Bu göç hikayelerinin arasında önemli hikayelerden biri de Arif Şentürk’e aittir. 27 Aralık 1941 tarihinde, soğuk bir kış gecesinde Yugoslavya’nın Kumanova kasabasında doğdu. Ailenin en büyük çocuğu olan Arif Şentürk ilk ve ortaokul eğitimini doğduğu kasabada tamamladıktan sonra ailesiyle birlikte 11 Haziran 1956 tarihinde trene binerek adını hep duyduğu, merak ettiği Türkiye’ye doğru yola çıktı.
13 Haziran 1956 tarihinde Sirkeci Garı’na geldiklerinde onu yeni bir mücadele bekliyordu. Yeni bir ülke, yeni bir şehir… Hızlıca adapte olmaları, her göçmen aile gibi ekonomik olarak rahat etmeleri gerekiyordu. 15 yaşında ailenin en büyük çocuğu olarak babadan kalma berberlik mesleğini sürdürmekte kararlıydı. Yıllarca açık kalacak berber dükkanına zamanla Sadri Alışık, Abdullah Yüce ve Adnan Şenses gibi isimler de müşteri olarak gelmeye başlamıştı. Zamanla bu isimlerle yollarının bambaşka yerlerde kesişeceğinin henüz farkında değildi. Doğduğu ülkedeki türküleri ise o yıllarda hiç unutamıyordu.
Berber dükkanında radyo hep açıktı. 1974 yılında radyoda duyduğu İstanbul Radyosu Amatör Ses Yarışması anonsu sonrası hayatını değiştirecek gelişmeler gerçekleşmeye başladı. Yarışmaya katılma kararı aldı. Yarışma günü “Eklemedir Koca Konak” türküsünü okumuştu. Fakat o sırada jüride yer alan Nida Tüfekçi, Arif Şentürk’e nereli olduğunu sormuştu. Rumelili olduğunu öğrendiğinde neden o coğrafyanın türkülerini okumadığı sorusu da geldi. Bunun üzerine Arif Şentürk “Bulutlar Gelir Seher İle” ve “Vardar Ovası” türkülerini okudu.
Yarışmadan birkaç ay sonra aldığı mektupla radyoya davet edilmişti. Devamında üç yıl boyunca Yeşilköy Halkevi bünyesinde çalışmalar yaptı. Sonrasında da bölge sanatçısı olarak İstanbul Radyosu bünyesine katıldı. O yıllarda sık sık Balkan ülkelerine gitmeye başlayarak Rumeli türkülerini derlemeye başladı. 1978 yılında Bulgaristan Kırcaali’de derlediği “Deryalar” türküsünde Yusuf ile Feride’nin öyküsünü anlattı.
1980 yılında Arif Şentürk “Deryalar” türküsüyle yollarının kesişim hikayesini şu şekilde aktarıyordu; “Kırcaali’de akordeon çalan Abdül adlı çok eski bir arkadaşıma rastladım. O yörede dilden dile dolaşan bir öyküyü anlattı. Bu, Yusuf ile Feride’nin öyküsüydü. Birbirlerini deli gibi seven bu iki genç, bir gece birlikte kaçmaya karar verirler. Onları ayırmaya karar veren ailelerinden kaçmaktadırlar. Kırcaali yakınında akan Arda nehrini küçük bir sandalla geçerlerken, dağlardan kopup gelen bir sel sandalı batırır, sevgililer boğulurlar… Halk arasında ağıt şeklinde dolaşan bu türküyü yeniden derledim. İşte, “Aman Bre Deryalar” böylece ortaya çıktı.
Arif Şentürk Rumeli türkülerinin çok olmasına rağmen yıllarca Türkiye’de işlenmemesi sebebiyle bu hususta bir yenilik ortaya koymak istemişti. Kendi tabiriyle halk türkülerinde Batı ekolünde üretimler yapma misyonunu üstlenmişti. Kaynağını Rumeli’den alan birçok üretimi de bu şekilde başlıyordu. “Ramizem” ve “Debreli Hasan” gibi türküler de bu sürecin üretimleriydi.
Rumeli türkülerini derleyip Türkiye’de dinleyiciyle buluşturması Arif Şentürk’ün tanınırlığını gün geçtikçe arttırmıştı. Önce TRT’den teklif alıp programlara çıkmaya başladı sonrasında da turnelere
katıldı. 5 yıl gittiği İzmir Fuarı’nda Ajda Pekkan, Emel Sayın, Barış Manço, Edip Akbayram, Zeki Alasya, Metin Akpınar gibi isimlerle aynı sahneyi paylaştı.
Yıllar geçtikçe kimi zaman Rumeli’nin ön isim gibi çeşitli sanatçılarda kullanımına karşı çıktı, kimi zaman da derlediği yeni türkülerle, programlarıyla hatıralarda kalan, özlenen yıllara götürdü insanları…
Göçün en zorlu tarafı olan iki tarafa da ait olamama hissi ile mücadele etmeye, iki tarafı da kucaklamaya çalıştı. Türkiye’de Rumeli türkülerini söyleyip hem kendini, hem kendi gibi o coğrafyadan göçmüş insanları, hem de bölgenin folklorik öğelerini tanıtmaya çalıştı. Göçün hüznünü içine attı, sesinde ve şarkılarında neşesi hiç eksik olmadı…
Bu göç hikayelerinin arasında önemli hikayelerden biri de Arif Şentürk’e aittir. 27 Aralık 1941 tarihinde, soğuk bir kış gecesinde Yugoslavya’nın Kumanova kasabasında doğdu. Ailenin en büyük çocuğu olan Arif Şentürk ilk ve ortaokul eğitimini doğduğu kasabada tamamladıktan sonra ailesiyle birlikte 11 Haziran 1956 tarihinde trene binerek adını hep duyduğu, merak ettiği Türkiye’ye doğru yola çıktı.
