyor. ABD ile devam eden ticaret görüşmeleri sürecinde, “TikTok sahipliği” gibi mevcut kartlara ilaveten, Çin’in yeni bir pazarlık alanı açtığı izleniyor. Ancak, şimdiden kazançlı çıkan tarafın; Dünya Ticaret Örgütü olduğunu teslim etmek gerekiyor. Zira, senelerdir, başta Amerika’dan gelen “Çin’ i haksız kayırma/kollama” eleştirileri artık geçersiz hale geliyor. Bu suretle, WTO bakımından ön açıcı; inisiyatif kazandırıcı bir etki ortaya çıkıyor.
Yakın zamanda gerçekleştirilen bir kurumsal çalışmaya göre, ABD tarafından başlatılan güncel Ticaret Savaşları öncesinde uluslararası ticaretin %80 oranında Dünya Ticaret Örgütü kuralları içerisinde gerçekleşmiş bulunduğu tespit ediliyor. Ancak, yeni gümrük tarifelerinin devreye girmesi ile birlikte, bu kapsayıcılık oranının gerilediği ve %72 düzeyine düştüğü izleniyor. Kanımızca, bu gelişme; örgütün düzenleyici ve kapsayıcı rolünü aşındırmış olmakla birlikte, büyük oranda koruduğu etkinlik ve potansiyeline işaret ediyor. Seksen yılı aşkın geçmişe sahip küresel kurulu düzenin önemli bir bileşeni olarak Dünya Ticaret Örgütü, belki de şimdi yeniden ön plana çıkma ve” uluslararası ticarette istikrarın teminatı ve çok taraflı/sesli yaklaşımların mimarı olma” fırsatını yakalamış görünüyor.