hour SON DAKİKA
left-arrowright-arrow
weather
İstanbul
down-arrowup-arrow
    Utku Başar Utku Başar

    Velosipet “züppe” işiydi!

    05.05.2014 Pazartesi | 09:51Son Güncelleme:

    Antalya-İstanbul arası bir haftaya yayılmış 8 etaplık 50. Türkiye Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu dün sona erdi. İstanbullu amatör bisikletçiler televizyondan takip ettikleri etapların son ayağına dünyada kıtalararası yapılan ilk ve tek bisiklet organizasyonu olan “Kıtalararası İstanbul Bisiklet Gezisi” çerçevesinde katılma şansı buldu. Yılda bir kez de olsa Boğaziçi Köprüsü’nü bisikletleriyle geçebildiler. Eskiden olsa hepsine “züppe” diyecektik.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Bu yıl ellincisi düzenlenen Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu, 1963'te Marmara Turu adıyla başladı. 1966'da uluslararası nitelik kazandı ve 1968'de de Cumhurbaşkanlığı Uluslararası Bisiklet Turu adını aldı. “Siyasileştiği” iddialarına rağmen “her kesimden” bisiklet meraklıları dünkü “Kıtalararası bisiklet gezisi”nin ve boğaz geçişinin tadını çıkardı. Aslında bisiklet ulaşımın dışında eğlence ve spor aracı olarak daha ilk dönemlerinden beri bu topraklarda ilgi gördü. Ulaşım aracı olarak görülmediğinden ya da Türkiye coğrafi olarak bisikletle seyahate uygun olsa da “yol”suzluktan bisiklet genel anlamda “halk”a hala inemedi ve “belli bir kesim”in ve çocukların eğlence aracı, karne hediyesi olarak kaldı. Şimdilerde biraz biraz bu durum değişse, özellikle kuzey Avrupa görmüş “genç iş insanları” kent içinde işe giderken bile kullanmaya başlasa da dünyada milyarlarca insanın kullandığı bu araç yüzdeye vurulduğunda bizde çok ama çok az kullanılıyor.

    Velosipet “züppe” işiydi

    50. Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu'nun 8. ve son etabı olan 121 kilometrelik İstanbul-İstanbul yarışı, 20 takımdan 137 sporcunun katılımıyla gerçekleştirildi 

    Aslında “Koşu makinası”, “hobi atı” ya da en bilindik eski adıyla “velespit”; yaklaşık 2 yüz yıldır hayatımızda. İcadı konusunda tarihçiler arasında bir fikir birliği yok. Mucitleri ve icat tarihi ile ilgili ileri sürülen tarihler tartışmalı.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Anlaşılana göre “Bisiklet” tek bir mucit tarafından icat edilmemiş; tarih içerisindeki pek çok farklı çabanın bir sonucu olarak ortaya çıkmış.

    Uzun bir süre bisikletin icadı Leonardo da Vinci’ye atfedilse de, O’ na ait olduğu iddia edilen 1492 tarihli bir bisiklet karalamasının 1960'larda Codex Atlanticus’a eklenmiş sahte bir çizim olduğu anlaşılmış. 

    “Koşu makinası”
    Britannica Anskilopedisi’ne göre binicisi tarafından itme gücü sağlanan, iki tekerli ve kanıtları tartışmalı olmayan ilk taşıt Alman Baron Karl von Drais de Sauerbrun tarafından icat edilmiş. Drais 1817 yılında aracı 14 km boyunca kullandı ve 1818 yılında Paris'te sergiledi. Yine Brittanica Anskilopedisi’ne göre Von Drais’in Almanca Laufmaschine, koşu makinası, olarak adlandırdığı “icat” draisienne ve velosipede isimleri ile daha popüler hale gelmiş.

    Tahtadan yapılmış “koşu makinası”nda binici ayakları ile yerden güç alıyor ve bir denge tahtası binicinin kollarını destekliyormuş. Von Drais aracının patentini aldı ancak kısa sürede koşu makinası” nın kopyaları İngiltere, Avusturya, İtalya ve ABD gibi pek çok ülkede kullanılmaya başlanmış.