13 Haziran 1956 tarihinde Sirkeci Garı’na geldiklerinde onu yeni bir mücadele bekliyordu. Yeni bir ülke, yeni bir şehir… Hızlıca adapte olmaları, her göçmen aile gibi ekonomik olarak rahat etmeleri gerekiyordu. 15 yaşında ailenin en büyük çocuğu olarak babadan kalma berberlik mesleğini sürdürmekte kararlıydı. Yıllarca açık kalacak berber dükkanına zamanla Sadri Alışık, Abdullah Yüce ve Adnan Şenses gibi isimler de müşteri olarak gelmeye başlamıştı. Zamanla bu isimlerle yollarının bambaşka yerlerde kesişeceğinin henüz farkında değildi. Doğduğu ülkedeki türküleri ise o yıllarda hiç unutamıyordu.
Berber dükkanında radyo hep açıktı. 1974 yılında radyoda duyduğu İstanbul Radyosu Amatör Ses Yarışması anonsu sonrası hayatını değiştirecek gelişmeler gerçekleşmeye başladı. Yarışmaya katılma kararı aldı. Yarışma günü “Eklemedir Koca Konak” türküsünü okumuştu. Fakat o sırada jüride yer alan Nida Tüfekçi, Arif Şentürk’e nereli olduğunu sormuştu. Rumelili olduğunu öğrendiğinde neden o coğrafyanın türkülerini okumadığı sorusu da geldi. Bunun üzerine Arif Şentürk “Bulutlar Gelir Seher İle” ve “Vardar Ovası” türkülerini okudu.
Yarışmadan birkaç ay sonra aldığı mektupla radyoya davet edilmişti. Devamında üç yıl boyunca Yeşilköy Halkevi bünyesinde çalışmalar yaptı. Sonrasında da bölge sanatçısı olarak İstanbul Radyosu bünyesine katıldı. O yıllarda sık sık Balkan ülkelerine gitmeye başlayarak Rumeli türkülerini derlemeye başladı. 1978 yılında Bulgaristan Kırcaali’de derlediği “Deryalar” türküsünde Yusuf ile Feride’nin öyküsünü anlattı.
1980 yılında Arif Şentürk “Deryalar” türküsüyle yollarının kesişim hikayesini şu şekilde aktarıyordu; “Kırcaali’de akordeon çalan Abdül adlı çok eski bir arkadaşıma rastladım. O yörede dilden dile dolaşan bir öyküyü anlattı. Bu, Yusuf ile Feride’nin öyküsüydü. Birbirlerini deli gibi seven bu iki genç, bir gece birlikte kaçmaya karar verirler. Onları ayırmaya karar veren ailelerinden kaçmaktadırlar. Kırcaali yakınında akan Arda nehrini küçük bir sandalla geçerlerken, dağlardan kopup gelen bir sel sandalı batırır, sevgililer boğulurlar… Halk arasında ağıt şeklinde dolaşan bu türküyü yeniden derledim. İşte, “Aman Bre Deryalar” böylece ortaya çıktı.
Arif Şentürk Rumeli türkülerinin çok olmasına rağmen yıllarca Türkiye’de işlenmemesi sebebiyle bu hususta bir yenilik ortaya koymak istemişti. Kendi tabiriyle halk türkülerinde Batı ekolünde üretimler yapma misyonunu üstlenmişti. Kaynağını Rumeli’den alan birçok üretimi de bu şekilde başlıyordu. “Ramizem” ve “Debreli Hasan” gibi türküler de bu sürecin üretimleriydi.
Rumeli türkülerini derleyip Türkiye’de dinleyiciyle buluşturması Arif Şentürk’ün tanınırlığını gün geçtikçe arttırmıştı. Önce TRT’den teklif alıp programlara çıkmaya başladı sonrasında da turnelere
katıldı. 5 yıl gittiği İzmir Fuarı’nda Ajda Pekkan, Emel Sayın, Barış Manço, Edip Akbayram, Zeki Alasya, Metin Akpınar gibi isimlerle aynı sahneyi paylaştı.
Yıllar geçtikçe kimi zaman Rumeli’nin ön isim gibi çeşitli sanatçılarda kullanımına karşı çıktı, kimi zaman da derlediği yeni türkülerle, programlarıyla hatıralarda kalan, özlenen yıllara götürdü insanları…
Göçün en zorlu tarafı olan iki tarafa da ait olamama hissi ile mücadele etmeye, iki tarafı da kucaklamaya çalıştı. Türkiye’de Rumeli türkülerini söyleyip hem kendini, hem kendi gibi o coğrafyadan göçmüş insanları, hem de bölgenin folklorik öğelerini tanıtmaya çalıştı. Göçün hüznünü içine attı, sesinde ve şarkılarında neşesi hiç eksik olmadı…