

Dünya ekonomilerinin; jeo-politik gelişme ve dinamiklerin kıskaçları arasından kurtulamadığı bir konjonktürde yaşadıkları “sıkışmışlık sendromu” ağırlığını hissettiriyor. İsrail-İran çatışması ile “ara sıcak” gelişmelerin sona ermesini takiben dikkatler yeniden ticaret vergi ve düzenlemeleri görüşmelerine yoğunlaşıyor. Çin ile imza aşamasına geçildiği Amerikan tarafınca ifade edilirken, Çin tarafından henüz bir teyit açıklaması yapılmıyor. Üstelik, 9 Temmuz tarihinde sona erecek 90 günlük müzakere sürecinin Eylül ayı başına kadar uzatılacağı yönünde açıklamalar ortaya konuluyor. Bizzat ABD Hazine Bakanı Bessent tarafından ifade edilen bir yaklaşım dikkate değer bulunuyor: “Tüm ülkeler arasında Amerika için önemli/öncelikli onsekiz ülke belirliyor ve bunlar arasında yer alan İngiltere ile Çin için anlaşma süreçlerinin sonlanmış olduğunu ilan ediyoruz!” Son dönemde daha dengeli ve uzlaşmacı kimliği ile ön plana çıkan Bessent’in müzakere süreçlerindeki ağırlığını ve başat rolünü koruduğu anlaşılıyor. Sürecin akıl babası meslekdaşımız Peter Navarro’ya atfedilen; “90 ülke ile anlaşmanın tamamlanması” beklentisinin yerini; seçilmiş/referans on ülke ile yola çıkarak diğerlerine pay biçme/dikte etme tercihine bıraktığı,Ticaret Bakanı Lutnick tarafından ifade ediliyor.Keza, bizzat Başkan Trump’ın; “Kanada ile süregelen görüşmelerin bitirildiği ve iki hafta içerisinde kendilerine yeni oranların tebliğ edileceği” açıklaması, işin değişen rengini ve ABD’nin esas yaklaşımını deşifre ediyor. Küresel ticaretin tüm aktörlerine “dokuz doğurtacak” uzun bir yaz bizleri bekliyor.
Hollanda’nın ev sahipliğinde toplanan NATO zirvesinden, üye ülkelerin savunma harcamalarını önemli ölçüde arttırma kararının çıkması yankı buluyor. Sadece İspanya’nın muhalefet ettiği bir yeni mutabakat ile savunma harcamalarına ayrılan miktarın ülke milli gelirinin %5’ine, 2035 yılına kadar kademeli olarak arttırılması gerekiyor. Küresel planda son on yıldır düzenli biçimde artan savunma harcamaları, geçen sene yaklaşık %10’luk bir artışla 2,7 trilyon doları geçmişti. Bu toplamın yaklaşık bir trilyon dolarlık kısmını sağlayan ABD’yi; bunun üçte birine denk bir bütçe ile Çin takip etmişti. Pek çok Avrupa ülkesi gibi savunma harcamaları oranı %2’ler düzeyinde olan NATO üyesi Türkiye’nin de iki katı aşan oranlarda ek kaynak ayırma sorumluluğu altına girdiği; yaklaşık 50 milyar dolarlık ilave bütçe yükü ile karşılaşacağı anlaşılıyor.
Senenin ilk yarısında sanayi/imalat kesiminde gerileme tablosunun adeta yerleşik hale geldiği ve “imalat sektörü öncülüğünde sürdürülebilir büyüme” formülünden giderek uzaklaşıldığı anlaşılıyor.
Yılın ilk yarısında dezenflasyon eğilimi ortaya çıkmak ve sıklıkla ifade edilmekle birlikte, henüz sürdürülebilir/öngörülebilir/korunabilir bir iniş kulvarına girilemediği izlenirken, yıl sonu enflasyon beklentileri %30’ların üstünde kalmaya devam ettiği anlaşılıyor. Geçtiğimiz dönemlerde, 20’li seviyelerden 85’e varan hızlı artış deneyimi andacında bilhassa hanehalkı enflasyon beklentilerindeki ortalama 50’li düzeyin altına inemiyor; sonuç almada anahtar rol sahibi “beklenti yönetimi” kulvarında olumlu mesafe aralığı açılıyor. Üçte ikilik süresini tamamlayan mevcut dezenflasyonist politikalar bakımından ilk iki çeyrek sonunda, yılın başındaki tespitler aynı kalıyor; ekonomide kritik fasit daireler kırılamıyor. Sadece gelir dağılımı ve servet transferi kulvarlarındaki gelişmeler dahi “talep eksenli yaklaşım” kalıbının sorgulanması; bütüncül politikalar (parasal/ mali/yapısal reform) sistematiğinin kararlılıkla ihya edimesi ve bu süreçte; “servet vergisi”; “nereden buldun düzenlemesi”; “bütçe kalemlerinde tasarruf” gibi başlıklara verilmesi gereğine işaret ediyor.