    “Züppe atı”
    Bu arada, Londralı Denis Johnson, Von Drais'in koşu makinasından bir adet satın almış ve İngiltere'de patentini alarak geliştirmiş; 300 adet üretip "yaya at arabası" adıyla piyasaya sürmüş ve araç "hobi atı" olarak tanınmış. Kaynaklar karikatüristlerin bu aracı "züppe atı” olarak tanımladığını ve yoldan geçenlerin binicilerle alay ettiğini belirtiyor. 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    “İki teker yerine 3 ve 4 teker”
    Zamanla “hobi atının” sadece düzgün yollarda rahatça kullanılabilmesi, emniyet endişelerini gündeme getirmiş ve araç kısa zaman içerisinde gözden düşmüş. Drais ve Johnson'ın çabaları iki tekerli bisikletin hareket hâlinde iken dengede kalabileceğini ispatlasa da sonraki 40 yıl boyunca çalışmalar 3 ve 4 tekerli bisikletler üzerinde yoğunlaşmış.

    Pratik faydaları nedeniyle zamanla geliştirilen 2 tekerlekli bisikletlerde devrim niteliğindeki değişiklik ise 1800’lerin sonunda İskoçya’da içi boş kauçuk lastiğin bulunmasıyla ortaya çıkmış. Buluşu, İskoçya'da eşit tekerlekli komple kadrolu, bilyalı ve milli bisikletlerin yapılması ve ardından ortadan katlanan portatif bisikletler izlemiş.

    “Üst sınıf oyuncağı”
    Bisiklet, ilk dönemlerde üretiminde kullanılan malzemenin fiyatının ve işçilik maliyetlerinin yüksekliği nedeniyle halka inememiş. 1800'lerin sonunda fabrikaların artması ve seri üretimin hızlanmasıyla maliyetlerde yaşanan düşüş bisikletin geniş kitlelere ulaşmasını sağlamış. Fransa, Belçika, İngiltere, İtalya ve İspanya'daki bisiklet fabrikaları nedeniyle de “bisiklet” özellikle bu ülkelerde yaygınlaşmış. Çeşitlilik ve markaların artması teknolojideki gelişmeleri de beraberinde getirmiş.

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Penny Farthing
    Örneğin ilk bisikletlerin ön pedalları tekerleğe sabitlenmiş olduğundan hızı arttırmanın tek yolu ön tekerleği büyütmekmiş. 1870’lerin başında İngiltere'de James Starley tarafından geliştirilen Penny Farthing de bu fikirden yola çıkılarak tasarlanmış. Büyük ön tekerlek ve ona dörtte bir oranlı küçük tekerlek tasarımın temeliymiş. İsim ise günlük hayattan türemiş. 19. yüzyıl İngiltere’sinde 'penny' ve 'farthing' en düşük değerli para birimlerindenmiş . 'Farthing' değer ve boyut olarak 'penny'nin dörtte biriymiş.

    Velosipet
    Fransız Michaux et Cie. Firması, 1867’de o zamanın yeni velosipetlerini seri olarak üreten ilk şirket olmuş, ayrıca ön tekerleğe bağlı pedalları da ilk olarak onlar kullanmış. 

    Haberin Devamıadv-arrow
    Haberin Devamıadv-arrow

    Osmanlı’da bisiklet
    Osmanlı’da bisiklet, tıpkı bütün “batılı” sporlarda olduğu gibi ilk dönemlerde gayrimüslimlerin egemenliği altındaymış.

    Zira Osmanlı’nın spor anlayışını eskiden beri matrak, güreş, okçuluk, cirit, güreş ve binicilik gibi askeri sporlar belirlemiş.

    “Diğer” sporların önündeki en büyük engel ise birçok araştırmacının hemfikir olduğu üzere “din”; daha doğrusu “din”i yorumlayan ve yasa olarak uygulayan “din adamları” imiş. Tabii ki Osmanlı’nın Müslüman tebaasının spor anlamında uzun zaman elini kolunu bağlayan bu “sorun” dışında başka sıkıntılar da yok değilmiş.

    Özellikle Sultan Abdülhamit döneminde bırakın birkaç erkeğin toplaşıp “batılı anlamda” takım sporları yapmasını; kahvede kalabalık bir şekilde birlikte oturduğunu düşünmek bile abesle iştigalmiş. “Hafiyeler” her türlü toplaşmayı dört gözle ve kulakla dinlerlermiş. Dolayısı ile hiç kimse durduk yerde başı derde girmesin diye batılı anlamda “takım sporlarına” ilgi göstermiyormuş.

    Bu yüzden de Osmanlı’da son dönemlerine kadar “batılı anlamda” spor dallarının gelişmesini gayrimüslim tebaa sağlamış.

    İnternet ortamında yerimiz dar değil ama bugünlük çok uzattık.

    Dilerseniz şimdilik bir nokta koyalım; bisiklet’in Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti’ndeki macerasını anlatmayı bu noktadan devamla bir sonraki yazıya bırakalım.

    İyi haftalar