Son üç aylık dönemde, bunun tersine bir gelişme beklenmediği gibi, giderek, önümüzdeki en az altı çeyrek için geçerli olmak üzere, karamsar tonu ağır basan öngörüler, ön plandaki yerlerini korumaya, hatta kuvvetlendirmeye devam ediyorlar. Öyle ki; 1970‘ lerden bu yana yaşanan Küresel Resesyon-Daralma konjonktürleri yeniden çalışılarak, özellikle 1975 ve 1982 dönemlerine yoğunlaşılıyor; mesela, kırk ülke bazında yaşanmış “borç krizi” gibi risklerin yeniden ortaya çıkması/tetiklenmesi konuları ele alınıyor.
Rezerv Para (Amerikan Doları) temelinde sürdürüleceği anlaşılan Sıkılaştırma Politikaları ile ortaya çıkan “Kuvvetli Dolar” sendromunun, tüm ekonomik dinamikleri doğrudan ve/veya dolaylı olarak biçimlendireceği öngörülüyor. Küresel planda tüm finansal oluşum (borsa, vb.) ve varlıkların (altın, ulusal paralar, emtialar, vb.) kıymetlendirilmesinde ana çıpa’nın; temel kerteriz noktasının Amerikan Doları olmayı sürdüreceği bir yılın son çeyreğindeyiz. Anlaşılıyor ki; altın başta olmak üzere, Dolar haricinde bir finansal varlığın Güvenli Liman kimliğine en yakın olması/durması önümüzdeki yıl için de uzak bir ihtimal kalmayı sürdürecek. Mevcut eko-politik düzenin kurulduğu meşhur Bretton Woods Anlaşması’ndan yaklaşık seksen yıl sonra gelinen nokta, herhalde tartışılmaya değerdir!
Başta Avro ve İngiliz Sterlini ile alışılmış paritelerini alt-üst eden Kuvvetli Dolar’ ın önünde duracak etkin yegane dinamiğin, gene ABD’ li şirketlerin “ uluslararası piyasalarda zarar gören; hırpalanan Rekabetçi Güçleri” argümanını savunma becerileri ve FED nezdindeki ağırlıkları olduğunu bu vesileyle ayrıca vurgulamalıyız.
Son çeyrekte enflasyonla mücadele bakımından, küresel planda “ faiz yoluyla sıkılaştırma” opsiyonun ön planda kalacağı ve önümüzdeki sene için de bunun hakim yaklaşım olmayı sürdüreceği zorlu bir konjonktür radarımızdadır. “Enflasyon ile mücadele ederken; Resesyona kapı aralama” ikileminden uzakta kalmak olası görülmüyor. İlaveten, “büyüme dostu” olmayacak bir küresel eko-politik iklim de hesaba katılmalıdır. Bu zorlu gelecekte, FED Başkanı Powell’in deyişiyle; “yüksek supleks/tolerans” sahibi Amerikan ekonomisi, risk yönetiminde daha şanslı ve başarı ihtimali fazla iken; “yaşlı ve katatonik” Avrupa Birliği daha çetin koşullara adeta mahkum görülmektedir. Brexit süreci ile ortak yaşam sürecinin dışına çıkan İngiltere de, aynı sıkıntıl kaderi paylaşmaktan kurtulamayacak; yakasını sıyıramayacaktır! Başta Çin ve Hindistan olmak üzere, diğer küresel oyuncuların, bir kısım özgün alan ve tercihleri saklı kalmakla beraber, bu resmin dışında kalamayacakları da görülmektedir.
Senenin son ve takip eden çeyreklik dönemlerinde, başta enerji ve gıda kulvarları olmak üzere, küresel planda “ günü kurtarmaya; stresi azaltmaya (stress-relief) odaklanmış anlayış ile uygulamaların ön alacağı anlaşılıyor. Yılın üçüncü çeyreğinin son gününde AB’ de gerçekleşen enerji sektörüne yönelik oylama ve benzerlerini, önümüzdeki günlerde diğerlerinin takip edeceği görülüyor. İşte tam bu noktada, “günü kurtarırken; yarını berbat etmemek!” bakımından en yüksek duyarlılık ve farkındalık düzeyine sahip olması gereken zamanlardayız. En zor koşul ve en karanlık atmosferlerde bile, SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK anlayış ile kavrayışına öncelik tanımak; temel referans/benchmark olarak kollektif-küresel planda paylaşmak durumundayız. Bu bakımdan, yılın son çeyreğinin en itibarlı ve öncelikli ajandası olarak; 7-18 Kasım tarihlerinde düzenlenecek COP27 İklim Zirvesi not edilmelidir.
İklim değişikliğinin en şiddetli etkilerine maruz kalan Afrika (Mısır) kıtasında düzenlenecek COP27’nin; en küçük bir gecikme ve savsaklamanın, iklim ve insanlığın geleceğine yönelik ölümcül zararlara yol açma riskine yeniden projektörlerin çevrildiği bir küresel dik duruş; Sürdürülebilirlik kavramına yeni bir selamlama ve ortak iman tazeleme süreci olmasını temenni ediyoruz.