Dünya ekonomilerinin; jeo-politik gelişme ve dinamiklerin kıskaçları arasından kurtulamadığı bir konjonktürde yaşadıkları “sıkışmışlık sendromu” ağırlığını hissettiriyor. İsrail-İran çatışması ile “ara sıcak” gelişmelerin sona ermesini takiben dikkatler yeniden ticaret vergi ve düzenlemeleri görüşmelerine yoğunlaşıyor. Çin ile imza aşamasına geçildiği Amerikan tarafınca ifade edilirken, Çin tarafından henüz bir teyit açıklaması yapılmıyor. Üstelik, 9 Temmuz tarihinde sona erecek 90 günlük müzakere sürecinin Eylül ayı başına kadar uzatılacağı yönünde açıklamalar ortaya konuluyor. Bizzat ABD Hazine Bakanı Bessent tarafından ifade edilen bir yaklaşım dikkate değer bulunuyor: “Tüm ülkeler arasında Amerika için önemli/öncelikli onsekiz ülke belirliyor ve bunlar arasında yer alan İngiltere ile Çin için anlaşma süreçlerinin sonlanmış olduğunu ilan ediyoruz!” Son dönemde daha dengeli ve uzlaşmacı kimliği ile ön plana çıkan Bessent’in müzakere süreçlerindeki ağırlığını ve başat rolünü koruduğu anlaşılıyor. Sürecin akıl babası meslekdaşımız Peter Navarro’ya atfedilen; “90 ülke ile anlaşmanın tamamlanması” beklentisinin yerini; seçilmiş/referans on ülke ile yola çıkarak diğerlerine pay biçme/dikte etme tercihine bıraktığı,Ticaret Bakanı Lutnick tarafından ifade ediliyor.Keza, bizzat Başkan Trump’ın; “Kanada ile süregelen görüşmelerin bitirildiği ve iki hafta içerisinde kendilerine yeni oranların tebliğ edileceği” açıklaması, işin değişen rengini ve ABD’nin esas yaklaşımını deşifre ediyor. Küresel ticaretin tüm aktörlerine “dokuz doğurtacak” uzun bir yaz bizleri bekliyor.
Hollanda’nın ev sahipliğinde toplanan NATO zirvesinden, üye ülkelerin savunma harcamalarını önemli ölçüde arttırma kararının çıkması yankı buluyor. Sadece İspanya’nın muhalefet ettiği bir yeni mutabakat ile savunma harcamalarına ayrılan miktarın ülke milli gelirinin %5’ine, 2035 yılına kadar kademeli olarak arttırılması gerekiyor. Küresel planda son on yıldır düzenli biçimde artan savunma harcamaları, geçen sene yaklaşık %10’luk bir artışla 2,7 trilyon doları geçmişti. Bu toplamın yaklaşık bir trilyon dolarlık kısmını sağlayan ABD’yi; bunun üçte birine denk bir bütçe ile Çin takip etmişti. Pek çok Avrupa ülkesi gibi savunma harcamaları oranı %2’ler düzeyinde olan NATO üyesi Türkiye’nin de iki katı aşan oranlarda ek kaynak ayırma sorumluluğu altına girdiği; yaklaşık 50 milyar dolarlık ilave bütçe yükü ile karşılaşacağı anlaşılıyor.
Senenin ilk yarısında sanayi/imalat kesiminde gerileme tablosunun adeta yerleşik hale geldiği ve “imalat sektörü öncülüğünde sürdürülebilir büyüme” formülünden giderek uzaklaşıldığı anlaşılıyor.
Yılın ilk yarısında dezenflasyon eğilimi ortaya çıkmak ve sıklıkla ifade edilmekle birlikte, henüz sürdürülebilir/öngörülebilir/korunabilir bir iniş kulvarına girilemediği izlenirken, yıl sonu enflasyon beklentileri %30’ların üstünde kalmaya devam ettiği anlaşılıyor. Geçtiğimiz dönemlerde, 20’li seviyelerden 85’e varan hızlı artış deneyimi andacında bilhassa hanehalkı enflasyon beklentilerindeki ortalama 50’li düzeyin altına inemiyor; sonuç almada anahtar rol sahibi “beklenti yönetimi” kulvarında olumlu mesafe aralığı açılıyor. Üçte ikilik süresini tamamlayan mevcut dezenflasyonist politikalar bakımından ilk iki çeyrek sonunda, yılın başındaki tespitler aynı kalıyor; ekonomide kritik fasit daireler kırılamıyor. Sadece gelir dağılımı ve servet transferi kulvarlarındaki gelişmeler dahi “talep eksenli yaklaşım” kalıbının sorgulanması; bütüncül politikalar (parasal/ mali/yapısal reform) sistematiğinin kararlılıkla ihya edimesi ve bu süreçte; “servet vergisi”; “nereden buldun düzenlemesi”; “bütçe kalemlerinde tasarruf” gibi başlıklara verilmesi gereğine işaret ediyor.