Son üç aylık dönemde, bunun tersine bir gelişme beklenmediği gibi, giderek, önümüzdeki en az altı çeyrek için geçerli olmak üzere, karamsar tonu ağır basan öngörüler, ön plandaki yerlerini korumaya, hatta kuvvetlendirmeye devam ediyorlar. Öyle ki; 1970‘ lerden bu yana yaşanan Küresel Resesyon-Daralma konjonktürleri yeniden çalışılarak, özellikle 1975 ve 1982 dönemlerine yoğunlaşılıyor; mesela, kırk ülke bazında yaşanmış “borç krizi” gibi risklerin yeniden ortaya çıkması/tetiklenmesi konuları ele alınıyor.
Rezerv Para (Amerikan Doları) temelinde sürdürüleceği anlaşılan Sıkılaştırma Politikaları ile ortaya çıkan “Kuvvetli Dolar” sendromunun, tüm ekonomik dinamikleri doğrudan ve/veya dolaylı olarak biçimlendireceği öngörülüyor. Küresel planda tüm finansal oluşum (borsa, vb.) ve varlıkların (altın, ulusal paralar, emtialar, vb.) kıymetlendirilmesinde ana çıpa’nın; temel kerteriz noktasının Amerikan Doları olmayı sürdüreceği bir yılın son çeyreğindeyiz. Anlaşılıyor ki; altın başta olmak üzere, Dolar haricinde bir finansal varlığın Güvenli Liman kimliğine en yakın olması/durması önümüzdeki yıl için de uzak bir ihtimal kalmayı sürdürecek. Mevcut eko-politik düzenin kurulduğu meşhur Bretton Woods Anlaşması’ndan yaklaşık seksen yıl sonra gelinen nokta, herhalde tartışılmaya değerdir!
Başta Avro ve İngiliz Sterlini ile alışılmış paritelerini alt-üst eden Kuvvetli Dolar’ ın önünde duracak etkin yegane dinamiğin, gene ABD’ li şirketlerin “ uluslararası piyasalarda zarar gören; hırpalanan Rekabetçi Güçleri” argümanını savunma becerileri ve FED nezdindeki ağırlıkları olduğunu bu vesileyle ayrıca vurgulamalıyız.
Son çeyrekte enflasyonla mücadele bakımından, küresel planda “ faiz yoluyla sıkılaştırma” opsiyonun ön planda kalacağı ve önümüzdeki sene için de bunun hakim yaklaşım olmayı sürdüreceği zorlu bir konjonktür radarımızdadır. “Enflasyon ile mücadele ederken; Resesyona kapı aralama” ikileminden uzakta kalmak olası görülmüyor. İlaveten, “büyüme dostu” olmayacak bir küresel eko-politik iklim de hesaba katılmalıdır. Bu zorlu gelecekte, FED Başkanı Powell’in deyişiyle; “yüksek supleks/tolerans” sahibi Amerikan ekonomisi, risk yönetiminde daha şanslı ve başarı ihtimali fazla iken; “yaşlı ve katatonik” Avrupa Birliği daha çetin koşullara adeta mahkum görülmektedir. Brexit süreci ile ortak yaşam sürecinin dışına çıkan İngiltere de, aynı sıkıntıl kaderi paylaşmaktan kurtulamayacak; yakasını sıyıramayacaktır! Başta Çin ve Hindistan olmak üzere, diğer küresel oyuncuların, bir kısım özgün alan ve tercihleri saklı kalmakla beraber, bu resmin dışında kalamayacakları da görülmektedir.
Senenin son ve takip eden çeyreklik dönemlerinde, başta enerji ve gıda kulvarları olmak üzere, küresel planda “ günü kurtarmaya; stresi azaltmaya (stress-relief) odaklanmış anlayış ile uygulamaların ön alacağı anlaşılıyor. Yılın üçüncü çeyreğinin son gününde AB’ de gerçekleşen enerji sektörüne yönelik oylama ve benzerlerini, önümüzdeki günlerde diğerlerinin takip edeceği görülüyor. İşte tam bu noktada, “günü kurtarırken; yarını berbat etmemek!” bakımından en yüksek duyarlılık ve farkındalık düzeyine sahip olması gereken zamanlardayız. En zor koşul ve en karanlık atmosferlerde bile, SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK anlayış ile kavrayışına öncelik tanımak; temel referans/benchmark olarak kollektif-küresel planda paylaşmak durumundayız. Bu bakımdan, yılın son çeyreğinin en itibarlı ve öncelikli ajandası olarak; 7-18 Kasım tarihlerinde düzenlenecek COP27 İklim Zirvesi not edilmelidir.
İklim değişikliğinin en şiddetli etkilerine maruz kalan Afrika (Mısır) kıtasında düzenlenecek COP27’nin; en küçük bir gecikme ve savsaklamanın, iklim ve insanlığın geleceğine yönelik ölümcül zararlara yol açma riskine yeniden projektörlerin çevrildiği bir küresel dik duruş; Sürdürülebilirlik kavramına yeni bir selamlama ve ortak iman tazeleme süreci olmasını temenni ediyoruz.